10 Temmuz 2015 Cuma

İyi ki doğdun falan - Misilleme Kurşunkalem




"Hayatın falanları filanları malum"

***


Genelde yazarken nereden başlayacağımı bilemem, başladığım halde bir şekilde bulurum yolumu. Sonrasında da yatarım erketeye; gelene gidene, denilene denilmeyene bakarım.

Bu sefer giriş konusunda sıkıntı yok. Ezberlediğimiz hatta defalarca konuştuğumuz mevzu.

Sen olmasan, muhtemelen 6. Kolordu'nun askeri vuracaktı beni. Ben de seni tutmasam sonrasında, sen de alacaktın gereksizin birinin kellesini.

Birbirimizi henüz hiç tanımazken birbirimizin hayatına karşı bu kadar müdahil olmamız normal değildi. Birbirimizde henüz oluşmamış hatrımızı birbirimizin önüne sürmemizde.

Kaç yıl oldu? 4 mü? 5 mi? 6 mı?

Emin değilim. Ama bildiğim, bir çok insanın bir ömre sığdıramadığının fazlasını sığdırdık.

Yine tuhaftır, şu an senin olmadığın, benim de son günlerimi yaşadığım ev, dostluğumuzun merkez üssü gibi oldu.

Neler yaşanmadı ki bu evde..

Liseli gelen üniversiteli oldu,
öğrenci gelen öğretmen oldu,
öğrenci gelen yazar oldu,
yazar gelen mühendis oldu,
yazar gelen 3. odada yatan oldu.
beklentisiz gelen dost oldu,
pusuya yatan dost hain oldu.



Oldu'ları artı sonsuza yakın bir yerlere kadar çoğaltabiliriz. Senin tabirinle "bu ev her şeyi gördü".

Hiç iyi polis kötü polis ayrımı yapmaya çalışmadık. Zaten ikimiz de yapımız gereği politik davranabilme konusunda zayıftık.

Senin etrafında insanlar vardı ve benim etrafımda.
Sonra elendi bir çok insan etrafımızdan.
Ama birbirimizin hep en yakınında olduk, en acı günde de iyi günde de.

Sonrasında herkes anladı ve ona göre davrandı, birimizi karşısına alan, diğerini de karşısına almayı göze almıştı.

Kavga ettiğimizi hatırlamıyorum. Birbirimizi tamamlayamadığımız konuların varlığını da.
Demiştim işte. Nereden başlamam gerektiğini biliyordum bu kez ama, şimdi de nereye gideceğimi bilemiyorum. Sanki bir salon, salonun çevresinde  yığınla odalara ait kapılar. Ellerim başımda, hangi kapıdan girsem düşünüyorum.

Her oda ağzına kadar anı oldu,
ağzına kadar yaşanmışlık.

Elmander'in golleriyle sevinip, 3-0 öne geçtiğimizde Fenerbahçe maçında, sevinçten ağlamıştık, bak o geldi aklıma.

Evde birimiz acıktığında ve sipariş vermek istediğinde, diğeri aç olmasa bile eşlik etmek zorundaydı. yıllarca aramızda en ufak bir para hesabı olmadı.

Sena geçen kendi hayatındaki kırılma noktasından bahsetmişti. Ben de ona "sence benim hayatımdaki kırılma noktası nedir" dediğimde "Çağatay abi ile tanışman" demişti, bence sonuna kadar haklıydı.

Hayatımıza insanlar girdi çıktı, olaylar girip, gelişip, sonuçlandı. Amaç haddimizi aşmak, kendimizi nimetten saymak değil elbet, fakat Mustafa Kemal Salih Bozok'a ne kadar bağlıysa o kadar bağlıydık, Salih Bozok Mustafa Kemal'e karşı ne kadar tamamlayı ise o kadar tamamlayıcı.



Yine aklıma geldi, senle tanıştığımızda ben ÇÜADK'nın başkanıydım. Sen ekibe yeni katılmışken, 3-4 tane üst düzey görevin sana verilmesini yönetime önermiş, onay almıştım. Sonra sana anlattığımda "Abi erken değil mi?" demiştin, ben de sana "3 ay sonra görürsün" demiştim. Yaklaşık  3 ay sonra genel kurulda benden fazla oy almıştın.

Çok da saçmak istemiyorum aslında bir şeyleri ortaya.
Ama bazı şeyleri söylemezsem de eksik kalacak gibi geliyor.




Her döneme ait dinlediğimiz parçalar vardı.
Yer yer sakıncalı parçalar.
Beyaz Ev,
Kağıt bir gemi ve Süreya'dan bir dize.
Nicesi..

Az mı getirdik Kore Dağlar'ından tabakanı.
Ne dizeleri tutuşturduk da bana mısın demedik.
Yeri geldi selam söyledik Yılmaz'a, kendine iyi bak demeyi ihmal etmedik.



Birbirimizin hayatında her şeysiz kaldık da birbirimizsiz hiç kalmadık.

Küçükken annemle babamın ölme ihtimalini düşünüp de yorgan altında ağladığımı bilirim. Çok fazla dua ettiğimi. Büyüdüm, belki de bu etkinliğin sayısı azalsa da, o listeye bir kişi eklendi, dualar ve korkular kaldığı yerden dua etti.

Ne bileyim olum işte, ben Counter oynarken bile sen öne çıkıp çatıştığında sen dur deyip önüne geçmekten alıkoyamıyorum kendimi.

Bazen evladım, bazen kardeşim, bazen dostum, bazen abim, bazen babam gibiydin. (Sadri Alışık karakterleri gibi hissetmeye başladım, farkındayım.)



Sonra senin Rusya'ya gitme olayın çıktı ortaya.
Bilirsin, ben vedalaşmaları sevmem. Vedalaşmaya da çoğu zaman gitmem.
Orada bile paylaşmışızdır görevleri. Ben gelenleri karşılarım, sen yolcu edersin.

Düşünüyorum da, hiç uyum sorunu yaşamadık seninle.

Yıllar birbirimizi ipten almakta geçti, birbirmizin önüne atlamakla.

Rusya'ya gitme olayın kesinleştiğinde, 6 yıl orada kalacağını öğrenince, ilk saniyede alarmı yakalıp da ertelemeye basar gibi çabuk bastım ertelemeye.

Senle de hiç konuşmadık neredeyse. Belki de ikimiz de hazır değildik. Ağlamaya direnmeye çalışıyorduk.

Son dönemlerde, bu Rusya mevzusu çıkmadan da düşünüyordum inceden inceye, en azından bedenlerin farklı diyarlara savrulacağını.

Çünkü hayattı, bazı gereklilikler ve beklentiler vardı. Hayat insanları farklı yerlere savurmakla meşhurdu. Belki de en iyi yaptığıydı. Bizi de es geçmeyeceğinin farkındaydık.

Demiş ya Sadri abi, hayatın falanları filanları.

Konuşmadan anlaştıklarımız, en az konuşarak anlaştıklarımız kadardı.

Bir şeyleri bir şekilde yazmam gerekiyordu. Gücüm yoktu, bir bahane gerekiyordu.

Biliyordum bir gün bunun olacağını.

Çünkü hayata dair bildiğim iyi şeylerin hepsinin mutlaka sonu geliyordu.

Hiç teskin etmeye çalışma, bu ara renkler benim için genelde siyahın tonlarından ibaret, en azından görev ve sorumluluklarımın dışında kalan alanda.



Bundan sonra nasıl olacak bilmiyorum.

Yalnızlığı bilmem ama köpek gibi eksik kalacağım, onu biliyorum.

Senle nasıl vedalaşacağız onu da bilmiyorum.

Sena günlükler tutuyor benle ilgili, biliyorsun.

Seni de kapsayan, benim senle ilgili hissiyatlarımı barındıran kısımları sana da yolladım, onu da biliyorsun. Doğrudan söylemeye cesaretim yoktu çünkü bir şeyleri.

Kapatmaya hazırlarken evi, gittiğinden beri girmiyorum odana, duymuşssundur onu da.

Hayatın doğrularıyla barışmıyor yıldızım. Bu acıya katlanma hadisesinin büyümeye tekavül etmesine de ayrı bir ayarım.

Bence insan giderek büyümez. Giderek eksilir, tükenir, tamamen bittiğinde de halk buna "öldü" der, gömer. Yani bu açıdan insanın giderek öldüğünü de söyleyebiliriz. Neyse, konumuz bu değil.




Hangi şehirlere gittik beraber, onu düşünüyorum;
Adana, Mersin, Manisa-Soma, Ankara, Sivas, İstanbul, İzmir, Yalova aklıma ilk gelenler...

Bu ara sürecin akılcı ve faydalı tüm kısımlarını bir kenara  atıp, bedenen yollarımızın ayrılacak olmasına odaklanmış halde buluyorum kendimi. Ne yapıyorsun sen diyecek oluyorum kendime, sonra suratına bakıyorum, sarılıyorum, ağlaşıyoruz.

Suphi gibi, bir acayip adam.

Bu hasretliğin içimizde kalacağı belli. Doğum günün de olmasa, bunları nasıl yazardım, orası belli değil.

Uzay boşluğunda süzülür gibiyim. Hem fazla hassas hem de fazla umursamazım bu günlerde. İkisini aynı vücutta nasıl barındırabiliyorum, onu da bilmiyorum.



Bir daha beraber ne zaman Galatasaray maçı izleriz, bilmiyorum.

Ayaküstü saatler süren sohbetleri nasıl yaparız, onu da bilmiyorum.

Bir de bunları yazarken yutkunamıyorum; bunun konuyla alakası var mı, onu da bilmiyorum.

Ben hep senden bahsederken, yeryüzündeki en iyi insan derim, bilirsin. Ve kimle tanıştırsam, seni benden daha çok sever, bunla da tarifsiz mutlu olurum.

Hiçbir zaman iyi ya da masum bir insan olduğumu iddia etmedim de zaten.

Malum, bir savaşa girdik, birilerini yenelim dedik, belki de -kısmen de olsa- yendiğimiz insanlara benzedik. Öyle olunca da paylaştık yenilgiyi, yendiklerimizle.



Almanya-Osmanlı gibi durumları ne çok yaşadık. Canı yandığında insan "annnee " diye bağırır. Ben Çağatay dedim. Gerçi fark ettim, sen de en son böbrek taşı düşürdüğümde öyle korktun, panik oldun ki, öylece kaldın.

Kendimi Ayna'nın "anlatmalıymış meğer"ini dinler halde buluyorum, bu hayra alamet değil. Bak senin gibi de garip kelimeler kullanıyorum.

İnsan sevgilisine falan yazar, benim yaptığıma bak.

Aslında ben "iyi ki doğdun" temalı şeyler yazacaktım. Ama gidiyorsun.

İnsanın Senalaşası geliyor.



Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum.

Ama bir şeyler kopup gidiyor içimden biliyorum. Sevimsiz yaşlarımıza geliyor sıra. Yine yutkunamıyorum. Karamsarım belki de bu konuda, kabul ediyorum.

Mevzubahis vatansa ve vatan için hizmet etme şansı varsa, birbirimizi asla frenlemeyeceğimizi de biliyorum. Zaten bunu kendim sana yapsam, kendimi affetmem her şeyden önce.

Büyük bir boşluk hissi işte.

Bir demet tiyatronun bir bölümünde Tırpişonun geçmi ş olsuna giderken hasta olan kişiye aldıkları çikolatayı yatağa fırlattığı gibi fırlatmak istiyorum "iyi ki doğdun"u.

Bir dönem kapanıyor.
Anıların üstüne kilit vuruyor gibiyiz.

(Akışla alakasız akla gelen cümle: Yaşadığımız her şeyi Milli Mücadele döneminden bir olay ile açıklayabilen insanlarız ulan biz! )

Bu ara ya kabullenilemeyecek şeyler yaşıyorum,
ya da hiçbir şeyi kabullenemeyecek bir ruh haline büründüm.

Bilmem, belki kendi tabirimle ölüyorumdur.

Bilirsin, şairin tabiriyle "canımdan daha değerli şeyler de kaybettim".

Bu kez fazla hazırlıksız hissediyorum kendimi.
Ve de hiç hazır olamayacak gibi.

Eğer hazır olursam bir gün,
bunun "vatan için olan kısmını" çıkartırsan içinden,
bilmiyorum geriye kalan ne kadar ben'dir,
bilmiyorum.


Boşluk hissi.
Garip.
Bir de iyi ki doğdun.

Öyle.

(Ne yazsam eksik kalacaktı biliyorum.
İmlasını kontrol etmem demek, yeniden okumak demek yazıyı, kendimi hala o kadar güçlü hissetmiyorum, özür.)

Misilleme Kurşunkalem
11 Temmuz 2015







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder