19 Şubat 2018 Pazartesi

AHVAL VE ŞERAİT

Erdoğan, TTB'nin açıklamaları üzerinden "Türk" isminin kaldırılması gerekir deyip gayri hukuki biçimde birilerine bu şekilde "emir" verirken, Türkiye Barolar Birliğinden de "Türkiye"nin kaldırılması gerektiğini söyleyerek esas niyetini ve düşmanlığını ilan etti tekrardan.

Burada ve kurucu felsefede "Türk" demekten kastedilenin de hedef yapılanın da "ulusal" kimlik olduğunu, ulus devlet olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti ve kurucu ideoloji Atatürk İlke ve Devrimleri olduğunu anlamak zor değil. 

Hal böyleyken Kemal Kılıçdaroğlu bu konu hakkında bir açıklama yaptı mı?

Yapabilir mi?

Peki Kılıçdaroğlu, "Türk", "Atatürk İlke ve Devrimleri", "Kemalizm", "ulusal kimlik", "kurucu irade", "ulus devlet karşıtlığı konusunda Erdoğan'dan farklı düşünüyor mu?

Artık Kılıçdaroğlu'nun ne olduğunu daha da önemlisi ne olmadığını biraz geç de olsa azımsanmayacak bir kitle görmeye başladı.

Peki ya Muharrem İnce?

Kurultay sürecinin halen devam ettiğine mi inanıyor ki yine kendince bazı dengeler yüzünden bu duruma sessiz kalıyor?

Yoksa o da mı saldırılan bu değerleri "kırmızı çizgi" olarak görmüyor?

***

Erdoğan'ın bu saldırısının tek hedefi "Türklük" de değil.

Ulusal kimliğin hedef yapılması kadar tehlikeli olan başka bir tehdide de Ümit Kocasakal dikkat çekiyor:

"Bu da Türkiye'nin ve toplumun dilimlere bölünüp ayrıştırılmasının, kurumsal yapının parçalanmasının yeni bir adımı.

Olacakları tahmin etmek zor değil. "Baro" adı altında etnik, mezhepsel, tarikat ve cemaat, hatta örgüt temelli çeşitli barocuklar türeyecek. Bu yapılar artık birer meslek kuruluşu olmaktan çıkacak. Bunlar birer hukuk kurumu olmaktan çok, belirtilen temeller üzerinde birer kabile, klan, aşiret görünümlü olacak. Avukatlık mesleğinin belirli bir düzen, disiplin ve denetim içinde yerine getirilmesi mümkün olmayacağı gibi bu "kabile" ve "klanlar", kendi aralarında da kavga edecek, ayrışacak.

Elbette avukatlar da. Her "kabile" ve "klanın" ayrı bir "reisi", düzeni, kuralları, anlayışı olacak. Haksız rekabet ortaya çıkacak. Merkezi bir güç ve düzen, denetim olmayacağından artık meslek kuralları, ilkeleri ve etiğinden, savunmanın bağımsızlığından söz etmek mümkün olmayacak. Aynı şekilde hukuk devleti ve hukuk güvenliğinden de. Avukatlık mesleğinin bir anlamı kalmayacağı gibi yurttaşın hakkını, hukukunu, hukukun üstünlüğünü, çevreyi koruyacak, kadına şiddetle, çocuk istismarı ve benzeri toplumsal sorunlarla mücadele edecek bir güç de kalmayacak.

Öyle ya hangi "barocuk" bu tür sorunlara karşı nasıl tavır alacak? Zorunlu müdafilikte, adli yardımda hangi "barocuk" devreye girecek, bunlar nasıl düzenlenecek? Yargı içinde zaten bir fetret devri ve yeniçeri isyanları yaşanırken bu kez de savunma darmadağın olacak. Bunun sonu cemaatleşme, tarikatlaşma, kabile ve klan düzenidir. Yani hukuk devletinin, hak arama özgürlüğünün ve savunmanın sonudur. Şu halde aslında bu saldırı barolar ve Türkiye Barolar Birliği'nden öte halka, onun hak arama özgürlüğünedir."

***

Bahçeli, AKP içinde yer yer mündemiç(bir şeyin içinde saklı bulunan, var olan) genelde de mülga(varlığı kaldırılan, kapatılan) olduğu için yazılarda konu bile değil.

Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kritik sürecinin Erdoğan ve AKP ile yürütülemeyeceği belli. Bu muhalefetle de muhalefete muhalefet iddiasında olup ideolojik olarak farklı bir konumlanma ve tepki içerisinde ol(a)mayanlarla da.

Umarız hem AKP seçmeninin bir kısmı hem de CHP içinde sadece CHP üzerinden liderlik savaşına odaklanan ve bu odaklanma doğrultusunda bir şeyleri sineye çeken kitle bu gerçekle yüzleştiğinde çok geç kalınmış olmaz.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
19 ŞUBAT 2018

8 Şubat 2018 Perşembe

SALLANAN VAZO VE SAVRULMASI DURAN BELHANDA - MİSİLLEME KURŞUNKALEM




"Önümdeki maçlarda arkamdan vurdular.
Sol kanadımdan çorba yaptılar."


[ Bir De Sen Vur Frikikten... - Bağzıları ]

***

İnsanlar değişmez dedi Gazeteci, birasından bir yudum aldıktan sonra. Gazeteci dediysek iktidarın ya da muhalefetin statükosundan en az birisine biat edip ruhunu satanlardan değil. Bir gazetede gazeteci. Sadece bir gazete olmayan bir gazetede gazeteci. Bir gazetede bir gazeteci nasıl olması gerekiyorsa öyle gazeteci. O gazetede bir gazeteci nasıl olması gerekiyorsa öyle bir gazeteci. Çünkü dedik ya, o gazete, sıradan bir gazete değil. O da gazeteci olmak isteyip de olanlardan değil, o gazetede olmak istediği için gazeteci olan bir gazeteci. Üstü kapalı da olsa ondan daha fazla bahsetmeyelim. Zamanı gelecek, devran dönecek. Sonra o da o devran döndüğünde devran dönmeden önce devranı dönmek zorunda bırakan dönüşümü yazacak. Ben de işte bu gazeteci o gazeteci'ydi diyeceğim.

Aslında insanın değişmeyen'i özüdür. Ve değişmek, gelişmek olduğunda anlamlıdır. İnsanın özüne doğru yola çıkarak kendisini keşfetmesi ile mümkündür bu. Kendini tanımak yerine tanınmaz hale gelmek isterse de tersi istikamette yürür. Belhanda mesela. Bugün ilk 11'de çıktı maça. Son lig maçında biraz kıpırdanmıştı ama ilk kez bugün "10 numara" oynadı, formasının hakkını vererek.



Oysa daha önce nasıldı?

Galatasaray'a küçük takımların küçük takımı şampiyon yapacak kadar yetenekli büyük oyuncusu olarak geldi. Fakat öncesinde, yeni geldiği takımda onun yerinde oynayan kişi çok başarılıydı, tanınır ve sevilirdi. Belhanda önce umursamazmış gibi davranarak hareket etti, sonra olmadı. Bu kez tam tersi bir ruh hali içine girdi. Maçlarda yüzünden olduğu yeri kaldıramayacak hissi veren bir ruh hali yansıyordu. Bu giderek daha gergin olmasına yol açtı. Sonuçta herkes kaostan beslenemez. O da beslenemedi. Derken hoca değişti. Sonra hoca ona papucun pahalı olduğunu gösterdi. Yedek kaldı. Devre arası oldu, takımdan gitme durumu söz konusuydu, hatta "başkasıyla" anlaştı diye haberler çıktı. Ama olmadı, ya gitmedi ya da gidemedi. Kaldı. Sonra kendisine dair bir yolculuğa çıktı. Muhtemelen bu onda terapi etkisi yarattı. Onu motive edecek kişileri de geçici de olsa kaybedecek şekilde davranmıştı, fakat değişim belirginleşince, onlar da ona sahip çıktı. Belki de Belhanda onları tamamen kaybettiğini sanıyordu. Sonra Belhanda, bir an için kesin yaparım, daha sonra çok daha fazla bir an hayatta yapamam, taşıyamam dediği yükü ona inanan insanlarla beraber omuzladı, zaten o o yükü aldıktan sonra gerisi kolaydı. Çünkü bazı yükler, omuzlanıldığı anda paylaşılırdı başka omuzlar tarafından. Yeterki inanılsın ve bir adım atılsın. Dünyada kötü insanlar yok mu? var. İyi insanların sessizliği kötü insanların varlığından daha mı zararlı? Zararlı. Fakat bu dünyada tek kişilik cehennemlerde insanları yalnız bırakmamak için o cehenneme o kişiyle beraber girecek ve o cehennemden o kişiyi de kendini çıkartabilecek de kişiler var. Çünkü o kişilerden bazılarının sıcağa alerjisi var, vücudu doluyor, sonra pul pul döküyor içinde birikeni. (Biraz da ondan yani.) Ki yazarken onlardan birisi, tam da şu an çıkartıyor yine üstündekini. Daralıyor. Dünyaya yollanırken bir karışıklık olmuş da giymesi gerekenden 3 beden küçük göğüs kafesini giymiş gibi.

Belhanda...

Kendisine güveniyor ve son anda kendisine olan inancını kaybetmeye başlayan insanları bile ikna ediyor kendisine.

İnsanın kendisini kendisine ikna etmesi tam da böyle bir şeydir aslında.

Bazı cehennemler, bazı kişiler istemese de iki kişiliktir en az.

Her insan, kendine bir Belhanda yaratsa da kendi hikayesinin dümenini güzel'e çevirse.

***

"Yarım kalmış devrimin bende
Değeri ne kadar olur ki sen de
çok yorulmuş gibisin
Aman o vazo düşmesin
"

[ Takımdan Ayrı Düz Koşu - Yüzyüzeyken Konuşuruz ]

***

8 Şubat, 9 Şubat'a giderken pek isteksiz. Ayağında terlik ve terliği sürterek yürümesinden kaynaklı çıkan ses çoğu insan tarafından rahatsızlık verici. Belki de yaklaşmasından korktuğu günler vardır. Yok saymak için insanüstü çaba sarf etmesine rağmen henüz bazı kareleri yok saymakta yeterli seviyeye gelememişken yenilerine hiç hazır hissetmiyordur belki de. Bilemeyiz.

Sırf can yakmak için can yakan ve aslında en çok da kendi canını yaktığının farkına varamayan insanlar arasında 0.5 ucu olan kaç kişi vardır?

Ve kaç yazı, yazara, en sevdiği yemeklerin sıcak yenmesi meselesinde engeldir ve karşıdır?

Bilinmez.

Cennete hazırlanırken cinnetin merkezinden konum atar bazen yazar, üstü kapalı kelimeleriyle. Fırtına öncesinde ya da sonrasında bir yandan bir yana yuvarlanan toz kümesi gibi hisseder de savrulur da savrulur.

Ama şanslıdır. Çünkü herkesin Ayçe ablası da yoktur Selma annesi de. O ikisinin sevgisinin ağlama hissi yarattığı insanlar vardır, bir de ansızın "müsait misin, müsaitsen sana geleceğiz" diye sorma nezaketini göstermeyen duygular. Nerede olursan ol, seni bulurlar. Kendinde olmadığında bile.

Uzun süredir lidersiz olan halk, kendi liderini bulmaya başlar. Daha doğrusu görmeye, tanımaya. O liderin "Waşington'dan, Pensilvanya'dan, Brüksel'den sesler korosu!" demişliği vardır ve de bu söylemle kendinden geçerken "Mersin'den, Ankara'dan, İstanbul'dan kırık kalpler korosu" sloganını da listesine eklemek zorunda kalan seyirciler, liderin yol arkadaşları, destekçileri.

Evet sayın seyirciler. Bu kez siz yanıt verin:
Neden, kendimize ayıramadığımız sürenin sonuna geliyoruz bu kadar çabuk ve her seferinde?

...

Bugünler de geçecektir ülkede. Hava değişirken bunda iklimin payının büyüklüğünü yine kendisi yazacaktır, yazmalıdır, eminim.

Kaç yazı vardır, sayfaları, yazı yazıldıktan sonra buruşturularak yazarın kendi kalbine tıkılır? Ve bunlar düzenli şekilde koymak yerine düzensizce tıkıştırıldığından ötürü normalden fazla yer kaplar, rahatsız edici bir düzensizliğin, dağınıklığın temelini atar?

Tam sayı bilinmez, en az bir.

Ama Belhanda önemlidir. Daralmış kadroda birilerinin ekstra iş yapması gerekirken zamanlaması mükemmeldir. Dönüşü muhteşemdir. Ve Belhanda gibi, kendi potansiyelini fark edip, yapamayacağını sandığı şeyleri yapabileceğini görmek, kaldıramayacağı ortamları kaldırabileceğini fark etmek daha da önemlidir.

Ve Belhanda bu seviyeye, önce yaptığı gereksiz artisliği bırakarak, sonra içi boş öfkesini, gerginliğini atarak gelmeye başlamıştır. Çünkü bu durumun en çok kendisine zarar verdiğini yaşayarak görmüştür. Öyle ya, bazı insanlar her şeyi yaşayarak görmeyi tercih eder. Ve bu bazen ağır tahribatlar yaratır, bedeller ödetir. (Sanki ne gerek varsa her seferde insanın kendisini bu yükün altına koymasına.)

Bir insan, Ankara kışında cayır cayır yanacak ve yazacak ne yaşamış olabilir?

Yanıt: Yazı yazarken beslenmek için Youtube'de açtığı listede her şarkı sonrası en nefret ettiği reklamlar açılmış, o da her seferde yazıyı bırakıp reklamı kapatıp sanki yeterince parça parça değilmiş gibi yazısını da parça parça yazmak zorunda kalmıştır.

Hem daha başka ne olabilirdi ki zaten?

Bu yazı da finalsiz bitsin bu sefer, bir şeylerin devam edip etmeyeceğine dair oluşan belirsizliklerin etkisiyle.


***

"Bak soldum şimdi boştayım eski bi vazo gibi
Koy ne kadar varsa buraya çürümüş çiçekleri."


[ Bir De Sen Vur Frikikten... - Bağzıları ]

MİSİLLEME KURŞUNKALEM
9 ŞUBAT 2018 0121
Cumhuriyet Ankara'sı.


7 Şubat 2018 Çarşamba

BU KAVGA, ESKİ KAVGA, "YENİ"LERİ AŞAR.

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığını defalarca kanıtlamış olan Nagihan Alçı'ya, kumpas davalarla ülke yeniden dizayn edilirken "Bizim askerlerin eşleri ve sevgilileri de Güneydoğu'daki Gaziler için marif takvimine soyunsun" diyebilecek kadar soysuzlaşmış Nagihan Alçı'ya, bu coğrafyanın gördüğü en cıvık canlısı Rasim Ozan Kütahyalı'nın eşi olan Nagihan Alçı'ya, 1920 Türkiye'sini şikayet edip onu "istenmeyen" ilan edebiliyorsan, ideolojik olarak CHP'nin mevcut genel başkanından bir farkın yoktur.


Eğer birileri, bu açıklama ve konumlamaya rağmen sırf  "delegede karşılığı var" diye Muharrem İnce'yi desteklemeye devam ede(bile)ceklerse, yani öncelik ideolojik değil de delegede karşılığın olması olmaması meselesi ise İnce ile zaman kaybetmesinler, çünkü siyasi olarak aynı şekilde konumlanan Kemal Kılıçdaroğlu'nun delegede daha çok karşılığı var.

Muharrem İnce'nin bu yazar tercihi ve söylemlerine rağmen halen ondan Atatürkçü, hele de Kemalist devrşirmeye çalışacak olanlar da Erdoğan'dan milli lider yaratmaya çalışanlara da Kemal Kılıçdaroğlu'nu her şeye rağmen savunabilenlere de hiç kızmasınlar, kendilerine baksınlar.

***



Türk Tabipler Birliği'nin yönetim mekanizmasını işgal eden güruh...

Bu oluşumu Tıbbiyeli Hikmet'lerin kemiklerini sızlatarak terörün döktüğü kana değil terörle mücadele edenlere tampon yapan bu güruh...

"Türk Tabipler Birliği" isminde en çok hangi kelimeden rahatsız olur?

Türk...

Peki sözde milli olan, birileri tarafından milli mana yüklenen Erdoğan, bu isimdeki hangi kelimenin kaldırılmasını istiyor?

Aynı kelimenin...

Türk.

Neden?

Çünkü Türk demek, ırk ve mezhep esasına dayanmayan ulusal kimlik demek, emperyalizmin kaşımak isteyeceği etnisite ve mezhep eksenli kimlik siyasetine set çekmek demek.

Ulusal Türk kimliği demek, anti emperyalizm demek.

Bir gerçeğin altını çizmekten hiçbir zaman yorulmayacağız:

Ülkenin siyasal İslam eksenli gericileri de etnisite-mezhep eksenli sol görünümlü gericileri de Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarıyla, kısacası Kemalizm ile kavgada "
Doğal müttefik"lerdir. Karşımızda ve omuz omuzalardır.

Şeklen birbirlerinden ayrı gözükseler de düşmanları aynıdır.

Ve iki taraf da iki eli kanda da olsa Atatürk'e, Cumhuriyet'e saldırmaktan geri durmaz, bu konuda birbirlerine pas vermekten de...

Bunlarla, partisine bunlar gibi gericileri dolduranlar, mücadele değil ancak müzakere eder.

Bu mücadele derin ve ideolojiktir. Saldırılar derin ve ideolojiktir.

1920'lerin, 1930'ların Türkiye'sini ve felsefesininden sadece asfaltlanmamış yol, araba yerine kağnı, güncelliğini kaybetmiş fiziki şartları anlayanları da da aşar. Zaten böylelerinin böyle bir kavgada taraf olma gayesi de yoktur.

Ahmet Taner Kışlalı'nın tabiri ile
"Göğsünü gere gere Kemalistim diyemeyenleri" de aşar.

Çünkü bu coğrafyada emperyalizmle verilecek kavganın karargahıdır Kemalizm. Vatansever olan herkesin er ya da geç, Kemalist olmak zorunda kalmadan da bu gerçeği anlayacağını hep beraber göreceğiz.

Tarık Zafer Tunaya'nın dediği gibi:

"Türk Devriminin ana fikrini kabul etmeyenlerle savaşılacaktır. Bu zorunlu gidişi baltalamak isteyenlere karşı korkmadan yiğitçe karşı koymak gerekir."

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
7 ŞUBAT 2018

5 Şubat 2018 Pazartesi

MALUMUN İLAMI - 3


Kemal Kılıçdaroğlu "30'ların CHP'si değiliz." diyordu, Muharrem İnce ise daha ileri götürerek "Ben 1920'lere dönmek istemiyorum."[1] demiş. Hem de kime demiş?

Nagihan Alçı'ya.

Düşünün, bunları Nagihan Alçı'ya söylüyorsunuz.

Muharrem İnce'yi destekleyen ve Muharrem İnce'den kat be kat milli ve İnce'den farklı olarak Kemalist olan dostların hatırına,  kendisi hakkında kurultay sürecinde neredeyse hiçbir olumsuz söz etmedik.

Hele de dostların azımsanmayacak bir kısmı Muharrem İnce'nin seçim kazanacağına o kadar inanmıştı ki "bari süreci baltalayan muamelesi görmeyelim" dedik.

Ümit Kocasakal'ın "1920'ler, 1930'lar" atfı yaparken kastedilenin asfaltsız yollar olmadığını anlamak için çok ileri bir zeka düzeyine gerek yok. Lakin meseleyi hep kişisel görenlerin meseleyi fikirsel görenleri anlaması biraz zor. Çünkü onların kafalarında öyle bir seçenek yok.

Fakat biz yine de yakın zamanda aramızdan ayrılan Aydın Boysan'ın sözünü anımsatalım, belki birilerinin algı yollarındaki tıkanıklığın, iltihaplanmanın azalmasına faydası olur:

“Hızır gelip de bir kez daha ömrümün bir bölümünü yaşama fırsatını verse ben ilk yılları seçerim. Patlak ayakkabılarım, yarı aç midem, üşüten giysilerimle Cumhuriyet’in ilk yıllarını... Çünkü saygın bir ülkenin onurlu vatandaşlarıydık..."[2]

Birileri Muharrem İnce'nin açıklamasına şaşırıyor ama hiç şaşırmasın. Çünkü Muharrem İnce hep buydu hep bu kadardı. Daha fazlası olduğu iddiasında olmadığını da belli konuşmalarında belirtti. Görmek, yüzleşmek isteyene...

İdeolojik tercihler ortada, bir insan "sosyal demokrat" dairenin içinde en fazla bu kadar milli, Atatürkçü olabilir, anti emperyalist olma ihtimalinin zayıflığına değinmiyoruz bile...

Zamanında çok değerli bir vekil büyüğümüz -ki büyüklüğü vekilliğinden değil vekilliğine rağmen-, önceki seçimde Muharrem İnce'yi destekleyeceklerini açıklayıp bizlerden destek istediğinde şunu demiştik:

"Biz, bu seçimin anti Kemalist birisi ile Kemalist olmayan birisi arasında görüyoruz. Anti Kemalist olmayan birisinin seçim kazanması şüphesiz ki Kemalistlere mevzi açabilir. Fakat Muharrem İnce, bizim kefil olup kendi kredimizi ortaya koyabileceğimiz bir aday değil."

Keşke yanılsaydık.

Açıklamaların vahametinden daha vahim olansa açıklama yapılan kişinin insanlık tarihinin en .... (boşluğu herkes kendi içinden doldurabilir, yazmadan.) kişisinin, gazeteci görünümlü tetikçilerden Nagihan Alçı'ya yapılması.

(Aynı Nagihan Alçı'nın Kurultay'dan sonra Ümit Kocasakal'ı da aradığını ve Ümit Kocasakal'ın kendisine "Benim size anlatacak bir şeyim yok" dediğini de belirtelim.)

Ama yine de teşekkür ederiz Muharrem İnce. Kemalist, anti emperyalist olduğunu hiçbir zaman gizlemeyen Ümit Kocasakal ile ilgili olarak "hiçbir benzerliğim yok" diyerek bizim anlatmakta yer yer zorlandığımız bu ayrımı ilk ve karşı ağızdan dillendirdiğin için.

Bu açıklamaya rağmen de birileri Muharrem İnce'den Atatürkçü, Kemalist devşirmeye, ona böyle anlamlar yüklemeye çalışmaz herhalde.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
5 ŞUBAT 2018

Not bir: Bir yanı ile Muharrem İnce'nin kaybetmesine gerçekten sevindim. Yoksa yakın çevresinin bile "defosu çok","genel başkan olursa çok yerden vurabilirler" dediği bir kişiye destek vermek zorunda hisseden ve vatanseverliklerine bizzat kefil olduğum partili, Kemalist, Atatürkçü arkadaşlar, dostlar, sonrasında yaşanacak olanlarda ağır bir vebal altında kalacaklardı. Şükür ki bu yıkımın bedeli sadece Kemal Kılıçdaroğlu destekçilerinin boynuna asılacak.

DİPÇE 1

[1] http://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/1824333-kurultaya-o-isim-damga-vurdu
[2] 
https://www.gazeteoku.com/yazar/melih-asik/239515/aydin-boysan

4 Şubat 2018 Pazar

VİCDANİ İRTİFA KAYBI TÜM HIZIYLA...

Kendi yazılarımızda da defalarca belirttik ve belgeledik, Cumhuriyet gazetesinin mevcut ve gayri hukuki yönetiminin terörle mücadelede Türkiye Cumhuriyeti'nden ziyade narko-terör örgütü PKK'dan yana tavır aldığını, yayın politikasında PKK'nın hassasiyetini ve imajını önemsediğini.

Ve bu kaygıyla haberleri kesip biçmekte, çarpıtmakta, yerine göre de bazı haberleri görmezden gelmekte bir sakınca görmediğini de kendi yayınlarından biliyoruz.

Oysa gazetenin terör saldırısıyla öldürülen yazarı, Kemalist aydın Uğur Mumcu ne demişti?

"Terör, kullanan ile kullanılanın, korkutan ile korkutulanın birbirlerine karıştığı, kahramanlık yanı olmayan, kör ve iğrenç bir mekanizmadır. Teröristin de, karanlık emellerine yönelirken çevresinde uyandırmak istediği kahraman görüntüsüyle gerçekte hiçbir ilgisi yoktur."
[1]

***

Posta gazetesi Metin Akpınar ile bir röportaj gerçekleştirmiş. [2]


Röportajda Metin Akpınar, genel olarak savaşa karşı olduğunu söylemiş. Fakat Afrin Harekatını desteklediğini, operasyonun çok dikkatli yapıldığını, iyi gittiğini de belirtmiş. Savaş karşıtlığı meselesinin de bu harekattan bağımsız olarak söylediğini de...


Sonra referandum eksenli bir soru sorulmuş kendisine, o da referandumda hayır oyu verdiğini belirtince de röportajı yapan kişi bu kez kendisine korkup korkmadığını sormuş, Akpınar da şöyle bir yanıt vermiş bu soruya:

"Korku bulaşıcıdır. Bulaşmaması için tedbirli olmak gerekir. İnsanlar nasıl özgür beyanlarını verip geleceklerini tayin edebiliyorlarsa, kanaatlerini söylerken de özgür olmalıdır. Bedel ödenecek ise, ne yapalım 77 yaşından sonra hapishaneye de gireriz."[3]

Peki bu röportajı Cumhuriyet gazetesi nasıl manşete taşımış?


"Metin Akpınar: 'Savaşa hayır' diyenlerdenim... 77 yaşından sonra hapse de girerim" [4]


Terör örgütleri, terörizm olgusu sadece kendi çıkarlarını düşünür. Bu kapsamda her şey ve herkes onlar için kullanılabilir, harcanabilir, hedef yapılabilirdir.

Teorik olarak terör örgütlerine terör örgütü olarak bakmayan ve teorik manada terör örgütleri ile aynı tarafta konumlanmakta sakınca görmeyen gazetenin mevcut yönetimi, pratikte de terör örgütleriyle aynı yöntemi benimsediğini gösteriyor bu haberinde.

Nasıl ki terör örgütü eylemlerinde küçük çocukları öne sürmekte bir sakınca görmüyorsa Cumhuriyet gazetesi yönetimi de kendi propagandası uğruna Metin Akpınar'ı öne sürmekte, hedef yapmakta bir sakınca görmüyor.

Metin Akpınar bu çarpıtma yüzünden gözaltına alınsa ne olacak?

Allah göstermesin, ya böyle bir kapsamda Metin Akpınar, ciddi bir sağlık sorunu yaşarsa?

Hatta daha ötesi olursa?

Bunun vebali kimin boynuna olacak?

Hesabını kim verecek?

Öyle bir durumda adam öldürmeye teşebbüs eden mevcut adalet anlayışı ve arkasında siyasi iktidar olacak. Peki adam öldürmeye teşebbüs suçuna yardım ve yataklık suçunu işleyen kim olacak?

Bu cinayet girişiminin tetikçisi, hedef göstericisi kim olacak?

Tıpkı terör örgütleri gibi Cumhuriyet gazetesinin yönetimi de kendi propagandasını önemsiyor, bunun kendileri dışındaki insanlarda yaratacağı tahribatı, zararı önemsemiyor.

Gazetenin gazete ile alakası olmayan yönetim mekanizması, vicdani irtifa kaybına tüm hızıyla devam ediyor, insani kaygıları olan herkes için çok daha endişe yaratıcı, korkutucu ve hedef alıcı yayın anlayışı ile.

Gazetenin Radikal-Taraf-Özgür Gündem-Zaman gazeteleri karışımı yayın politikası en çok sahte muhalefetten beslenen iktidara yar(an)ıyor.

Çünkü hem Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı konusunda doğal müttefik gibi hareket ediyorlar hem de AKP'ye, karşıtlığı körüklemek için "malzeme" sevkiyatı yapıyorlar sütunlarından, sosyal medya hesaplarından.

Ancak umutsuzluk da yok pes etmek de.

Elbet bunların da hesabı sorulacak. Ve bu yazılar, o hesap sorulurken "dünün tutanağı" olarak önlerine konacak.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
5 ŞUBAT 2018

Not bir: Öte yandan da anlıyoruz ki birilerinin derdi bazı gazetelerin terör örgütü propagandası yapıyor olması değil. Dert, kendi iktidarlarını güçlendirmek, karşıtlık ekseninde siyasetle kendi kitlesini diri tutmasını sağlayacak "kötü" ve "yasadışı" yayınlara yaşam alanı tanımak. (Normalde güçler ayrılığı ilkesi ile bu cümleleri kurmamamız gerekir. Çünkü konunun muhatabının yargı olması gerekir, bağımsız yargının... Fakat güçler ayrılığı ilkesinin yetki gaspı ile güçler birliğine dönüştürülmesi sonucu ülkedeki adaletsizliğin sorumlusu, mevcut siyasi iktidardır artık.
Not iki: Burada tüm eleştirimiz, gazetenin yönetimini hem ideolojik hem de fiziken işgal eden neoliberal-ikinci cumhuriyetçi-
sosyal demokrat-etnikçi yönetiminedir. Gazetenin kurumsal kimliği ile en ufak bir sorunumuzun olamayacağı gibi gazetenin içinde bu duruma karşı olan, bu tarz yazılarda en az bizler kadar rahatsızlık duyan çalışanlar olduğunu biliyoruz. Bu "çalışanlar" içinde mücadele etmeyi tercih etmeyenlerin ve her şeyi göze alarak kapalı kapılar ardında mücadele edenlerin olduğunu da...

DİPÇE
[1] Kürt Dosyası, Uğur Mumcu, 1993
[2] http://www.posta.com.tr/metin-akpinar-77-yasindan-sonra-hapse-de-girerim-haberi-1378276?utm_source=twitter&utm_medium=post&utm_campaign=gundem
[3] http://www.posta.com.tr/metin-akpinar-77-yasindan-sonra-hapse-de-girerim-haberi-1378276?utm_source=twitter&utm_medium=post&utm_campaign=gundem
[4] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/919444/Metin_Akpinar___Savasa_hayir__diyenlerdenim_77_yasindan_sonra_hapse_de_girerim.html#