4 Ağustos 2016 Perşembe

90+2 - Çağdaş BAYRAKTAR



Çok fazla şey yazmak istediğim dönemde askerlik nedeniyle yazılarıma ara vermek zorunda kalacağım için, sosyal medya üzerinden duyurumu yapıp dükkanı kısa süreliğine kapatmıştım.
Fakat değerli bir ağabeyim, bugün yazılan bir yazıyı önüme koyunca, bir veda busesi koymak farz oldu.

***

İşgal kuvvetlerine ait dolap içinde "Kaos anında 1. dereceden kurtarılacak" aparat Can Dündar, "Askerin boşluğuna kim yerleşecek?" diye sormuş yazısında.

Yine yazılarının hemen hemen hepsinde olan algıyı kurgulamış.

Objektif analizler kasan yazar moduna girmiş, ama sevinç gözyaşları yine satırlarından taşmış.

Bir farkla. Bu kez cümleler, algılara monte edilmek için diğer yazılarda olduğu gibi derinlere gömülmek yerine yazının girişinden kendini bırakmış.

Ülkede TSK açısından olan-bitenden nasıl bir keyif aldıysa...

***

AKP ile "kafeslendiği" bizzat emperyalizmin 1. dereceden tetikçileri tarafından itiraf edilen TSK hedef tahtasına konar da Can Dündar durur mu?

Durmaz.

Şöyle girmiş yazıya Can Dündar:

"Türk siyasetinin en önemli aktörü emekli oluyor. Gönüllü değil zorunlu bir emeklilik bu; sahneden kovuluyor.
Rütbeleri sökülüyor, okulları kapatılıyor, kışlasının kapısına çöp arabasından barikat kuruluyor, yıllarca hükmettiği sivillerin idaresine bağlanıyor.
Bir dönem bir mektubuyla hükümeti, bir ters bakışıyla başbakanı deviren kudretin asırlık iktidarı un ufak oluyor.
Kimi gözyaşlarıyla, kimi davul zurnayla uğurluyor onu...
Şaka değil; giden, bir ulusal kimlik aynı zamanda...
“Asker millet”, tarihinde ilk kez tankların önüne yattı, üstüne çıktı, üniformalı birilerine “hain” damgası yapıştırdı.
“Her Türk asker doğar” diye rap rap yürüyenler, birden ana rahminde edindiklerine inandıkları meslekten soğudu.
Asker çekiliyor şimdi...
Sadece kışlasına da değil, kabuğuna..."

Bu cümleleri okur okumaz kendi öngörüsüzlüğüme kızıyorum önce; "Keşke elime yakılan kınayı daha idareli kullanıp, başkasına da lazım olur diye bir kısmını bugünler için ayırsaydım. O zaman böyle sadece "keşke"lerde de kalmazdım."

Anakronizm, herhangi bir olay ya da varlığın içinde bulunduğu zaman dilimi (dönem) ile kronolojik açıdan uyumsuz olması.

Olayın bulunduğu şartlardan soyutlanarak değerlendirilmesi, daha doğrusu yargılanması, Anakronizme girer mi emin değilim.

Ama böyle bir "yanlış"ın da olgunun da varlığından Can Dündar'ın haberdar edilmesinde fayda görüyorum, eğer ki işgal kuvvetlerinin "sivil" askeri olarak bunu bilinçli es geçmiyorsa.

Kurumları, erkleri, üniformaları her şeyden soyutlayarak irdelemek; sadece bir düşüncenin temelsizliğini derinleştirir.

Oysa her coğrafyanın, ülkenin kendine göre dinamikleri vardır. Bu aşamada bir hareketi, kurumu, o coğrafyaya kazanımları ya da kayıpları üzerinden değerlendirmek gerekir.

Emperyalizm tarafından her dönem siyasi unsurların pasıyla kafeslenebilen TSK'nin yaptığı 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini savunmak söz konusu olamaz.

Fakat son iki yüz yıl üzerinden bu toprakları inceleyen birisi, bu topraklarda "ilericilik" kavgasına en fazla alanı açanın da "gericiliğe" karşı en büyük "caydırıcı"nın kim(ler) olduğunu da çok rahat görür:

İttihat ve Terakki Cemiyeti,
Cumhuriyet Halk Partisi,
Türk Silahlı Kuvvetleri.

Bu üç kurumun zamanla gericiliğe ödün vermesi başka bir konudur. Fakat bu topraklarda ilericiliğin uzun dönem oksijen çadırları oldukları aşikardır.

Buna rağmen ne diyor Can Dündar yazının devamında:

"Çağdaş bir demokrasi için sevinilecek gelişme... Tuhaf olan, askerin bu kadar siyasetin içinde olmasıydı aslında...
Cumhuriyet’i kuran kadronun asker olmasının yarattığı gelenek, yıllarca orduyu, toplumun en güvendiği kurum olarak baştacı etti. Asker, her zaman ayrıcalıklı ve itibarlı bir pozisyonda oldu. Bazen, “Silahlı Kuvvetler” imzalı bildirilerle yönetime el koydu; bazen, “Artık silahsız kuvvetler halletsin” diyerek sivilleri harekete geçirme misyonuna soyundu.
Ama her daim mıh gibi, siyasetin tam orta yerinde durdu."

Yazının sonunda,

"Bu kıskaçtan çıkışın tek yolu var:
Askeri/sivil her tür baskı rejimine karşı duran, demokrasiye inanan ve bir haziran günü birliktelikten gelen gücünü gösteren toplumsal dinamiğin, bir an önce buluşup örgütlenerek, sabırla, sağduyuyla yarına hazırlanması...
Parkları kışla değil, kışlaları park yapmanın vaktidir şimdi..."
diyerek demokrat ve özgürlükçü pozlar kesen Can Dündar, üstte alıntılanan kısımda
"Bazen, “Silahlı Kuvvetler” imzalı bildirilerle yönetime el koydu; bazen, “Artık silahsız kuvvetler halletsin” diyerek sivilleri harekete geçirme misyonuna soyundu." da diyerek hem bir kurumun siyasete müdahale etmesine hem de sivil iradeyi sorumluluk almaya davet etmesine bozuluyor. Birbirinden farklı bu iki seçeneği kendi adaleti bozuk terazisinde eşitleyerek.

Peki hem askerin baskın olmasına hem de askerin sivil unsurları öncü olmaya davet etmesine aynı anda neden bozuluyor Can Dündar?

Çünkü bunları doğruyu aramak için değil, bir kuruma olan nefretini meşrulaştırmak için yapıyor, yazıyor.

...

Yazının başka bir kısmında bu darbe girişiminde bulunanlar için FETÖ demek yerine şu tabiri kullanıyor:

"Gülenciler".

Bu tabir, Fethullah Gülen'in bu girişimdeki rolünü inkar etmeye çalışırken somut delillerin de varlığı yüzünden "Girişimde bulunanlar içinde beni seven kişiler olabilir" açıklaması ile ne kadar da "paralel"lik gösteriyor değil mi?

(Yazı dışı not: Fethullah Gülen'in cemaatine terör örgütü diyebilme yarışında Kılıçdaroğlu, Can Dündar'a karşı 1-0 önde. Bu maçla ilgili "alt" bitme ihtimaline kesin gözüyle bakan bahis şirketleri, bu sebeple maçın alt bitme ihtimaline gayet düşük oran veriyor. Tıpkı bu ikilinin PKK'ya terör örgütü denmesi müsabakasında olduğu gibi.)

***

Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Zamanında üniformaya haklı ya da haksız sırtını dönen bu toprakların insanı, o askerlerin kendi namusunu kurtardığını yaşayarak gördü, kendisi de o üniformanın bir parçası olarak.

Bilinçli olarak ıskalayan merminin sesinden masum insanların arkasına saklanan, imkan bulduğunda seke seke olay yerinden olay yerinde masumları kaderine terk ederek uzaklaşan "Seferi Genel Yayın Yönetmeni" eminim ki bu toprakların kaderini ve insanların yaşayacağı sorunları önemsemiyordur.

O yüzden ne olursa olsun bu topraklarda kalacak olanlar için anımsatmakta fayda var:

Bazı kurumlar, çok fazla kan kaybettiği durumlarda bile bazı tehditler için caydırıcılığını korurlar. Yapısal ve karakteristik değişiklik yaşamadığı sürece.

Çünkü bizler için en çok eleştiri alıp yetersiz kaldığına inanıldığı dönemde bile varlığıyla rahatsız ederler karşı tarafı.

Şimdi yeniden yaşayarak göreceğiz, ülkede laikliğin yegane teminatı olan ordu sivilleşerek "caydırıcılığını" yitirdiğinde heykellerini yıkmaya pek meraklı olduğumuz, yerden yere vurduğumuz bazı unsurları, kurumları mumla arayıp aramayacağımızı.

Umarım çok geç kalınmaz; kaybedildikçe öneminin farkına varılan kazanımlara sahip çıkılması hususunda.

Aksi halde... cümlenin devamını getirmek bile istemiyorum.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
4 AĞUSTOS 2016

Bahsedilen Can Dündar yazısının tamamını okumak için:
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/578435/Askerin_bosluguna_kim_yerlesecek_.html