14 Kasım 2015 Cumartesi

TERÖRÜN KARŞISINDA OLMAK YA DA OLMAMAK




Elimizde neler var:
1- Emperyalizm kaz gelecek yerden tavuk esirgemez.
2- Avrupa'da bir terör saldırısı asla bazı güçlerin bilgisi ve kontrolü dışında olamaz.

***

Bu tarz saldırılar, Batı'yı yönetenlerin elinde koz, kendi uluslarının gözünde de "meşruluk" demektir.

Tam da G-20 arifesinde olan bu saldırılar, kimlerin eline koz olur, kimlerin elinden nelerin söke söke alınmasına yol açar, o kısa sürede belli olur.

Böyle saldırıların taşeronu her zaman İslami örgütlerdir.

Ve "derin"(!) dış politikamız yüzünden bu tarz saldırıların yaratacağı meşru(laştırılan) zeminde Türkiye ağır bedel öder, "teröre destek veren ülke" statüsüyle...

Mesele "siz de şimdi anlayın bizi" , "ettiğinizi bulun"a indirgenecek mesele değil
Yani bu saldırı, keserin-sapın dönmesi hadisesi değil. Aksine dünyayı yöneten güçlerin, kendi menfaatlerine destek olmayan herkese her şeyi yapabileceğinin göstergesi.

Şimdi de Ortadoğu'daki operasyona "çekimser" kalan Fransa "ayarı" aldı.

Tabi Fransa üzerinden tüm Avrupa.

Dünyayı yöneten güçler için insanların, insanlığın, ülkelerin önemi yoktur.

Sadece kendilerinin isteği ve "emirleri" vardır. Ve de o emirlere uymayan herkese "eşit" uygulanan yaptırımları.

Emperyalizmin hakim olduğu bir dünyada tüm insanlık tehlikede demektir. Bu gerçekle yüzleşmekte fayda var.

***

Şimdi saldırıları yapan teröristlerin Fransa Hükümeti ile masaya oturması için uygun zemin mi oluşmuş oldu?
Şimdi herkesin "Barış hem de hemen şimdi" demesi, Fransız askerine de "silahı bırakın" çağrısı mı yapılması mı gerekli?

***

Eğer doğrular, birilerinin çıkarlarına göre değişkenlik göstermiyorsa, bazı kişilerin Fransa için de bu tarz talep ve beklentilerinin olması gerekli.




Biz mi?

Biz tabii ki bunları söylemiyor ve savunmuyoruz.

Çünkü biz insanlıktan yanayız, insanlığın karşısında olan terörün de karşısındayız.

O yüzden bir terör saldırısı olduğunda kafatası ölçmüyor, etnik ve mezhepsel tespitlere göre konum belirleyip de ona göre tavır almıyoruz bu tip kahpe saldırılara.



Terörün de,

Teröristin de her türlüsüne karşıyız.

Yer, mekan, zaman, dil, din, ırk hiç fark etmez.

Fakat dünya, bu kadar "tartışmaya kapalı" gerçekleri bile çıkarlarına göre eğip bükenler yüzünden tehlikeli bir yer.

Onların varlığından cesaret alanların zaferidir, insanlığın "kaybeden" hanesine yazıldığı bu savaş.

En azından bunu biliyor ve ona göre davranmaya çalışıyoruz.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
14 Kasım 2015

6 Kasım 2015 Cuma

CEMAATİN C'SİDİR O, CUMHURİYET OLSA ORADA DURAMAZSIN! (TARİHE DÜŞÜLEN NOTLAR - 105)




"CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, faili meçhul cinayet suçlamasıyla kurulan kumpas davasında TSK mensuplarının beraat etmesine tepki gösterdi.
Kılıçdaroğlu, davanın adaletle sonuçlanmadığını söyledi. Davutoğlu, "yargının bağımsız olmadığı, medyanın özgürce haber yapamadığı bir sistem içinde siz bu tür davaları adaletle sonuçlanmasını bekleyemezsiniz. Siz davaları sürekli olarak belli yerlere öteliyorsunuz." dedi.
CHP lideri, faili meçhullerin yagı kararıyla kapatıldığını savundu. Kılıçdaroğlu, "Faili meçhullerin yargı kararıyla kapatırsanız o ülkede demokrasiden, özgürlüklerden, insan haklarından söz edemezsiniz. Dünya o nedenle Türkiye’deki demokrasiye biraz mesafeli yaklaşıyor." ifadesini kullandı." [1]
6 Kasım 2015

***

Gerçekten merak ettiğimden soruyorum:

Kılıçdaroğlu sen ne tür bir hainsin?

Demagojik söylemlere içindeki travmaları ortaya açıklama diye kusacağına,

gitseydin ya duruşmalardan birisine?

Cemal Temizöz'ün savunmalarından birisini hiç dinledin mi?

Ziyaret edip de sordun mu "Bu olay, dava nedir?" diye?

Cemaatin lokomotifi olduğu kumpas davalarının adaletinden şüphe duymadın da şimdi mi kurtlandın?
Temizöz'ün Cizre'de yarattığı değişimi bilir misin?

Peki ya Eflan Ala'nın bile Diyarbakır Valisi olduğu dönemde "Cemal'in düğmesine basın" dediğini?[2]
Sözde sosyal mesaj vermeye kalktığın davada davaya müdahil olan avukatlardan bazılarının bile "Bu dava geçmişin yüzleşmesi değil, emekli Albay Cemal Temizöz'ün şahsına yönelik devlet tutumunun sonucudur. Temizöz'e Kayseri'de yaptıklarının karşılığı olarak, ona bedel ödetmek için, yani bir iç hesaplaşma sonucu dava açıldı", "Temizöz öfkesi daha baskın demek ki" dediğini bilir misin? [3]

Bilemezsin.

Bilsen de bir şey diyemezsin.

Çünkü bahsedilen "Kayseri'de yapılanlar", Emekli Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok'la Cemal Temizöz'ün başını çektiği ve cemaat yapılanmasının ortaya çıktığı ilk operasyondur.

Cemaatin kuyruğunun tutuştuğu operasyon.

Bu yüzden koşa koşa açıklama yapma gereği duydun.

Çünkü sen Y-CHP'nin Genel Başkanısın.

Ve Y-CHP'deki "C", Cumhuriyetin değil, "Cemaat"in "C"sidir.

CHP GENEL MERKEZİ, CEMAATE ZARAR VERECEK HİÇBİR KARARIN YANINDA YER ALAMAZ.

CEMAATE ZARAR VEREN HİÇBİR KARARA DA TEPKİSİZ KALAMAZ.

ÇÜNKÜ BUNA KARAR VERME YETKİSİNE SAHİP DEĞİLDİR.

YAPILACAK OLANLAR "GÖREVLİLERE" TEBLİĞİ EDİLİR, ONLAR DA VAZİFELERİNİ YERİNE GETİRİR.

İnsanların hayatı mahvolurken yanlarında yer almaya yüreğiniz yetmedi.

Bari bunun vicdani rahatsızlığıyla susmayı bilin, tabi varsa vicdanın ve rahatsızlığın,

ayıptır be!

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
7 KASIM 2015

DİPÇE

5 Kasım 2015 Perşembe

Hükümsüzdür



Bilmiyorum.

Ben düşürünce mi buldu, yoksa doğrudan benden mi aldı, emin olamıyorum. İkisi de imkansıza yakın gelse de ilki yüksek ihtimal.

Telefonumu çalan kişi, Vatsaptan karşı cins namına neredeyse kim varsa mesaj atmış, iğrenç mesajlar.
Bunu da telefonu kaybettiğimin ertesi sabahı öğrendim. Sonra paldır küldür karakol.
Hayatım boyunca karakol gibi yerlerle neredeyse hiç işim olmadı.

Bu nedenle yadırgadığım yerlerden.

Polisle konuştuk, anlattık, başka bir yere yönlendirdi. Ankara'daki en merkezi karakollardan birisinin komiseriyle görüştük. İşe başlayalı 15 gün olmuş, "Anlattığınız yer buraya yakın mı, ben yeniyim, bilmiyorum da" dedi, utana sıkıla, yüzümüze bile bakmadan dinledikten sonra bizi.

Odada küçük bir bayrak. Atatürk fotoğrafı zaten yok. Duvarda bir takvim, takvim üzerinde yazılı ayetimsi şeyler, sorsan: "Allah kelamları..."
Sanırım komiser yardımcısı olan kişi ile konuştu, ifadenizi alacak dedi. Eyvallah dedik, verdik ifademizi.

İfadeyi alan kişi kıdemli, vörd dosyası üzerinden ifade alma işlemi de kıdemli, ama kıdemli kişide kıdem bulamamış bir hadise olduğundan gerek, ağır yazımına rağmen 3 cümleden birisinde fahiş imla hatası. Adıma yazılan ifadede nokta kullanmamasına değinmiyorum bile.

Oradan çıkıp, savcılığa gittim.

Ve gözlemledikçe bir husus tokat oldu yüzüme.
Aklıma bir yerde okuduğum cümle geldi:

"Yadırgamıyoruz. Çıldırmamız gerek ama yadırgamıyoruz."

Bir toplum, toplumu oluşturan insanlar her şeyi normalleştirmeye başladığında çürümeye başlar.

Ölümü, hırsızlığı, saldırıyı, tecavüzü kanıksamış insanlar.

Karşısındaki insanın hayatını kaydıran bir olayı dinlerken sakin. İşlem yaparken sakin. Konuşurken sakin. Temennimsi şeyler söylerken bile sakin.

Hemen belirteyim, bu sakinlik, soğukkanlılık falan değil!
(Bu durum tek bir örnekten yola çıkılarak varılan bir sonuç değil)

Devlet, eğer insanlarının derdine deva olmazsa, çözüm sunmazsa, insanlar da başka mekanizmaları ya kurar, ya da kurulmuş olana sığınır.

Bazı cümleler o kadar normalleşmiş, bazı yaklaşımlar o kadar meşrulaşmış ki.

Hırsızlık olayları... Şehirlerdeki hırsızlığın ağaları.. Eğer onlardan birisini bulursan çalınan eşyaların sana dönme ihtimali... Ve de bir çok emniyet yetkilisinin bu sistemin parçası hatta yer yer "aracısı" olması..

Konunun esrar, eroin kısmına girmiyorum bile.
Bir toplumu güvensizlik bitirir.

İster cemaatçi olsun, ister AKP'li, devlet kademelerini işgal etmiş durumda bu yapılar. İçeriden kavga eder gibi görünse de dışarıdan "aynı"lar.

Bu kesim, sorgulamadan, kendisini geliştirme gereği duymadan büyüdü. Birileri onlara yetki verdi, karşılığında da bir şeyler istedi. Mekanikleşti bedenler. Robotlaştı. Çözüm üretme sıfır, insiyatif alma sıfır, bir çok şey de sıfır.

"Allah" diye bir kavram yarattı ki bunun kutsal kitaplarda olanlarla alakası sıfır. Sonra yine mekanik bir edayla sorgulamadan ibadet etti kendince -zaten ona beyin süs olarak kullansın diye verilmişti-, insani tüm değerlere sırtını döndü.

Tabi neredeyse hepsine damardan enjekte edilen, "Atatürk ve Cumhuriyet nefreti"...

Bir yazar demişti zamanında, "Türkiye'de yasalar, ona saygı duyanlar için geçerlidir" diye.

Bu model insanlar yüzünden kimsenin hiçbir yere güveni kalmıyor.

Toplum olarak kimsenin kimseye güvenmediği noktaya gidiyoruz.

BU ÇOK TEHLİKELİ!

Kimsenin kimseye güvenmediği yerde kimsenin insani kalmak için otokontrol sağlamaya gerek duymadığı, "kendisi" için olduğu noktada başka herkesin hakkını yok saydığı, her yolu mübah gördüğü yere.

İşte bu, bir toplumun kurdudur, çürütür içten içe.

Güne dönecek olursak, savcılıkta bekleme süreci. Sonrasında gün içinden akla gelen yetkililerin "Bizim telefon dinleme yetkimiz yok, Savcılık'a gitmeli önce dilekçe, o onay verirse de TİB'e.."

Heye
, eminim milyonlarca insanı da "kurallara uygun" dinlediniz.

Normal vatandaş için hak aramak, dipsiz prosedür kuyusuna taş sallamaktan farksız.

Yüzlerinden belli, kimse inanmıyor adaleti, asayişi sağlayacağını vaad eden kurumlara, kişilere.

Kimse inanmıyor, kimseye.
Toplumsal bozulma, her vatandaşın payına düşüyor, bazen gecikmeli gidiyor, ama gidiyor.
İnsan kendini iğrenç hissediyor mahreminde birilerinin varlığını hissedince. Sana ait olmayan cümlelerle senin adın üzerinden neşesini bula derdine düşünce.

Aklımda kalansa ADLİYE'nin içindeki kapıların birinin üzerinde asılı olan tabelada yazanlar:
"Dikkat, ölüm tehlikesi."

Adaleti arıyorsan, adaleti temsil eden her kapıda adalet için tam da durumu izah eden ifade.

İnsanın "Hükümsüzdür" diye gazetele ilan veresi geliyor da, liste uzun olunca nereden başlayacağını bilemiyor.

Eğer değişmezse bir şeyler (Ne olur artık sandığa indirgeme),
bizi iyi günler beklemiyor...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
5 KASIM 2015




2 Kasım 2015 Pazartesi

SEÇ(E)ME(YE)NİN SEÇİMİ, SEÇİMİN SEÇEMEYENİ




1-2 milyon kişinin girdiği sınavların aylar sonra açıklanabildiği ortamda 57 milyon oy 2 saatte sayılıp açıklanıyorsa ve sözüm ona muhalefet partileri bununla ilgili tek kelime etmeden kabulleniyorsa, bir seçimden de bahsedemeyiz, muhalefet partisinden de.
Sistem vasıfsız ve defolu olanı yükseltir, sonrasında da o kişi(ler) vasıfsız ve defolu olmasına rağmen yükseltilmesinin karşılığı olarak bazı şeylere susmak zorunda kalırlar.
Burada defodan kasıt, bireysel zaafiyet olabileceği gibi, Cumhuriyet ve Atatürk nefreti, rejim travması da olabilir.

Bir de hem seçimin hileli olduğunu söyleyip, hem de hileli sayılar üzerinden toplum analizi yapmaya çalışanlar var. Yaptıkları "iddialı" analizlerle aslında hileli ve halktan yana olmayan seçimi meşrulaştırıyorlar.

Oysa mesele çok basit, adam kendisini denetleyebilecek neredeyse tüm organları eline geçirdi ya da pasifize etti.

CHP, MHP gibi partilerin seçmenlerinin oluşturabileceği tepkiyi ve yaptırımı da o partilerin başındaki "mekanizmalar" ile kontrol etti.

Zaten aynı mekanizmalardı bu "işgal"e aval aval bakan.

Dünkü seçim sonuçlarının 2 saatte açıklanması, sözde muhalefet partilerinin buna tepki göstermeyeceğini bilmesindendir.

Öyle de oldu.

Adam 2 saatte saydı, açıkladı, muhalefet de "Milli iradenin takdiridir" dedi, onayladı, meşrulaştırdı.

Türkiye'de insanların sisteme olan tepkisi ve oluşabilecek yaptırımı, bizzat muhalefet partilerinin genel merkez mekanizmaları aracılığıyla kontrol altına alınıyor, etkisiz hale getiriliyor.

Düşünün, bu kadar mağlubiyete rağmen, Kılıçdaroğlu "Bundan sonra sorumluluğumuz daha fazla", Bahçeli de "Yeniden barajı aşıp meclise girmeyi başardık" mealindeki sözleri söyleme gücünü, pişkinlik hakkını nereden alıyor?

Kim(ler)den?

İşte bunu görüp de o mekanizmaları kırdığımızda, reddettiğimizde, asla yıkılmaz, devrilmez dediğimiz iktidarların nasıl kaçacak delik arayacağını göreceğiz.

Muhalefetin bu kadar "kontrollü" olduğu yerde dua edelim de AKP yine şeklen de olsa seçim yaptı.

Ben böyle muhalefete sahip olsam,

"Kimlik numaralarınız üzerinden eğilimleriniz tespit edilmiş, ona göre oylarınız alınmıştır" der, seçimi hiç yapmadan seçim sonucu ilan ederim.

Bu da başka bir gerçeklik olarak duruyor masada.

Şapkamızı da koymamız gereken masada.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
2 KASIM 2015

1 Kasım 2015 Pazar

GAFLET? DELALET? İHANET? HANGİSİ?




"Ortaya çıkan tablo, CHP'nin sorumluluğunu çok daha ileriye taşımıştır. Biz bu ülkede, güçlü bir demokrasinin, iyi işleyen kuralların olmasını arzu ediyoruz. Dolayısıyla ortaya çıkan tablo, diğer muhalefet partileri oy kaybettiklerinden dolayı, bizim sorumluluğumuz artmıştır. Türkiye bu seçimlere olağanüstü koşullarda gitmiştir. 400'e yakın insan hayatını kaybetmiştir bu süreçte. Terör, can ve mal güvenliği her şeyin önüne geçmiştir. 1 Kasım'da ortaya çıkan tabloya saygılıyız"
Kemal Kılıçdaroğlu.

İşte bu açıklama,
CHP'deki bu kafa,
seçimlerde olan bitenlerin üstünü örtmek içindir.

Bizim sağdan soldan duyduklarımızdan daha fazlası onların kulağına gitmiyor mu sanıyorsunuz?

Örneğin, Ankara Büyükşehir seçimlerinde, Yaklaşık 13 bin sandık tutanağın yaklaşık 6200 tanesinde hata olduğu Gürsel Tekin aracılığıyla kendisine iletilmedi mi?

Bu tutanakların yaklaşık 2400'ünde mühür yoktu.

Seçim sonuçlarına itiraz edebilmek için önce 48 saat içinde İlçe Seçim Kurulu'na itiraz edilmesi gerekir.

Eğer bu reddedilirse, sonrasında İl Seçim Kuruluna, İl de reddederse YSK'ya başvurma hakkı vardır.

CHP O SEÇİMDE DE 48 SAAT İÇİNDE İLÇE SEÇİM KURULUNA İTİRAZ ETMEDİ.

O seçim sırasında CHP'nin bilişim sorumlusu ve Genel Başkan yardımcısı olan Emrehan Halıcı yanıtlasın bakalım:

Türkiye'deki seçimlerde kullanılan ve hileli olduğu ABD seçimleriyle tescillenen SEÇSİS'İN Türkiye'deki imtiyaz haklarını satın aldığı doğru mu değil mi?

O seçimden sonra neden kaçarcasına ayrıldı partiden?

Ha bu arada, yine Ankara seçimden devam edecek olursak;

YSK o dönem seçim tutanaklarından 507 tanesini açıklamamıştı.

Kim itiraz etti?

İlk gün gönüllü çalışmak isteyen gençlere, "Bilgi İşlemcimiz 5'te çıkmış" deyip de kapıyı gösteren CHP
Genel Başkan Yardımcısı kimdi?

Ha bu arada, o seçim için Emrehan Halıcı tarafından oluşturulan ve seçim sonuçları sırasında iflas eden sistem için CHP'nin kasasından çıkan para da 4 Milyon TL idi.

Seçim usülsüzlükleri ile ilgili verileri o zaman Ankara'nın Oyları haykırdı, muhalefet partilerinden kim duydu?

Kim bunun yerine seçim gecesi "Seçimi etkileyecek kadar hata olmamıştır" diye Amerika'nın Sesi sitesine demeç verdi?

İlla birilerine "hain" demek istiyorsanız, düşmanı uzakta ve dışarıda aramamalı...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
1 KASIM 2015

SAHTE MUHALEFET YIKILMADAN HÜKÜMET YIKILMAZ!




Bir seçim daha geride kalıyor.

Yaklaşık 70 yıldır bir gerçek yüzümüze yüzümüze vurdu, fark edilmeyi bekliyor:

Sahte muhalefet yıkılmadan, hükümet yıkılmaz!
7 Haziran seçimlerinden sonra AKP dışındaki partiler, herhangi bir oylamada salt çoğunluk sağlayabiliyordu.

O zaman soralım:

Bir seçmenin sadece bir oy pusulası kullanma hakkı vardır. Eğer o pusulada hata
yaparsa, başka bir pusula kullanılamaz.

PEKİ O ZAMAN NEDEN MİLYONLARCA FAZLADAN PUSULA BASILIYOR?

Bu pusulalara seri numarası verilmesi ile ilgili, SÖZDE MUHALEFET PARTİLERİNİN 5 AYLIK ZAMAN DİLİMİNDE HERHANGİ BİR BAŞVURULARI OLDU MU?

Lafa geldiği zaman, CHP de HDP de, hatta AKP de YENİ ANAYASA diyor. Zorladığında CHP lideri çıkıp "İlk 4 maddeye dokunulmayacak" diyor.

O zaman yine sormak lazım:

O maddeleri çıkardığın zaman geriye kalan maddelerin %90'ı zaten değişti. Değişmeyenlerin içinde öncelikli neler var?

Seçim yasası.

Siyasi parti yasası.

Bunlar, partilerin anti-demokratik hale gelmesini sağlayan, partileri "Genel Başkan çiftlikleri" haline getiren ve de SEÇİM BARAJINI KORUYAN yasalar.

Bu maddelerle ilgili, yaklaşık 5 aylık sürede SÖZDE MUHALİF PARTİLER herhangi bir girişimde, yasa önerisinde bulundu mu?

Bununla ilgili kamuoyu yaratmaya kalktı mı?

Kanunlar gereği YSK'nın kararını bozacak yetkili organ yok. Sadece Anayasa Mahkemesi kararı ile "öneri" sunabiliyor. YSK'nın da buna uymama hakkı doğal olarak var.

Bununla ilgili bir SÖZDE MUHALEFET PARTİLERİ bir açıklama, bir öneri ortaya koydu mu?

İşlerine gelmeyince devletin değerlerine bile saldırabilen bu partiler, YSK konusunda bir açıklama yaptı mı?

(Bu yazı yazılırken YSK sitesini kapattı. Var mı ötesi?)

YSK şuan işgal altında.

Anayasa Mahkemesi işgal altında.

TSK işgal altında.

Yönetenler zaten işgal ordusu.

SÖZDE MUHALEFET PARTİLERİNİN bu durumlarla ilgili tepkisini görebildik mi?

Hayır.

Peki İŞGALe kim susar?

İŞGALDEN MEMNUN OLANLAR.

Ya da İŞGAL GÜÇLERİNDEN OLANLAR.

***

Dört yıl kendi derdine bakıp, sonra bir günde oy vererek vatani görev yaptığını sanıp, istediği sonuç olmadığında da birilerine "vatan haini", birilerine "koyun" deme kolaylığıyla olmuyor o işler.

Bedava peynir sadece fare kapanında vardır.

Ya ruhunu, kalbini koyacaksın ortaya da önce kendi cenahındaki parti ve oluşumlarda "denetleyici" olacaksın, "AKP tehdidi" ile "onaylayıcı" olmak yerine, ya da susup oturacaksın, kimseye de kızmayacaksın.

Eğer ülken için birden fazla "Ulusal tehdit" varsa,

senin ihtiyacın olan şey, "Ulusal/Milli" birliktir.

Ceylan derisi koltuk sinmiş takım elbiseliler değil.

Suçu başkasına atmak çok kolay.

Yukarıdaki maddeleri tekrar oku ve düşün:

Sen ne yaptın?

Sistem içi seçeneklerden birisini ONAYLADIKTAN sonra diğerlerini REDDETMENİN bir anlamı yok.

Sen böyle olduğun için de Genel Başkanlar için bir tehdit yok.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
1 KASIM 2015


(
Partilere yönelik sistem eleştirisi esnasında başka partiler de kendisine pay çıkarmaya kalkmasın lütfen.
Kumpas davaları sırasında ders notlarını "devlet sırrı" diye onaylayarak insanların zindanlara düşmesini sağlayan, tahliye olduktan sonra soluğu cemaat gazetesinde alan kişilerin Genel Başkan Yardımcısı yapılmasını hazmedenler, partiye destek vermekte mani görmeyenler,
Hulusi Akar'dan kahraman yaratılmasını sineye çekenler,
Erdoğan'ın "Ülkede rejim fiilen değişmiştir" açıklamasını sırf cemaate zarar verilmesi adına görmezden gelenleri hala destekleyebilenler,
tutup da başka partileri eleştirmek yerine kendilerine baksınlar, eleştirmeye kendilerinden başlasınlar.)