24 Mart 2019 Pazar

YAŞA(YAMA)MAK AĞRISINDAN TAŞANLAR


"Kabullenmek çıplak ayak ateşte yürümek gibi
Varlığın cennetmiş yokluğun da cehennemin dibi"


 [ Ölüler Konuşur mu?, K'st ]

***

8 Eylül'den sonra gelebilecek en sönük ve sessiz 9 Eylül'dü, durmuştu teker. Bir iki yıllar sonra bir 7 Eylül, beklentisiz bir tebrik kaygısıyla aranan, "Nerede kaldın" diye açılan, içinde hayır denmeyecek bir çağrı barındıran telefon. Sonra, sonra yine bir 9 Eylül, başka türlü ve başka yönde dönmeye başlayan teker, o zaman anlamı çok bilinmeyen.

İşte o tekerin döndüğü gündür İstanbul'a temelli ayak basış. Ne manidar hayatın matematiği ve rövanşist.
Şimdi 24 Mart, kardeşim, değerlim Çağla, dün ve iyi ki doğdu, babamınsa yeniden doğmasına en az 3 gün var.

6 ay geride kalmış İstanbul'da ve ben bu 6 ayda hiç gidememişim Amiral'in yanına. Kallavi bir yanılgıdır, insan, bir şeyleri tamamen hallettikten sonra gitmeyi, gelmeyi düşünüyordur ama genelde ertelenir. Bazen ertelemek, sadece vicdan hafifletmektir. Ve bazen, telafisi olamayan pişmanlıktır.

Önünden geçtiğim tüm arabaların kaputlarına kafa vurmak istercesine bir özlem, pişmanlık.

Amiral da öyle yaptı. Daha çok görüşebilirdik fikri her geçen gün zihnimi kemirirken demiştim, Amiral'im, yazalım. Tamam dedi, ben sabit duramam, ben anlatacağım gezerek evin içinde, yazacaksın sen. Ama dedi, ben bu illeti atacağım bünyemden, iyileşeceğim, sonra yazacağız. Dedim tamam, ama yine de bir yerinden başlayalım. Dedi bekle, başaracağım.

Gerçekten de insanüstü bir çaba sarf etti. Ay dediler yıl direndi. Şimdi ben, şimdi bugün, şimdi önündeyim mezarının, yok diye sen şimdi, buradayım, yok diye frezya, toprağına ektiğim, hercai. Artık tek kişilik yazılacak o kitap ve benim için en değerli vasiyetin.

Mezardan çıktım, aradığım Tamer Abi. Çünkü ihmal ettim, ha aradım ha arayacağım, bir şeyler netleşsin de öyle döneyim derken ihmal ettim, neredeyse hiç aramadım onu ki o dünyanın en güzel insanlarında başı çekeni, tek kereliğine dünyanın en iyi çanta ulaştırıcısı.
Ve Evren Abla, yüzüme bakmasa yeri. İyisiniz değil mi?

Ben geldim dedim Amiral'im. Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladıktan sonra, Cumhuriyet gazetesi çalışanı olarak ilk kez yanındayım ve elimde, Murat Eren'in manşet olduğu ve "Hedefteki Donanma Taarruzda" başlıklı Cem Gürdeniz röportajımın olduğu gazetelerden birer tanesi. Cebimde, Amiral'in not defteri ve Murat Eren'in er ya da geç yeniden kullanacağı helikopterin minyatürü. Dedim, Amiral, şimdilik bunlarla geldim ama sözüm var, tutacağım, olacağız ve yazacağım. Elimde, ektiğim çiçeklerden kalan çamur tortusu, senden bir parça diye yıkamaya kıyamadığım.



Kalıcı durumların acısı geçici olsun diye dua edersin ama olmaz. Hafif ilerdeki mezardaki kadının feryatları, mezarda yatana "yalvarırım geri gel, yapamıyorum" yanıtsız çağrısı.

Geçici olduğunu bildiğin, geçici olması gereken kopuklukların kafa kopukluğu seviyesinde kesmesi nefesi'nin, bir kişi eksik hevesin.

Mezarlıklarda kendini huzurlu hissetmek, kendini orada bulmak. İnsanın farkında olmadan yaptığı her şey kendini bilmezlik değildir. Aksine bazen, kendini bilmek ama bildiğinin farkında olmamak ya da yüzleşmek istememektir. Bu sebeple insan, yapmam dediği halde bazı yaptıklarını, çağırmam derken çağırmasını ve gelmem dediği halde gelmesini hayra yormalıdır, şerre değil. Eğer içinde kurduğun tüm barikatlara rağmen iç sesin seni o barikatları aşarak bir yere getirecek kadar güçlü ve sağlamsa, kaldığın ya da döndüğün değil geldiğin yerden devam et'meli, geri dönme'meli. En azından ben artık öyle yapıyorum.

Daha bugün, iki arkadaşımın babalarının ölüm haberleri alt altaydı. Dün de bir ablamın annesinin. Öyle ya, yarının ne getireceği belirsiz. Yarının getireceği olumsuz bir durumun sonrası daha belirsiz ki bu noktada inançlar ne der bilmem ama K'st'ün kaygısı gayet gerçekçi ve insancıl:
"Bu ruhlar meçhulde buluşur m' oğlum?!"

Bazen beklemek, beklemektir; tepeden tırnağa ve sadece. En ufak kıpırdamadan. Ama işte hayat ve işte bugün önünden geçtiğim, henüz adresi belli olmayan bir mezar'lık.



Ben ya da sen, ya da biz'ler, belki yarın orada olmayacağız, lakin bunun garantisi var mı? Ayrıca söylemediklerinden, yapamadıklarından mütevellit ağırlaştı insan, bu haliyle kabre sığar mı?

Gitmeden önce dedi Erdal Abi, kalmadı artık pek de insanlarda ahde vefa, dedim öyle ama abi yapma, maneviyatı çıkardığında ne kalır insandan geriye et ve kemikten başka?

Amiral ile yeteri kadar konuşamadım. Şimdilerde ise bir işaret'e yorarsam ya da rüyamda duyarsam ne âlâ. Oysa olsaydı şimdi, sorsaydım, danışsaydım da benim de kutup yıldızım olsaydı, iki söz daha var ona verdiğim ve tutmam gereken, elimden geleni yapacağım, farkındayım. Neler vermezdim 15 dakika daha sohbet etmek için onunla. Bilsem, gelmez miydim o dönemde her fırsatta Adana'dan Ankara'ya. Yapamadım, pişmanım ve bunun telafisi geri dönüşü yok.

Belki de bu yüzden artık, ıskalamamak, ertelememek, en en doğru anı bekleme kaygısına düşmemek gerek. Iskalamadığın kadar tutunabilmek hayata.

Kayra'nın "Gecenin bir vakti su içmeye kalktım. Cernat'ın Bursa deplasmanında attığı gol aklıma geldi. Bir anda çok fazla şey özledim. Herkesi özledim." cümlelerindeki özlem'in esiriyim. Ve tabii ki Senâ'yı da. Elimden ne geliyorsa yapıyor, içimden ne geçerse yazıyorum. Lakin keşfederken keşfedilmek istemekten bir tık fazlası ve en az iki yer vardı ağlamak istediğim,
çok istedim,
ağlayamadım.
***

"
Hasretim sürahi emri verdi rakı bardağına"



ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
24 MART 2019 1721
İstanbul, yani Facire-i Dehr

Ve ben yazıyı yazarken arkada erketeye yatıp yazıyı yazmamı sağlayan parça:

https://www.youtube.com/watch?v=Je2I7AxwjXg