24 Mart 2019 Pazar

YAŞA(YAMA)MAK AĞRISINDAN TAŞANLAR


"Kabullenmek çıplak ayak ateşte yürümek gibi
Varlığın cennetmiş yokluğun da cehennemin dibi"


 [ Ölüler Konuşur mu?, K'st ]

***

8 Eylül'den sonra gelebilecek en sönük ve sessiz 9 Eylül'dü, durmuştu teker. Bir iki yıllar sonra bir 7 Eylül, beklentisiz bir tebrik kaygısıyla aranan, "Nerede kaldın" diye açılan, içinde hayır denmeyecek bir çağrı barındıran telefon. Sonra, sonra yine bir 9 Eylül, başka türlü ve başka yönde dönmeye başlayan teker, o zaman anlamı çok bilinmeyen.

İşte o tekerin döndüğü gündür İstanbul'a temelli ayak basış. Ne manidar hayatın matematiği ve rövanşist.
Şimdi 24 Mart, kardeşim, değerlim Çağla, dün ve iyi ki doğdu, babamınsa yeniden doğmasına en az 3 gün var.

6 ay geride kalmış İstanbul'da ve ben bu 6 ayda hiç gidememişim Amiral'in yanına. Kallavi bir yanılgıdır, insan, bir şeyleri tamamen hallettikten sonra gitmeyi, gelmeyi düşünüyordur ama genelde ertelenir. Bazen ertelemek, sadece vicdan hafifletmektir. Ve bazen, telafisi olamayan pişmanlıktır.

Önünden geçtiğim tüm arabaların kaputlarına kafa vurmak istercesine bir özlem, pişmanlık.

Amiral da öyle yaptı. Daha çok görüşebilirdik fikri her geçen gün zihnimi kemirirken demiştim, Amiral'im, yazalım. Tamam dedi, ben sabit duramam, ben anlatacağım gezerek evin içinde, yazacaksın sen. Ama dedi, ben bu illeti atacağım bünyemden, iyileşeceğim, sonra yazacağız. Dedim tamam, ama yine de bir yerinden başlayalım. Dedi bekle, başaracağım.

Gerçekten de insanüstü bir çaba sarf etti. Ay dediler yıl direndi. Şimdi ben, şimdi bugün, şimdi önündeyim mezarının, yok diye sen şimdi, buradayım, yok diye frezya, toprağına ektiğim, hercai. Artık tek kişilik yazılacak o kitap ve benim için en değerli vasiyetin.

Mezardan çıktım, aradığım Tamer Abi. Çünkü ihmal ettim, ha aradım ha arayacağım, bir şeyler netleşsin de öyle döneyim derken ihmal ettim, neredeyse hiç aramadım onu ki o dünyanın en güzel insanlarında başı çekeni, tek kereliğine dünyanın en iyi çanta ulaştırıcısı.
Ve Evren Abla, yüzüme bakmasa yeri. İyisiniz değil mi?

Ben geldim dedim Amiral'im. Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladıktan sonra, Cumhuriyet gazetesi çalışanı olarak ilk kez yanındayım ve elimde, Murat Eren'in manşet olduğu ve "Hedefteki Donanma Taarruzda" başlıklı Cem Gürdeniz röportajımın olduğu gazetelerden birer tanesi. Cebimde, Amiral'in not defteri ve Murat Eren'in er ya da geç yeniden kullanacağı helikopterin minyatürü. Dedim, Amiral, şimdilik bunlarla geldim ama sözüm var, tutacağım, olacağız ve yazacağım. Elimde, ektiğim çiçeklerden kalan çamur tortusu, senden bir parça diye yıkamaya kıyamadığım.



Kalıcı durumların acısı geçici olsun diye dua edersin ama olmaz. Hafif ilerdeki mezardaki kadının feryatları, mezarda yatana "yalvarırım geri gel, yapamıyorum" yanıtsız çağrısı.

Geçici olduğunu bildiğin, geçici olması gereken kopuklukların kafa kopukluğu seviyesinde kesmesi nefesi'nin, bir kişi eksik hevesin.

Mezarlıklarda kendini huzurlu hissetmek, kendini orada bulmak. İnsanın farkında olmadan yaptığı her şey kendini bilmezlik değildir. Aksine bazen, kendini bilmek ama bildiğinin farkında olmamak ya da yüzleşmek istememektir. Bu sebeple insan, yapmam dediği halde bazı yaptıklarını, çağırmam derken çağırmasını ve gelmem dediği halde gelmesini hayra yormalıdır, şerre değil. Eğer içinde kurduğun tüm barikatlara rağmen iç sesin seni o barikatları aşarak bir yere getirecek kadar güçlü ve sağlamsa, kaldığın ya da döndüğün değil geldiğin yerden devam et'meli, geri dönme'meli. En azından ben artık öyle yapıyorum.

Daha bugün, iki arkadaşımın babalarının ölüm haberleri alt altaydı. Dün de bir ablamın annesinin. Öyle ya, yarının ne getireceği belirsiz. Yarının getireceği olumsuz bir durumun sonrası daha belirsiz ki bu noktada inançlar ne der bilmem ama K'st'ün kaygısı gayet gerçekçi ve insancıl:
"Bu ruhlar meçhulde buluşur m' oğlum?!"

Bazen beklemek, beklemektir; tepeden tırnağa ve sadece. En ufak kıpırdamadan. Ama işte hayat ve işte bugün önünden geçtiğim, henüz adresi belli olmayan bir mezar'lık.



Ben ya da sen, ya da biz'ler, belki yarın orada olmayacağız, lakin bunun garantisi var mı? Ayrıca söylemediklerinden, yapamadıklarından mütevellit ağırlaştı insan, bu haliyle kabre sığar mı?

Gitmeden önce dedi Erdal Abi, kalmadı artık pek de insanlarda ahde vefa, dedim öyle ama abi yapma, maneviyatı çıkardığında ne kalır insandan geriye et ve kemikten başka?

Amiral ile yeteri kadar konuşamadım. Şimdilerde ise bir işaret'e yorarsam ya da rüyamda duyarsam ne âlâ. Oysa olsaydı şimdi, sorsaydım, danışsaydım da benim de kutup yıldızım olsaydı, iki söz daha var ona verdiğim ve tutmam gereken, elimden geleni yapacağım, farkındayım. Neler vermezdim 15 dakika daha sohbet etmek için onunla. Bilsem, gelmez miydim o dönemde her fırsatta Adana'dan Ankara'ya. Yapamadım, pişmanım ve bunun telafisi geri dönüşü yok.

Belki de bu yüzden artık, ıskalamamak, ertelememek, en en doğru anı bekleme kaygısına düşmemek gerek. Iskalamadığın kadar tutunabilmek hayata.

Kayra'nın "Gecenin bir vakti su içmeye kalktım. Cernat'ın Bursa deplasmanında attığı gol aklıma geldi. Bir anda çok fazla şey özledim. Herkesi özledim." cümlelerindeki özlem'in esiriyim. Ve tabii ki Senâ'yı da. Elimden ne geliyorsa yapıyor, içimden ne geçerse yazıyorum. Lakin keşfederken keşfedilmek istemekten bir tık fazlası ve en az iki yer vardı ağlamak istediğim,
çok istedim,
ağlayamadım.
***

"
Hasretim sürahi emri verdi rakı bardağına"



ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
24 MART 2019 1721
İstanbul, yani Facire-i Dehr

Ve ben yazıyı yazarken arkada erketeye yatıp yazıyı yazmamı sağlayan parça:

https://www.youtube.com/watch?v=Je2I7AxwjXg



6 Ocak 2019 Pazar

"EVET AMA YETMEZ" EKREM BAŞKAN! - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR




Hizmet anlayışı, yapıcılığı, enerjisi ile sadece belediye başkanı olduğu Beylikdüzü'nün değil, Beylikdüzü'nde yaşamayan yurttaşların da sempatisini kazandı Ekrem İmamoğlu...

Ve de Mart ayında yapılacak yerel seçimlerde CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu.

Bu kapsamda da yaklaşık 10 gün önce(27.12.2018) "İstanbul Yolunda Büyük Buluşma Toplantısı" gerçekleştirildi. Ve Ekrem İmamoğlu'nun yaptığı konuşmanın da tam metni servis edildi.

Metinden bazı kısımları paylaşalım:

Ekrem Başkan, İstanbullu seçmenin kendisine üç soru sormasını istiyor. Birincisi, "Bu şehri gerçekten kim daha iyi yönetebilir?" İkinci soru, "Bu şehir daha iyi nasıl yönetilir?" Ve üçüncü soru:

"Bu şehir nereden yönetilsin?"

Bu cümlenin yarattığı yadırgama geçmeden devamında şu tuhaf bilgilendirme ve tespit geliyor:

"İstanbul tek başına bağımsız bir ülke olsaydı, dünyanın ilk 25-30 büyük ekonomisi arasında yerini alırdı. Bu yüzden, İstanbul, Ankara'dan yönetilemez, yönetilemiyor!"

İstanbul'un "Küresel iddia sahibi bir marka kent" haline getirmek istediklerini söyleyen Ekrem Başkan, beş büyük somut hedefinden bahsediyor.

Bunlar, ulaşım ve trafik sorununu çözmek, pahalı yaşamı ucuzlaştırmak, kentsel planlama ile imar ve deprem sorunlarını çözmek, işsizlik sorununu çözüp İstanbul'u çekim merkezine çevirmek ve işsizliği çözmek.

Ve bunlar için yine gerekçesini yineliyor, daha doğrusu konuyu aynı yere bağlıyor:

"Peki bunları nasıl yapacağım? Her şeyden önce bir 'Kent Anayasası'yla'... Toplumsal uzlaşmayla yazacağımız yeni bir mutabakat belgesiyle..."

Bu "hakikat örtücü" cümleleri "Yeni Anayasa" görüşme ve hedeflerinden kelimesi kelimesine hatırlıyoruz.

Ekrem Başkan yine sorun ve çözüm önerilerinden bahsediyor ve yine ekliyor:

"Bu yüzden Kent Anayasası diyoruz. (...) İşte bu yüzden İstanbul Ankara'dan yönetilemez diyorum."

Dikkat edin, İstanbul ya da Türkiye Saray'dan yönetilemez denmek suretiyle Erdoğan "rejimi"ne yönelik bir söylem yok. Hedef doğrudan merkezi yönetim.
Devamında şu sözler yazılı metinde:

"21. yüzyıl yerel yönetim anlayışını şehrimizle buluşturmak istiyoruz."

Siyasete, kavramlara ve emperyalizmin terminolojisine biraz hakim olan kişiler bu cümleden "Yerel yönetimlere özerklik" anlamı çıkacağını bilir. Ve onun ne anlama geldiğini de...
Başkan ısrarla vurgulamaya devam ediyor:

"İstanbul'u İstanbul'dan yönetmenin sözünü veriyorum."

"Artık İstanbul'u İstanbul'dan yönetme iradesini göstereceğiz."

Hakkını yemeyelim, açıklamanın son kısmında Atatürk ve arkadaşlarının emanet ettiği, Cumhuriyet'e ve demokrasiye sahip çıkan bir anlayış vaat ediyorum diyor. (Silah arkadaşları yerine arkadaşları diyor. Muhtemelen silah kısmı Canan Kaftancıoğlu tarafından tıraşlanmış olabilir.)

***
Demek ki Ekrem Başkan'a göre İstanbul'daki tüm sorunların kaynağı İstanbul'un Ankara'dan yönetilmesi'ymiş.

AKP'lilerin bile bu konudaki bazı düşüncelerini (en azından en yetkili ağızdan ve) doğrudan söylemeye çekindiği yerde Ekrem Başkan yoruma açık bırakmadan aklındakileri söylüyor. Kendisine inanan birçok kişinin gönüllerine ateş düşürürken başka birilerinin gönlüne, daha doğrusu o birilerinin aklından geçenlere ferahlık ve coşku serpiyor. (Bu metindeki tezin oluşmasında Canan Kaftancıoğlu'nun "proje sorumlusu" gibi çalıştığını da biliyoruz.)

AKP demişken; yerli ve milli olma iddiasında olan iktidarın bu açıklamalar üzerine "Ne yani, Türkiye federasyon modeline mi geçsin? Bunlar emperyalizmin karşısındaki son kale olan ulus devlet/merkezi yönetim düşmanları! Bunlar dış mihrakların adamları! Bunlar federasyon modeli üzerinden bölünme istiyorlar!" söylemleri ile yeri göğü inletmesi gerekirdi. Yandaş basının da bu söylemleri çarşaf çarşaf yayımlaması, ifşa etmesi...

Tabii gerçekten yerli ve milli olsalardı, emperyalizmle mücadeleleri(!) dizi senaryoları ile sınırlı kalmasaydı. Basın da yandaş değil, fikri hür, irfanı hür ve vatansever yurttaşlardan oluşsaydı.

***

Peki, Ekrem Başkan'ın "İstanbul Yolunda Büyük Buluşma Toplantısı"ndaki bu sözlerine ne demeli?

"Evet ama yetmez!"

Bu açıklamayı emsal kabul etmeli ve devamını getirmeli:

"İstanbul'un Ankara'dan yönetilemediği yerde etnik yoğunluğu sebebiyle başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu Anadolu bölgesi de Ankara'dan yönetilemez!"

"İstanbul'un Ankara'dan yönetilemediği yerde neredeyse diğer tüm şehirlerle arasında muazzam gelişmişlik farkı olan İzmir de Ankara'dan yönetilemez!"

"Güneydoğu'nun, İzmir'in, İstanbul'un Ankara'dan yönetilemediği yerde gelişmişliği ve jeopolitik önemiyle Trakya bölgesi Ankara'dan yönetilebilir mi? Elbette yönetilemez!"

"Bu şehir ve bölgeler Ankara'dan yönetilemez de, limanı ve verimli toprakları ile Adana-Mersin, yani Çukurova bölgesi Ankara'nın inisiyatifine bırakabilir mi? Böyle bir şey olabilir mi!"

Ne diyordu emperyalizm...
"Artık dünyada büyük ülkeler olmayacak. Sömürünün daha da kolaylaşması ve "büyük" engellerin küçülüp sömürücüler için engel olmaktan çıkması için kent(kanton) devletler dönemi başlayacak."

Bravo Ekrem Başkan...

Birilerinin içeri bakmaya cesaret edemediği ve kaçamak bakışlarla süzdüğü mahrem odanın kapısına ne büyük bir tekme attın... Ve o kapıda ne büyük bir oyuk açtın...

Beylikdüzü Belediye Başkanıyken sosyal medya hesabından neredeyse her gün "Andımız"ı paylaşırken sen, biz de hep "Ekrem Başkan'a şans verilse de bir şeyleri değiştirse" diyorduk.

Ve emin ol değişim derken böyle bir değişimi kastediyorduk(!)

Çok sağ ol.

Bu "iyiliğini" biz unutsak tarih unutmaz, yazar...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
6 OCAK 2019

26 Ağustos 2018 Pazar

BÜYÜK TAARRUZ SAAT KAÇTA BAŞLADI? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

Bazen herhangi bir konuya dair çok derine indiğinizde yüzeysel bir konu gözden kaçabiliyor. Dün gece bir dostumun sorusu, Büyük Taarruz'a dair bir "muallaklığı" fark etmemi sağladı. Sorusu şuydu: "Büyük Taarruz 04.30'daki topçu atışı ile başlamışken, Kurtuluş(1994) filminde neden saat 05.30 olarak gösteriliyor? TRT yapımcılarının tarih bilmezliği mi?" Kurtuluş serisinin senaristi Turgut Özakman ki kendisi bu alandaki en bilgili kişilerden birisi. Bunun üzerine bu alana hakim ve kitaplığımda da kitapları olan kişilerin "Büyük Taarruz kaçta başladı" sorusuna verdikleri yanıtları araştırdığımda iş daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Şöyle ki: Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta(1927) "Saat sabah 05.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı." diyor. Atatürk döneminin lise Tarih(1931) kitabı, dördüncü cildinde "Sabahleyin beş buçukta gittikçe şiddetlenen yoğun topçu ateşiyle büyük saldırı başladı." diyor. Büyük Taarruz'da 1. Kolordu Komutanı olan Orgenaral İzzeddin Çalışlar, "İzzeddin Çalışlar'ın Anılarıyla Gün Gün, Saat Saat İstiklal Harbinde Batı Cephesi"(1932) kitabında, Büyük Taarruz'a dair kendisinin orduya yazdığı 26 Ağustos 1922, 05.30 tarihli raporda, "Karanlık sebebiyle taarruza ancak saat 05.00'te girişilmiştir." diyor. Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali(1963) ikilemesinin ikinci cildinde, "Taarruz, 26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah saat 4.30'da topçu ateşi ile başladı." diyor. Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam(1964) üçlemesinin ikinci cildinde, "Gün ağarırken saat 4.30'da topçunun tanzim ateşi başladı. 5.30'a kadar devam etti." diyor. Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan(1967) beşlemesinin beşinci cildinde, "26 Ağustos sabahı saat dördü çeyrek geçiyordu, ki birdenbire dağı taşı dolduran sessizliği bir tek topun gürültüsü yırtıp paramparça etti. İlk mermiyi atan on buçukluk bir obüstü" diyor. Sinan Meydan da Sözcü gazetesinde yayımlanan 28 Ağustos 2017 tarihli "Ne muazzam zaferdi o Büyük Taarruz" başlıklı yazısında "Türk topçusu, saat 04.30'da ateşe başladı. Ateş 5.30'a kadar sürdü." diyor. *** Alıntılardan da anlaşılacağı üzere Büyük Taarruz'un başlama saati üzerine ağız birliği söz konusu değil. (Bir de, bazı kaynaklarda Büyük Taarruz'un saatinin 04.30 olarak belirlenip, hava şartlarından ötürü 05.30'a ertelendiği iddiası var. Fakat bu iddia ile ilgili elimde bir kaynak yok. Bu tarz bir kaynağa sahip olan kişi de bunu bana ulaştırırsa araştırmaya katkı sağlamış olur.) Burada Nutuk'u ve resmi Tarih kitabını baz almak gerekiyor belki de ama Büyük Taarruz'da 1. Kolordu Komutanı olan kişinin raporu en sıcağı sıcağına bilgi pozisyonunda ve o da Nutuk ve Tarih kitaplarından başka bir saat söylüyor?
Okudukça netleşmesi gereken konu, okudukça bulanıklaşıyor. Sahi, kaçta başladı Büyük Taarruz? 04.15? 04.30? 05.00? 05.30? Ve bu bilgi farklılığının sebebi nedir? TÜRK SUBAYI GİBİ YAŞAMAK VE ÖLMEK
"Yarım saatte size o mevzileri almak için söz verdiğim halde sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam."
Albay Reşat Çiğiltepe(Mustafa Kemal'e yazdığı mektuptan)27 Ağustos 1922

27 Ağustos günü saat 08.00 sularında Erkmentepe'nin düşmesi ile Çiğiltepe'nin alınması büyük önem kazandı. Mustafa Kemal Paşa Albay Reşat Beyi aradı,
"Niçin hedefinize varamadınız?" dedi, bunun üzerine Albay Reşat Bey, "Yarım saat sonra hedefe ulaşacağını" söyledi.

Yarım saat sonra Mustafa Kemal Paşa aradığında Reşat Bey değil, onun bıraktığı mektubu vardı.


Mektupta da yazının başındaki cümle.


O gün 17.30 civarında Çiğiltepe alındı...


Ve yine o gün, Albay Reşat Bey,
Reşat Çiğiltepe oldu...

Sonsuz saygı ve minnetle...



RİCA


26 Ağustos 1071'i Türklerin Anadolu'ya "ilk" girişi olarak kutlayacağınıza hiç kutlamayın, emperyalizmin Türkleri Anadolu'da işgalci gören "Anatolia" tezine daha az katkı sağlamış olursunuz.
SON SÖZ  Birilerinin bilinçli ya da bilinçsiz olarak 1071'i Türklerin Anadolu'ya ilk girişi sandığı, algılatmaya çalıştığı yerde...  Yine birilerinin, Büyük Taarruz'u ve onun Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk'ü yok saymak için Malazgirt zaferini -üstelik ümmi bir anlayışla yorumlayıp özünden kopararak- paravan yapmaya çalıştığı yerde son sözü Mustafa Önsel'e bırakalım:

"Öncelikle ifade edeyim ki Alparslan da, Mustafa Kemal de bizimdir.


Ağustoslar üzerinden bile bizi bölmeye çalışanlar hainin kare köküdür.


Ayrıca ifade edelim ki, Türkler, genel bilginin ötesinde Anadolu coğrafyasına çok önceleri Kimerlerle, İskitlerle, Kıpçaklarla gelmişlerdir.

Erzurum ve Beşiktaş'ta ortaya çıkan kalıntılar bunun en son örnekleridir...


Bugün Urartu kalıntılarını inceleyen arkeologlar onların da en azından Orta Asya orijinli olduğunu ifade ediyorlar...


Özet; 10
71 Oğuz boyunun Anadolu'ya girişidir.

Zafer Bayramımız kutlu olsun!"
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
26 AĞUSTOS 2018

25 Ağustos 2018 Cumartesi

AYRILIKÇI MUHALEFET İSTİYOR BİR GÖZ, SİYASİ İKTİDAR VERİYOR İKİ GÖZ - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR


En başından söyleyelim, PKK bir terör örgütüdür, HDP de onun vitrinidir. PKK'dan ayrı bir yapı olmadığı gibi böyle bir isteği de yoktur, aksine bu durumdan memnun olduğunu belirten açıklamaları ve tavırları da ortadadır.

Türkiye'de terörle ilişkisi olan, teröre yardım ve yataklık suçunu işleyen kim varsa derhal hukuki işlem yapılmalıdır.

Fakat hukuki anlamda haklı olduğun yerde hukuk dışı davranmak, şiddete başvurmak sadece suçluya meşru zemin ve mağduriyet alanı açar.

Cumartesi anneleri meselesinde de olan budur.

Oradaki hiçkimse ile asla aynı görüşte olduğumu düşünmüyorum.

Ayrıca "Cumartesi Anneleri"nin kayıp çocuklarının azımsanmayacak bir kısmının da "Örgüt içi infaz" kapsamında PKK tarafından öldürüldüğünü ya da alıkonulduğunu düşünüyorum.

Eğer o anneler ve kitle içerisinde terör örgütü ile ilişkisi olan, suç işleyen insanlar varsa derhal işlem yapılmalı.

(Tabii o anneler içinde terör örgütü ile ilişkisi ve gönül bağı olmayanlar da bu eylemin terör örgütü propagandasına dönüşmesine karşı çıkmalı(ydı).)

Şeffaf biçimde.
Ama bunun yerine hem AKP'nin kendi militan kitlesini daha diri tutacak hem de HDPKK kanadına istediği "mağduriyet alanı"nı verecek şiddet unsuru tercih edilmekte.

PKK'nın ve onun "iyi polisi"ni bile oynayamayan uzantısı HDP'nin bu tarz sert müdahalelerden rahatsız olduğunu düşünmek için Plüton'da falan yaşamak gerekiyor.

Bu cümleyi garipseyenler için bir örnek ile anlatayım...

Hakim bir abim anlattı:

"Çağdaş, terör ile ilgili davalara da biz bakıyoruz. Ve o davaların neredeyse tamamını takip eden Sezgin Tanrıkulu ve bazı HDP vekilleri var. Bir de Almanların ağırlıkta olduğu yabancı kişiler.
Gençlerin karıştığı bir eylemde tutukluluk halinin devam etmesini gerektirecek durum olmayınca tutuksuz yargılama kararı verdik, hukuk çerçevesinde ve doğal olarak. Ve o vekiller aksi yönde bir karara kendilerini o kadar hazırlamışlardı ki, biz tahliye kararı verince yüzleri düştü, hayal kırıklığına uğradılar."

***

Eğer elinde hukuki güç varsa ve hukuken haklı olduğun konuda hukuk dışı bir tavır takınıyorsan, ya sosyolojik durumu göremeyecek kadar gözün dönmüştür...

Ya da sosyolojiyi çok iyi bildiğinden, derdin şiddet üzerinden hem kendi kitleni hem de karşı kitleyi diri tutmak, bu vesileyle de kendi yerini sağlamlaştırmaktır, "Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek" suçunu alenen işleme pahasına.

Yıllardır yaşadığımız gelişmeler, birilerinin sosyoloji bilmemek bir yana, sosyolojiyi silah olarak kullanabilecek kadar iyi bildiğini gösteriyor, kendi yerlerini sağlamlaştırmak için, toplumsal ayrışmayı körükleyerek.

***

Türkiye bir dükkansa bu bizim dükkanımız. Dükkana giren ve etrafı dağıtan file de, o file meşru saldırı hakkı verecek gayri hukuki duruma da sessiz kalamayız.

Bizim, siyasi iraden de, siyasi iradenin belirlediği ve siyasi iradenin Cumhuriyet kazanımları karşıtlığı konusunda doğal müttefiki olan sahte muhalif kesimden de, muhalif kesimi bahane ederek siyasi iradeye eklemlenen sözde muhalif, sözde Atatürkçü kesimden de farkımız bu.

Kalbe değil, akla hitap etmek. Bazen kalbimize ve gönlümüzden geçenlere rağmen.

Ve yazının sonunda; Cumartesi Anneleri meselesinde de görüldüğü gibi, terör örgütü tarafından kullanılan bir eylemde, eylemin içindeki hukuksuzluktan bahsederken terör örgütüne net bir şekilde tavır koymamanın da terör örgütü propagandasına destek vermek anlamına geleceğini belirtmekte, vurgulamakta fayda var.

İŞGAL ALTINDAKİ CUMHURİYET VE UYGULAMALI ÖRNEK

Yazının sonunda "
Cumartesi Anneleri meselesinde de görüldüğü gibi, terör örgütü tarafından kullanılan bir eylemde, eylemin içindeki hukuksuzluktan bahsederken terör örgütüne net bir şekilde tavır koymamanın da terör örgütü propagandasına destek vermek anlamına geleceğini belirtmekte, vurgulamakta fayda var." demiş ve yazıyı sonlandırmayı düşünmüştüm.
Fakat, yönetimi gayri hukuki biçimde işgal altında olan Cumhuriyet gazetesinin bugünkü(25.08.2018) manşeti de bu bahsettiğim durumun uygulamalı örneği olmuş. Bu yüzden o manşeti de yazıda paylaşmakta fayda var.

Tabii işin içinde HDP-PKK'ya gereken tavrı koyamamak da olduğundan, birileri bu duruma da Ahmet Altan'ın gazetede yazması kadar tepki gösterir mi, bilinmez... Göreceğiz...
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
25 AĞUSTOS 2018

23 Ağustos 2018 Perşembe

ALTANGİLLER, CUMHURİYET VE "PAPULAS'IN ASKERLERİ" - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

 
Ahmet Altan yeni kitabının tanıtım yazısını işgal altındaki Cumhuriyet gazetesine yazmış.

Yani, Cumhuriyet gazetesinin yönetimini gayri hukuki bir şekilde yaklaşık 5 yıldır işgal eden ve yolun sonuna gelen ekip, FETÖ'nün yayın organlarından Taraf'ın Genel Yayın Yönetmeni olan bu "çok hücreli"ye gazetenin sayfalarını açmış.

Üstelik bu yazıyı Uğur Mumcu'nun doğum günü olan günde yayınlıyor gazete yönetimi, geçmişin rövanşını alırcasına, duyurusu da Uğur Mumcu'nun doğum günü haberinin hemen altında.

Şaşırdık mı?

Hayır.

***
Sakarya Meydan Muharebesinin yıl dönümünde Kurtuluş dizisini izleyenlerin de iyi bileceği bir tarihi anektodu aktaralım.

2. İnönü Zaferi sonrasında Türk Ordusu, düşünülen ama içeride ve dışarıda birçok kişinin ihtimal vermediği taarruz öncesinde ordunun düşman askerine ezdirilmemesi, yıpranmaması, yaralarını sarması ve güç toplaması için Sakarya'nın doğusuna doğru çekilir. Türk Ordusuna, Türk Ordusu kuvvetlenmeden saldırı yapılmasının mecburi olduğunu düşünen Yunan tarafı taarruz hazırlıklarına başlar. Planları şöyledir; taarruza geçecekler, cepheyi yaracaklar, Ankara'ya kadar da ova olduğu için eğer Türk cephesi yarılırsa Türklerin Ankara'ya kadar tutunacak, mevzilenecek yeri kalmayacağından cephenin yarılması taarruzun başarılı olması anlamına gelecek.

İlk dalgada istediklerine ulaştıklarını da sanırlar, başarılı olduklarına da ama orada Mustafa Kemal Atatürk'ün dehası devreye girer ve Başkomutan, "Hattı Müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh da bütün vatandır" diyerek belki de tarihte eşi benzeri olmayan bir askeri taktiği uygulatır.

Bunun anlamı şudur, cephe yarıldığında tüm mevzi geri çekilmez, cephe yarılması gibi bir durum olmaz, ordu bir km geriye çekilir, buraya mevzilenir, sonra yine geriye, sonra gerekirse yine geriye.

Yunan Genelkurmay Başkanı General Papulas durumu anlar, Ankara'ya kadar yaklaşık her 500 metre, 1 km arasında Türk mevzisi ile karşılaşılacağını ve Anadolu'nun Yunan Ordusu için onları yutacak bir bataklığa dönüşeceğini...

Sonun başlangıcıdır artık ve çare de kalmamıştır. Yenilgi kaçınılmazdır.

Papulas düşünceli bir şekilde karargahında otururken yanına Genelkurmay Başkan Yardımcısı General Stratigos gelir, Populas'ı askerlerin "zafer" eğlencesine davet etmek için. Populas Stratigos'a otur der ve durumu anlatır.

Stratigos sanılanın aksi olan gerçekleri öğrenince tam bir yıkım yaşar ve hemen durumu askerlere bildirmeye gitmek için müsaade ister, dur der Populas. Ve ekler, "Yarın zaten durumu öğrenecekler, bırakalım da bari bugün zafer hülyasıyla eğlensinler."

Önce Yunan saldırısı püskürtülür. Yunan Ordusunun saldırı direncinin kırıldığı yerde de karşı saldırıya geçilir, Zafer artık Türklerindir ve "sadece savunma yapar, taarruz yapamaz" denen Türk Ordusu bu taarruzla 238 yıllık geri çekilme sürecini de sonlandırmış olur.

***
Cumhuriyet gazetesini işgal eden ekip, en son Yargıtay'ın da onayladığı kararın ne demek olduğunun farkında.

Kaybettiler ve gitmek zorundalar. Ayak sürümeleri de bir yere kadar ve boşa...

Kaleminin mürekkebini masum insanların kanından tedarik eden birisinin o gazetede yazması, o gazetede yazabilmesi, Anadolu rüyası biten Yunan Ordusunun çekilirken gerçekleştirdiği insanlık dışı saldırılardan farksız.

Can yakıcı ama istediklerini almaya yeterli değil.

Tutunmalarını sağlamalarına da...

Ve son günlerinde gazetede at koşturanlar da, bu tarz gelişmelerden mutlu olanlar da "Populas'ın Askerleri"nden farksız.

O yüzden bırakın eğlensinler, nasıl olsa biz yolun sonuna geldiklerinin farkındayız ve "
Populas"ları da...

En azından Cumhuriyet gazetesi konusunda, davasında, inanan ki "Hacıanesti, gel de orduları kurtar" diyeceğimiz günler hiç uzakta değil.
Bunlar son oyunlar, son demler.

Bırakın oynasınlar, kendilerine yakışır, yaraşır biçimde.

Bırakın...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
23 AĞUSTOS 2018

(Konunun çok dağılmaması ve esas meseleden sapmaması için 2. İnönü Zaferi ile Sakarya Meydan Muharebesi arasındaki zaman diliminde gerçekleştirilen Kütahya ve Eskişehir Savaşlarına yer verilmemiştir.)

12 Ağustos 2018 Pazar

24 HAZİRAN'IN SONUÇLARI, AKŞENER VE HANGİ GEMİ? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim:

24 Haziran gecesine ve sonrasına rağmen Muharrem İnce ya da Meral Akşener'i desteklemek, onlara bel bağlamak, "24 Haziran'da ben yeterince aptal yerine konulmadım, daha büyük bir yıkım yaşamak istiyorum." demektir.

Kimse kendini kandırmasın.

Ve Akşener ile devam edelim...

AKŞENER

Meral Akşener, 24 Haziran'dan sonra dibe vurmuşken istifa restini çekti.

Eğer bu rest, onun geri dönmesini sağlayacak kuvvetli desteği oluşturmayacak olsaydı, demokratik bir tavır gösteren lider algısıyla kazanan olacaktı. Resti kitlesel destek sağlarsa da yine demokratik tavır gösteren lider algısıyla bu kez kaosu fırsata çevirecek ve süreçten güçlenerek çıkacaktı.


İstifadan hemen sonra birileri çıkıp tüm delegelerin adayı Akşener'dir dedi. Pek farkına varılmadı ama burada yetki gaspı yapıldı. Akşener'in değişmesi gerektiğini düşünen bir delege de olsa yüz delege de olsa.

Bu çıkış, Akşener'e yönelik haklı sebeplerle eleştiri yöneltecek kişilerin sesini yükseltme şansını da elinden aldı çünkü bunu yapmak demek hain ilan edilmek ve linç edilmek anlamı taşıyacaktı.

Akşener, İnce'den daha başarısız olduğu bir evreyi İnce'den çok daha akıllıca yürüttü. Bunda İnce'nin ve ekibinin stratejik yetersizliğinin ve kriz yönetme kapasitesinin çok olmamasının, İnce ve ekibinin "oyun kurucu" nitelikte olmamasından ötürü "oyuna gelen" olmasının da payı büyük elbette.

AKŞENER'İN BUNDAN SONRAKİ ÇİZGİSİ...

Akşener'in 24 Haziran'dan önce HDP'yi siyasi parti kabul etmediği noktadan terminolojisine "Kürt siyasi hareketi"ni ekleyen, meşrulaştıran çizgiye evrildiğini gördük.

Bundan sonraki süreçte hem emperyalizme hem de AKP seçmenine Erdoğan'ın, AKP'nin alternatifi benim mesajı verecektir ki hem Trump'a tepki veriyor gibi olan hem de iletişim ve yapıcılık barındıran tavır ve şartlı da olsa iktidara destek çağrısı bunun göstergesi.

Evet, şahsen neredeyse hiç inanmamakla birlikte halen partisel çözüme inananların açısından bakacak olursak, partisel düzlemde AKP ancak AKP seçmeninden de oy alacak "merkez sağ"ı da kapsayan bir anlayışa sahip parti ile yıkılabilir. Yani yıkan o parti olmasa da yıkılacak hale böyle bir parti getirir.

Tabii bu anti emperyalist bir tavırla olduğunda milli bir anlam taşıyabilir.

Emperyalizme göz kırptıktan sonra 2001 AKP'sinden ne farkın kalır? Malum, öyle başlayan malum filmin devamını bildiğimiz gibi artık tahammülümüz kalmadığı halde de gelişme bölümündeki kötü gelişmeler bitmediği için filmin sonuna bir türlü gelememekteyiz.

Milli anlamda "tutmayan" bir filmin ikincisinin çekilmesine izin vermemeli. Hele iyi niyetli yorumlarla destek hiç vermemeli.

AYRICA...
Son zamanlarda oluşumumuz ve internet gazetemizin adı, Kemalizmi de konumladığımız yer olan Üçüncü Yol ismi pek revaçtayken vurgulayalım:

Biz dış politikada da Üçüncü Yol derken; ne Atlantik ne de Avrasya bloğunun güdümüne girmeden, tam bağımsızlık şiarıyla denge politikasıyla dünyanın çok kutuplu halinden faydalanmayı, tabii bunu yaparken de komşuluk olgusunun jeopolitik avantajının da etkisiyle bölgesel işbirliklerine öncelik vermeyi kastediyor ve savunuyoruz. Kıblesi ve "tek yol"u Atlantik olanların üçüncü yol "paravanları" ile bizi bir tutmayın. Kesinlikle aynı şeylerden bahsetmiyor, aynı yolda yürümüyoruz.

GEMİ MESELESİNE DAİR KISA VE ÖZ

1919'dan beri gemide olan biziz, kürek çeken de. Ve er ya da geç boğulanlar, aynı gemideyiz şarkısı söylerken bile halka kan kusturup yandaşlarının vergi borçlarını sıfırlayanlar olacak. Belki biz çok su yutacağız fırtınalarda ama boğulan siz olacaksınız. Bunu da yazın bir kenara.

YAZI SONU TEBESSÜMÜ, ÖZÜMÜZÜ ANIMSA(T)MA ADINA

Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu, Timur'a ait 3 adet yakut kaplamalı kılıçlardan birisini Atatürk'e, birisini İnönü'ye, birisini de İzmir'e ilk giren subay olduğundan Yüzbaşı Şerafettin'e hediye olarak gönderiyor ve böylece Ziya Gökalp'in dizesi gerçekleşmiş oluyor ki etkilenmemek elde değil:
"Mezarından atan sana kılıç uzattı."

Bu dizenin geçtiği dörtlüğü hatırlamakta fayda var, ders alınmadığında tarihin tekerrür ettiğini bir kez daha fark etmek için:

Düşman yine öz yurduna el attı, 
Mezarından Ata'n kılıç uzattı, 
Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı, 
Attilâ'nın oğlusun sen unutma!


Kapanışı yine Ulu Önder'le yapalım:

"Biz siyasi partilere değil, milli birliğe muhtacız."

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
12 AĞUSTOS 2018


* Yazıda kullanılan görsel, Türkjönler sayfasından alınmıştır.

9 Ağustos 2018 Perşembe

BU NEYİN KORKUSU "KORKUSUZ"? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR



Görselde gördüğünüz haber ve manşet, Korkusuz gazetesinin 8 Ağustos 2018 tarihli sayısının birinci sayfasından.

Haberde önce Rahip Brunson'un yaptıkları üstü kapalı da olsa belirtiliyor. Haberde önce Rahip Brunson'un yaptıkları üstü kapalı da olsa belirtiliyor. Belirtmekten ziyade bir gizli tanık tarafından öne sürülen "iddialar" olarak niteleniyor.

Sonra da halkın "Ver kurtul" çağrısında bulunduğu belirtiliyor. Manşetteki alt metne bakarsak gazete böyle demiyor, halk böyle bir çağrıda bulunuyor, gazete de halkın sesine ses oluyor, manşetine taşıyor, yersen...


Yani gazeteye göre ekonomimiz normalde çok iyi ama rahip krizi yüzünden bu hale gelmiş. Çıkan mesaj bu.

Birincisi, ekonomin üretime dayalı değilse bağımlılık ve en ufak bir sorunda dahi kriz yaşaman kaçınılmaz. Çünkü gerçekten artık "deniz bitti." Ekonomik krizin sebebi iki ülke arasında yaşanan ya da yaşanacak bir sorun değil, ekonominin üretime dayalı olmaması.

Bunu gören başka ülkeler de her durumda bu "yumuşak karnı" kullanmaya çalışır. Çalışıyorlar da.

İkincisi, gazete diyor ki hukuk önemli değil, yargının bağımsız olup olmaması da, sen ver rahibi de kurtulalım.

O zaman soralım, diyelim rahibi verdik ve sorun çözüldü. Tabi bu çözümün gündelik olacağı bu ekonomik anlayışla aşikar.

Buna rağmen yarın ABD başka bir yaptırım için aynı krizi çıkarırsa ne yapacağız?

Mesela daha başka neleri "verip kurtulabiliriz"?

Kıbrıs?

Güneydoğu?

Doğu Akdeniz'deki haklarımız?

Demek ki ekonomik yapımız aynı şekilde devam edip krizlerde de ne isterlerse verirsek kurtuluruz!

Ülkede Akit paçavrası dışında adının hakkını veren bir tane bile mi gazete olmaz...

En muhalif ve sert muhalif gazete profili çizen gazete bile böyle manşet atıyorsa yandaş gazetelere ne diyeceğiz?

HALKA ATILACAK GOLÜN ASİSTİ YİNE KILIÇDAROĞLU'NDAN
Kurultay meselesinin önüne geçerek, belki de AKP'nin en düşük oy alacağı yerel seçimleri en yüksek oy alacağı seçimlere dönüşmesine ortam sağladı Kılıçdaroğlu.

Muhtemelen AKP de fırsattan istifade ve ekonomik krizin uzun vadeli olacağı da belliyken yerel seçimleri erkene çekecektir.

En az 6 yıldır boşuna demiyoruz, Türk siyasetinin en tehlikeli adamı Kılıçdaroğlu'dur diye.

Tabii bu fırsatın tehlikeye dönüşmesinde 24 Haziran gecesini pas geçip milyonlarca insanın güvenini ve sandığa gitme eğilimini baltalayan Muharrem İnce'nin de payı var.

GÜNÜN SÖZÜ
"Adamın askerine gerek yok!

Dolarla vuruyor...

Ey, üretmeyen, hak etmediği lüksü yaşayan toplum, satılmadık bir onurunuz kaldı.

Şimdi ne yapacaksınız?"

Mustafa ÖNSEL


GÜNÜN TEPKİSİ

Yıldız Tilbe'nin Dolar'ın yükselmesine dair yaptığı mizahi yoruma Özgür Demirtaş ciddi ciddi yorum yapmış, birçok yayın kuruluşu ve sosyal medya hesabı da bunu haberden saymış

Basın ve sosyal medya da Özgür Demirtaş'ı nasıl parlatacağını şaşırdı artık!

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
9 AĞUSTOS 2018