31 Aralık 2015 Perşembe

BİR ULUSUN "SİYASİ" İNTİHARI: YENİ ANAYASA TUZAĞI



Dilimiz döndüğünce danışıklı dövüşü anlatmaya çalıştık. Ortada bir kavga olduğunda ya da olacak olduğunda bunun asla siyasi olmayacağını, meselenin menfaat çatışması olduğunu söyledik. Çünkü ideolojiler değil, menfaatler çakışırdı her zaman.


Ki farklı farklı yerlere serpiştirilen bu kuklalar, Atatürk ve Kemalist Devrim karşıtlığı söz konusu olduğunda hep tamamlayıcısıydı birbirlerinin.

Karşımızdaki -doğal müttefiklikten beslenen- "gerici - karşıdevrimci" bir cephenin ifşası anlamına gelmekteydi dediklerimiz.

31 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet ve Sabah gazetelerinin manşetlerini görünce aklıma Av Murat Fatih Ülkü​ abimin iletisi geldi:

""Türk" dedi, "Cumhuriyet" dedi; yoksullukla, eğitimsizlikle savaştı. Bir gelecek hayali vardı.

Siz, gök kubbe yıkılsa bir araya gelemeyecekler, hep birlikte "Türk"e düşmansınız, "Cumhuriyet"e düşmansınız. Ne yoksullukla, ne eğitimsizlikle derdiniz var. Kininiz dışında, en ufak bir gelecek hayaliniz yok."

***

Adama sormazlar mı, biriniz mağduru oynayarak, biriniz de o kültür sayesinde var olarak 12 Eylül'ün ekmeğini yemediniz mi?

Sonra aynı yerde adam bulursa insan, yine sormaz mı;

İyi de "biladerler", siz zaten anayasada bir çok şeyi değiştirdiniz. Hatta hala değiştirebiliyorsunuz meclis kanalıyla. (Bunlara, partileri genel başkan çiftliğine dönüştüren siyasi partiler kanunu ve seçim barajını indirmeyi sağlayacak kanunlar da dahil.)

Üstelik ilk 4 madde de 24 anayasasında olan, 61 anayasasında olan içerik var. Yani bahsettiğiniz baskı, zulüm, faşizm yok. En azından 12 Eylül'e has bir durum yok.

O zaman değiştirmek istediğiniz esas mesele ne?

Hem de "12 Eylül ile hesaplaşıyoruz", "Darbe anayasasına karşıyız" söylemlerini paravan yapmak suretiyle?


Derdiniz ne?

Ve asıl hesabınız, hesaplaşmanız kiminle?
***

Yugoslavya'nın parçalanmaya uygun olma sebebi, ülke insanlarının etnik kimliklerinin öne çıkartılması, çağdışı kimlik siyasetine anayasal unsurlarla zemin yaratılmasıydı. (Tabi ki bunu Almanya'sından Amerika'sına herkes kullandı, kaşıdı. Belki bu da bir yerlerden tanıdık gelir.)

Ülke anayasası, ortaklıklardan ziyade farklılıkları resmiyete dökmeyi tercih etmişti. Bu da parçalanmayı ve kimlik çatışmasını beraberinde getirdi.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti bir ulus-devletti. Üniter yapıya sahipti. Etnik ve mezhepleri asla inkar etmiyor, sadece bu kültürel kimliklerin siyasi kimliğe dönüşmesinin sakıncalarını görüyor, ulus yaratma bilinciyle ayakta duruyor, güncelliğini koruyordu. (Bu durum en çok da ulus devletleri kendi önünde engel gören küresel güçlerin işine gelmiyordu.)

Bu süreçte demokrasiyi ikinci plana atan SSCB yıkıldı, farklılıkları öne çıkaran Yugoslavya parçalandı. İran'da Laik olmayan Şah rejimi yıkıldı.

İşte bu sebeple önce anayasadan Türk kavramı çıkarılmalı, Türklük etnisiteye indirgenmeli, sonra etnik kotalar devreye girmeli, ülke yurttaşları yurttaş olmaktan, insan olmaktan önce "etnik kimlik" olmalı.  Bu şekilde hem Ulus devlet yok edilmeli, etnisite-mezhep vurguları ile Laiklik tasfiye edilmeli.

Yugoslavyalılaştırma süreci tamamlanınca da, zaten değişecek anayasada 3. madde devre dışı bırakılıp, "yerel yönetimlere özerklik" maskesi ile federal yapılanmaya yol alınmalı. Belli bir süre böyle takılıp, sonra da "işte birlikte yaşanmıyor, o zaman ayrılmalı, biz de böyle istemezdik ama başka yol kalmadı" kalıbına sığınmalı, etnisiteler cehennemi yaratarak Ortadoğululaştırma sürecinin lokomotifi kendileri değilmiş gibi.

İşte bu model silahın Türkiye'ye doğrultulmuş olanının adı Türkiyelileştirme. Silaha takılan susturucunun adı da "Yeni Anayasa". Mermileri de "Yerel Yönetimlere Özerklik", "Demokrasi", "Barış", "Herkese Özgürlük", "İnsan Hakları", "12 Eylül Darbe Anayasası ile Hesaplaşma", "Askeri Vesayeti bitirme".


(Yerel yönetimlere özerlik demişken, yerel yönetimlere özerklik vereceğiz vurgusunu kendi olağanüstü kurultayında seçim vaadi olarak defalarca vurgulayan lider kimdi?)

***

2015 bitiyormuş, biter.

Ama bu ülkede ne hain ne de ihanet biter.

Bilinçaltı savaşlarına karşı herkes çok dikkatli olmak zorunda. Özellikle de vatansızlığın ne demek olduğunu yaşayarak ya da yaşamadan da etrafına bakıp görebilenler.

İyi yıllar, bu şartlarda nasıl olacaksa.

Daha doğrusu, biz değişmeden, biz taşın altına elimizi koymadan iyi bir şeyler nasıl kendiliğinden gerçekleşecekse.

Ki bu mücadele yapılamayacak, kazanılamayacak mücadele değil. Fakat çok kısa sürede hallolacak mesele de değil.

Bir yandan da Nazım'ın dediği gibi, bu şekilde,

"on yıl, onbeş yıl
daha da fazlası hattâ
geçirilmez değil
geçirilir
kararmasın yeter ki
sol memenin altındaki cevahir."


ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR 
31 Aralık 2015  

(Başlık, Cengiz Özakıncı'nın "Türkiye'nin Siyasi İntiharı: Yeni Osmanlı Tuzağı" kitabının adından esinlenilmiştir.)

28 Aralık 2015 Pazartesi

Tarihe Düşülen Notlar - 106

"Amerikan yönetimi Yugoslavya'nın parçalanması için 'Yeni Dünya Düzeni' adını verdiği projeyi hızla uyguluyordu. 
Yugoslavya Komünist Partisi 6. Kongresi bir dönüm noktası oldu ve parti Sırbistan Sosyalist Partisi adını alarak tamamen SOSYAL DEMOKRAT kimliğe büründü. Parti önderliği açıkça SOSYAL DEMOKRAT bir parti olduklarını açıklıyordu. Partinin Yugoslavya iç savaşı sırasındaki en büyük müttefiki ise aşırı Sırp Milliyetçisi Vojislav Şeşel'in Sırp Radikal Partisi'ydi. Sırbistan Sosyalist Partisi, ayağı ülke topraklarına basan ve aslında doğal müttefiki olan "Özyönetim Hareketi"ni dışladı hatta kendi içindeki özyönetimcileri eritmeye başladı.


(BURADA BAHSEDİLEN ÖZYÖNETİM İLE HDP'NİN KULLANDIĞI ÖZYÖNETİM AYNI ŞEYLER DEĞİLDİR. BURADA BAHSEDİLEN ÖZYÖNETİM, YUGOSLAVYA'NIN KENDİNE HAS, AYAKLARI KENDİ TOPRAKLARINA BASAN VE YÜKSELİŞİNDE PAY SAHİBİ OLAN ÖZYÖNETİM, PİYASA SOSYALİZMİ OLARAK DA ADLANDIRILAN, EKONOMİK ANLAMDA -IRK ESASINI BAZ ALMAYAN BİÇİMDE- EMEKÇİLERİN YÖNETİMİNDE OLDUĞU FİRMALARIN YABANCI FİRMALARLA REKABET ETMESİ İÇİN ŞARTLAR YARATAN BİR YÖNTEMDİR. TÜRKİYE'DE NESLİ TÜKETİLEN KİT'LER İLE MUKAYESE EDİLEBİLİR. ç.b)

SÖZDE MİLLİYETÇİ parti ile SOSYAL DEMOKRAT Sırbistan Sosyalist Partisi ittifakı, ülkenin parçalanma sürecini hızlandırdı. Milliyetçiler Bosna ve Kosova'da çeteler kanalıyla katliamlar yaparak Yugoslavya'nın bağımsızlık davasını haksız konuma düşürürken, çatışmalara örtülü destek veren Yugoslav Demokratlar Birliği'ni zedeleyici hamleler yapıyor ve Tito'nun 'Kardeşlik-Birlik' adını verdiği TEMEL POLİTİKAyı reddediyordu." [1]

***

CHP İstanbul Gençlik Kolları Başkanlığı'na Kenan Otlu seçildi. (20 Aralık 2015)

Aynı CHP Gençlik Kolları Başkanı Kenan Otlu, ilk röportajını Dicle Haber Ajansı'na verdi. 

Dicle Haber Ajansı'nda yayımlanan haberin sunumu ve içeriği ve Kenan Otlu'nun sözleri şu şekilde:

"İSTANBUL (DİHA) - Kürdistan'daki devlet terörüne tepki gösteren CHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı Kenan Otlu, Kürdistan'a gideceklerini söyleyerek, "Doğu'daki faşizmin karşısında birlikte yan yana omuz koyacağız" dedi. Otlu, Türkiye'deki gençlere de, "Biz nasıl Gezi'de yan yana durduysak, nasıl 1 Mayıs'ta birlikte gaz yediysek, Ankara katliamında kanlarımız birbirine nasıl karıştıysa bu zulmün karşısında da yan yana, omuz omuza duralım. Barikatta da, alanda da, faşizme karşı omuz omuza duralım" diye seslendi. 

AKP hükümetinin Kürdistan'daki topyekûn imha saldırılarına bir tepki de CHP'li gençlerden geldi. CHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanı Kenan Otlu, 1 Kasım seçimlerinden önce, "Bize oy verin kaos bitsin" diyen AKP hükümeti tarafından seçim öncesi kaos psikolojisinin yaratıldığını söyledi. Savaşın da bir kuralı olduğunu ancak bugün Kürdistan'da savaş hukukunun çiğnendiğini dike getiren Otlu, "Doğuda katliam ve zulüm vardır" dedi ve ekledi: "Mesele sadece bulunduğumuz yerde ses çıkartmak değil. Mesele olduğu yerde ses çıkartmaktır." 

'Faşizmin karşısında omuz omuza olacağız' 

Önümüzdeki günlerde İstanbul CHP Gençliği olarak Kürdistan'a gideceklerini kaydeden Otlu, "Oradaki vatandaşlarımızla birlikte aynı sofraya oturacağız. Doğu'daki faşizmin karşısında birlikte yan yana olacağız" dedi. İnsanların sadece kendilerine uygulanan haksızlıklar karşısında ses çıkartmanın insani bir davranış olmadığını vurgulayan Otlu, "İnsanların, kendisinden olmayana, farklı olanlara karşı bir zulüm yapıldığında ses çıkartması gerekir" dedi. 

"AKP hükümeti kanla besleniyor. Zulümle besleniyorlar" diyerek devlet eliyle Kürdistan'da organize edilen bir katliamın olduğunu söyleyen Otlu, "Biz, Doğu'da siyasi düşüncelerini ortaya koydukları için katledilen insanlara da sahip çıkacağız" ifadelerini kullandı. 

'AKP hendekleri öcüymüş gibi gösterdi' 

AKP'nin hendeklerden bu kadar neden korktuğu konusunda fikir yürütemediğini belirten Otlu, "AKP hendekler üzerinden kendisine meşru bir zemin geliştiriyor" dedi. Otlu, hendeklerin açıldığı ilçelerde yurttaşların sağlık ve eğitim haklarının sözde engellendiğini ifade eden AKP'nin, bu gerekçelerle katliam yaptığını belirtti. Otlu, "AKP tarafından, hendek olayı, diğer kesimlere karşı öcüymüş gibi bir malzemeye dönüştürüldü" diyerek, bu malzemenin AKP'nin elinden alınması gerektiğini vurguladı. 

'Barikatta yoldaşlığımızı yükseltelim'
Türkiye'deki gençlere, "Biz nasıl Gezi'de yan yana durduysak, nasıl 1 Mayıs'ta birlikte gaz yediysek, Ankara katliamında kanlarımız birbirine nasıl karıştıysa bu zulmün karşısında da yan yana, omuz omuza duralım" diye seslenerek, toplumsal muhalefet, ne kadar güçlü olursa faşizmin elinin aynı oranda zayıflayacağını söyledi. Türkiyeli gençlere AKP faşizme karşı dayanışma çağrısında bulunan Otlu, "Barikatta da, alanda da, faşizme karşı omuz omuza duralım. Toplumsal muhalefet cephesinde barikatta yoldaşlığımızı, barikatta omuzdaşlığımızı yükseltelim, birlik olalım" dedi. [2]

***

Yugoslavya'yı, kurucu partisini önce sosyal demokratlaştırıp, sonra da başka bir parti ile aynı düzleme çekerek yıktılar, yıktırdılar.

Tam da bu aşamada, Üsküp'te yaşayan tiyatrocu Mustafa Yaşar ile yapılan röportajın bir sorusunu ve yanıtını paylaşalım:

"Soru: Türkiye'de bir endişe var. Size de sorayım: Türkiye Yugoslavya olur mu?

M.Y: Bakın, Yugoslavya altı cumhuriyet ve iki ÖZERK bölgeden oluşan bir federasyondu. BİR MİLLET OLUŞMAMIŞTI. Ancak Atatürk'ün en büyük başarılarından biri millet yaratmış olmasıdır. Atatürk Türkiye'de yaşayan halkları bir millet olarak birleştirebilmiştir. Bu önemli bir dayanaktır. Yugoslavya'da böyle bir şey yoktur.

***

Bu yanıtın üzerine, kendimize soralım: 

Yugoslavyalaşmamızın karşısındaki engel ve güvence olan ulus devlet ve üniter yapı neden bu kadar hedefte?

Neden etnisite ve mezheplerin siyasi kimlik olarak öne çıkartılması desteklenmekte?

Bunları savunan siyasiler, Yugoslavya'da olanları görmemiş olabilir mi?

İşte bunların da yanıtını ararken düşünmeli "Yeni Anayasa" çalışmalarını, Türklüğün anayasadan etnisiteye indirgenerek çıkartılmaya çalışılmasını. 

Ve amacı.

2010 Yılında Sırbistan Hükümeti Başbakan Yardımcısı olan Vladamir İliç'e kulak kabartmakta da fayda var:

"Savaş başladıktan sonra çok geç olur. Esas olan savaş başlamadan önce ülkenize yönelik oyunları bertaraf etmeniz ve bunları fark etmenizdir. ETNİK KIŞKIRTMALARA ÖDÜN VERMEMENİZ GEREKİR."

Aynı şekilde Makedonya'da "Tito'nun Birleşik Sol Güçleri Partisi"nin Genel Başkanı Slobodan Ugrinovski'nin sözlerini de not edelim aklımızın bir köşesine:

"Yugoslavya sosyalist devletler içerisinde savaşarak parçalanan tek ülke. Hem içsavaş yaşadık, hem de dış düşmanlarla savaştık. BİZİ BİRBİRİMİZDEN AYIRMAK İÇİN EN TEHLİKELİ SİLAHI KULLANDILAR. MİLLET OLMAKTAN ÇIKARILIP ETNİK GRUPLAR HALİNE GETİRİLDİK. YANİ HEPİMİZ IRKÇI OLDUK. TİTO HEP MİLLET OLMAMIZ İÇİN UĞRAŞTI, AMA TİTO'NUN ÖLÜMÜNDEN SONRA ABD-ALMANYA İTTİFAKI IRKÇILIĞI KAŞIMAYA BAŞLADI."

O zaman yazıyı, hazırladığı raporlarda, "Türk Milleti kavramı anayasadan çıkarılmalıdır" diyen TESEV'in kurucularından birisinin Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu anımsatarak kapatalım ve son kez soralım:

İhanetle yüzleşip, ona göre konum mu alacağız, yoksa kendi dalgamıza mı baktığımıza inanacağız, tepki göstermediğimiz her dakika kendi mezarımızı kendi elimizle kazarken?

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

29 ARALIK 2015



(Yugoslavya'dan bahsederken, Tito'nun yaklaşımları ne kadar iyi niyetli ve yapıcı olsa da, rejimin inşası ve sakıncaları ve parçalanmaya ortam hazırlayan şartları anlamak bakımından Ahmet Taner Kışlalı'nın şu cümlesini de dikkate almakta fayda var:

"Sovyetler Birliği, demokrasiyi ertelediği için yıkıldı. Şah rejimi, laik ve demokratik bir devrim yapamadığı için tarihe karıştı. Tito'nun Yugoslavya'sı, etnik farklılıkları kurumsallaştırmanın, birliğin devamını farklılıklarda aramanın bedelini ödedi.
Ve onların birbiri peşi sıra yok olmasına tanık olan yakın tarih, Atatürk'ün haklılığını kanıtladı.
Laik ve demokratik bir çağdaşlaşma hareketi. Bin yıllık kültür ortaklığına ve yurttaşlık bağlarına dayalı bir ulus")



DİPÇE

[1] Yugoslavya Dersleri, Teoman Alili 
[2] http://www.diclehaber.com/tr/news/content/view/491066?from=1815887918 

Sitenin açılmaması durumunda önizleme yoluyla röportaja ulaşılabilir:

http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:bf9cHc3r3jwJ:www.diclehaber.com/tr/news/content/view/491066%3Ffrom%3D1815887918+&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr

Haberde kullanılan küpür, Cemal Temizöz aracılığıyla edinilmiştir.

Tarihe Düşülen Notlar - 105



Cemaat operasyonları hakkındaki düşünceleri sorulan Kemal Kılıçdaroğlu'nun yanıtı:

”Şu anda yaşadığımız süreç sağlıklı işleyen demokrasilerde yaşanan süreç değildir. Darbe sürecidir. Mazlumun kimliği sorulmaz. Biz her zaman mazlumların yanındayız. Sabahın köründe gazetecilerin gözaltına alınması gazetelere, televizyonlara baskın yapılması ne olursa olsun kabul edeceğimiz bir durum değil” [1]

14.12.2014

***

Kemal Kılıçdaroğlu yaklaşık bir yıl önce bunları söyleyince ve sonrasındaki süreçte de bu düşüncesine "paralel" davranmaya devam edince, bu açıklamayı da irdelemek farz oldu.

Açıklamanın öne çıkan iki özelliği var.

Birincisi, Kılıçdaroğlu'nun CHP'sinin "Kimliği sorulmaksızın mazlumun yanında olması" iddiası.

İkincisi ise cemaatin mazlum olması, oldurulması ya da algılanması.

Birinciden başlayalım ve soralım Kılıçdaroğlu'na:

Kumpas davaları başladığında Deniz Baykal dönemin Başbakan'ı Erdoğan'ın davanın savcısı gibi davrandığını vurgulayıp,"Sen savcısıysan ben de avukatıyım" demiş, dönemin Başbakanı Erdoğan çıkmış ve ‘Savcı millet adına vardır, biz de millet adına hakkı aramanın gayreti içindeyiz. Bu anlamda savcılık ise evet savcıyım’ diyerek bu iddiayı ve pozisyonu kabul etmişti.[2][3]

AKP'nin her operasyonu toplumsal tepkiyi ölçerek yaptığı yerde -başka konulardaki yanlışları ve eleştirme hakkı sabittir- Baykal'ın bu tavrı, ana muhalefetin kumpasın karşısında konumlanmasını sağlamış ve süreci yavaşlatmıştı.

Bunun üzerine kaset operasyonu ile koltuğundan olduğunda siz Genel Başkan oldunuz.

O dönem mazlumlara yönelik davanın müdahili olan Sezgin Tanrıkulu'nu partiye almak bir yana, partiyi kendisine tahsis etmediniz mi?

Mazlumun yanında olmaktan anladığınız bu mudur?

Siz değil miydiniz, yıllarca bu dava hakkında konuşmayan, hatta size durumu anlatmaya çalışan mağdurlara "bana anlatmayın ben biliyorum" diye tersleyen, grup başkanvekiliniz aracılığıyla tutsak yakınlarını 12 Eylül darbesi üzerinden aşağılamaya, kötülemeye kalkan, üstelik iki olayın birbiriyle en ufak alakası yokken?

Yine siz değil misiniz, "neden davalara gitmiyorsunuz" sorusuna "Darbeci gibi bir algı yaratılmasını istemem" diyerek, mahkemeden önce tutsaklar hakkında hüküm giydiren?

Ama "Darbeci" algılanma kaygısı duyarken nedense başka kişileri partinin tepesine kondurma sürecinde hiç "bölücü", "cemaatçi", "neoliberal" algılanma kaygısı duymayan?

Bu ve bunun gibi nice soruya var mı yanıtınız?

İkincisine gelince anlatmaya bile gerek yok. Cemaatin bu ülke için en büyük ve öncelikli tehdit olduğunu süreci izleyen, bedel ödeyen ve herhangi bir cemaat mensubunun avukatı olarak "kiralanmayan" herkes bilir.

O zaman şunu sormak gerekir:

Bir Genel Merkez üzerinden bir parti hakkında cemaat lideri "partide grup kuracak kadar güçlüyüm" diyebiliyorsa, belli kişiler aracılığıyla vekil listelerine bile müdahale oluyorsa, cemaate yönelik en ufak bir durumda hiçbir konuda olmadığı kadar hızlı ve net tepki gösteriliyorsa, o genel merkez ve lider, "mazlum" diye algılatılmaya çalışılan cemaatin yanında mıdır, kucağında mı?

Hangisi?

(Ki, "1930'ların CHP'si değiliz" açıklamasını Zaman gazetesine yapmak üzerinden irdelenebilecek devrim karşıtlığına girmiyoruz bile.)

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
26 ARALIK 2015


DİPÇE

[1] http://odatv.com/biz-her-zaman-mazlumlarin-yanindayiz-1412141200.html
[2] http://arsiv.ntv.com.tr/news/452165.asp
[3] http://www.gazetevatan.com/-evet-ergenekon-un-savcisiyim--189246-siyaset/


18 Aralık 2015 Cuma

İMAMLARA ÖCÜ OLAN "İMAMLARIN ÖCÜ"


''Hukuk, İktidarın Fahişesidir.''

Böyle demişti
Mihail Aleksandroviç Bakunin.
O böyle demişti de biz bunun mizahi ve abartı bir anlatım olmasını istemiştik, dilemiştik.
Olmadı.

Çünkü yargının önemini, bu ülkenin çıkarlarını savunan insanlar dışındaki herkes fark etti bu topraklarda. Erken kalkan yol aldı. Paravan oldu "adalet", tramvay oldu "demokrasi". Sevildi, kullanıldı, iş bitince de bir kenara atıldı.

Adaletin, güçlü olanın güçsüzü cezalandırmak istemesiyle ancak tecelli edebildiği nadir anlara denk gelsek kendimizi şanslı hissediyoruz artık.

(İşte bunlar hep İleri Demokrasi).

Bununla ilgili bir durum da çok yakın zamanda cereyan etti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gazeteci-Yazar Yavuz Selim Demirağ'ın İmamların Öcü-Türk Silahlı Kuvvetleri'nde Cemaat Yapılanması isimli kitabıyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı suç duyurusu hakkında kovuşturmaya yer yokkararı verdi.

Üstelik bu kararı öyle "manidar" içeriklerle süsledi ki, okuyan bir daha okumak istedi;"gerçek mi bu karar" diye.

Oysa Genelkurmay Başkanı adına İkinci Başkan Orgeneral Yaşar Güler imzasıyla suç duyurusunda bulunulmuş ve 10 madde sıralanmıştı.

Bu maddelerin arasında
Hem TSK mensupları, hem de TSK'nın Komutanı olan Genelkurmay Başkanı hakkında mesleki safahatı ve liyakati ile bağdaşmayan dedikodu mahiyetinde yakışıksız ve dayanaksız iddialarda bulunmak suretiyle kamuoyunda aleyhinde bir algı yaratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı ve yazarın da Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret, iftira ve astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye alenen tahkir veya tezyif suçlarını işlediği iddiaları vardı.

Peki savcı "kovuşturmaya yer yok"u nasıl açıkladı:

“Askeri Ceza Kanunu'nda düzenlenen astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye matuf olarak alenen tahkir veya tezyif edici fiil ve harekette bulunmak suçu ile ilgili soruşturma yapılması, aynı madde uyarınca Milli Savunma Bakanının iznine bağlı ise de aşağıda belirtilen neden ve gerekçelerle atılı suçun unsurlarının oluşmadığı düşünüldüğünden soruşturma yapılması için izin talebinde bulunulmamıştır.”

Bununla da yetinmeyen Savcılık, atıflarına devam etti:

Şikâyetleri dile getiren, reform önerileri yapan bir yazının, demokratik bir devletin hizmet ettiği toplumda olduğu gibi, ordusunda da hoş görülmesi gerekir."

Kitabın yazılmasında toplumsal ilgi bulunduğu gibi, güncel ve gündemde olan olaylar hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacını taşıyan kitabın yazılmasında kamu yararı var.

***

Peki Genelkurmay Başkanlığı'nı bu kadar rahatsız eden bu kitapta neler var?

Genelkurmay neden "İmamların Öcü"nden öcü gibi korkuyor?

Bu kitap, yazarının da dediği gibi TSK'daki cemaat yapılanmasını kapsamlı olarak anlatan ilk kitap.

TSK üzerinden cemaatin iç yüzünü, orduda ordu gibi örgütlü ve hiyerarşik bir yapıya sahip olduğunu, bazı yerlerde isim isim belgeleyen bir kitap.

Bu gizli yapıyı fark edenlere karşı bu yapılanmanın yaptıklarını görmek isteyenler için büyük fırsat.

Cemaat yapılanmasının kendi çıkarları için nasıl "seri katil soğukkanlılığı" ile hareket ettiğinin belgelenmiş hali.

Ahmet Zeki Üçok'tan Hulusi Akar'a uzanan gerçek olaylar ve tanıklarla bir nevi malumun ilanı.

Ve çok daha fazlası.

***

İnsanları geçtik, kitapların yargılanıp da beraat etmesinden mutlu olmaya çalıştığımız 2015 Türkiyesi'nde bu dava sonucu ile ilgili iki sorunun yanıtı, sorunun muhattaplarının niyetlerini tarihe not düşmek açısından önemli:

1- Genelkurmay bu kararı ne kadar yok sayabilecek?

2- Cemaat yapılanmasının ihbarı olan bu kitabı "
güncel ve gündemde olan olaylar hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacını taşıyan" ve "kamu yararına olan" kitap kabul eden yargı, TSK'daki bu yapılanmanın ne kadar üzerine gidebilecek, ne zaman gidecek ve bunun için daha ne bekliyor?

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
19 Aralık 2015


16 Aralık 2015 Çarşamba

BİR ŞAŞKINLIĞIN BİLİNÇALTI




Adam(!), Milli Mücadeleyi veren ordunun kurduğu partisinde gökten zembille, aynı zamanda da kadın kotasından partinin listesine girmiş, üstüne de genel başkan yardımcısı "yapılmış."

Yani; an itibariyle Sivas Kongresi'ni Birinci Kurultay'ı kabul eden partinin "Genel Başkan Yardımcısı" kendisi.

İçinde bulundu(ruldu)ğu partinin köklerine karşı öyle bir nefreti var ki, aldığı Nobel Ödülünü Anıtkabir'e bırakacağını açıklayan Aziz Sancar'ın ödülünü emaneten Genelkurmay'a bırakmasına şaşırıyor. Aslında sadece şaşırmıyor da şaşırdım yazıyor.

Belki de, özünde "Kefere Kemal" dediği kişinin anıt mezarına bu ödülün bırakılmasından da rahatsız olabilir ama bunu da bu kadar rahat söylememiş olabilir şimdilik. Ama canını sıkmasın, bu hızla bir dönem daha aynı genel başkan ve aynı zihniyetteki genel merkezin devamına bakar, bu "özgürlüğe" kavuşacağı günlerin gelmesi.

Bunu en azından bu açıklamasında belirtmediği için hadi diyelim sadece Genelkurmay'a bırakılmasına şaşırdı.

O zaman bu kişiye sormak lazım:

Anıtkabir'in korunmasından kim sorumlu?
Anıtkabir Komutanlığı.

Anıtkabir Komutanlığı nereye bağlı?
Genelkurmay Başkanlığına.

Aziz Sancar ödülünü nereye teslim edeceğini açıkladı?
Anıtkabir'e.

O zaman teslim edeceği tarih olan 19 Mayıs ve teslim edeceği yer için nereyle iletişime geçmesi gerekiyordu:
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne mi?
Ya da Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğüne mi?

Bizzat kendisine sormak lazım:
Tam olarak neyi anlamadınız da neye şaşırdınız?
Neyden rahatsız oldunuz da neyi yadırganız?

Belki de ödülün bir ordu korumasına değil de TSK'ya(üstelik de bu TSK'ya) verilmesinden rahatsız olmuş olabilirsiniz.

Bunu netleştirmek için de Ulusal Bağımsızlık Savaşı sırasında atalarınızın hangi tarafta olduğunu bilmemiz faydalı olabilir ama ona da pek gerek yok gibi.

Çünkü 2015 Türkiyesi ve bu parti genel merkezleri ile kimse maske takma gereği duymuyor. Kimse de maskesiz gezenleri yadırgamıyor.

Alan razı, "satan" razı.

Hatta susan da razı. Sorsan susmayan susan.

Vatan mı?

Bırak bu "eski kafalı" ağzı(!)

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
16 ARALIK 2015

15 Aralık 2015 Salı

Vicdanın "Dur", Kalemin "Yaz!" Dediği



Bu araçtan 3 şehit çıktı bugün.

Duyan oldu mu?

Öğretmenlerin bölgeyi terk etmesi üzerinden insanların vatanseverliğini ölçenler, bu haberi gözden mi kaçırdı?

Yoksa görmezden mi geldi?

Hangisi?

***

Farkında değilsiniz hala esas tehlikenin...

Teröristlerin sivilleşmesine destek olurken bilerek ya da bilmeyerek, sivillerin terörist algılanmasına yol açıyorsunuz.

Dökülen kanın taşıyıcısı oluyorsunuz.

Bu ayrım keskinleşmedikçe daha çok yanar kurunun yanında yaş,

Ayırma gereği duymadığınız sapla saman,

yarın size döndüğünde molotof atan sapan,

döşenen mayına bastığınızda siz

ya da evladınız, eşiniz, dostunuz,

kaydığında toprak altlarından,

o kayan toprak,

aynı zamanda bizim elimizden çıkan vatan.

Terör bir insanlık suçudur.

Ya insanlıktan yana olursunuz, ya da terörün.

İyi terörist, kötü terörist yoktur.

İyi terör, kötü terör yoktur.

Aklı başında insanın Hükümet politikalarına, Hükümetin yapıcılığına güvenmesi söz konusu olamaz.

Fakat bir kötünün varlığı, başka bir kötüden iyi yaratmaz!

Bugünden doğru yerde durmalı.

Durmalı ki yarın geldiğinde başına,

ses çıkarmaya tepki beklemeye insanın yüzü, hakkı olmalı.

Yazıktır,
günahtır.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
15 ARALIK 2015

14 Aralık 2015 Pazartesi

HER DURUMDA MAĞDUR OLABİLMEK


Oluşumların, örgütlerin (legal-illegal fark etmez) belli bir çizgisi olması gerekir. Haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış bir çizgisi, bu çizgisi doğrultusunda da arkasında ya da karşısında konumlandığı düşünce ve durumlar vardır, olmalıdır.

Fakat Türkiye'de istisnalar hariç tüm oluşumların siyasi düşüncesi "pişkinlik"tir.

Terör örgütü ve uzantıları ise bu konuda artık aşılmamış eşik bırakmamıştır.

Örneğin hem "asimile edildik" deyip, hem de "90 yaşında Türkçe bilmeyen ninelerimiz" cümlesini kurabilirler farklı farklı yerlerde çok rahat bir biçimde.

Bir kişi de çıkıp, "aga madem asimile olayı var, en az 5 kuşak geçmişken Ninen nasıl Türkçe öğrenmeden kaldı da kimse ona bir şey demedi?" demez.

Kimilerinin de demek işine gelmez.

Çünkü sorular, akılcı ve haklı cevapların varsa tercih edilendir onlar için.

Bugün da Güneydoğu'da yapılacak operasyonlar için öğretmenlere ilçeleri boşaltmaları söylenince birileri oturduğu yerden hem öğretmenleri hedef yapıyor, öte yandan terör örgütüne yakın kişiler öğretmenleri kaçmakla suçluyor.

Gitmeyin diyor onlara.

Arkadaşım siz şaka mısınız?

Kurulduğundan beri öğretmen katleden siz değil misiniz?

Halen öğretmen kaçırmaya devam eden siz değil misiniz?

Sırf Cumhuriyet bayramının kutlanması için sınıf süsledi diye öğretmenlerin masasına kurşun bırakan siz değil misiniz?

Hadi bunları da geçtim, bu okullardaki eğitim ve öğretmenler değil miydi "sizi asimile eden", "tektipleştiren"?

Hatta ve hatta siz değil miydiniz sene başında bu okulları boykot eden ve boykota davet eden.

Peki alenen tehdit ettiğiniz öğretmenler?

Okuduğu okulun kampüsünde 3 sene asıp kesip de son sene sırf doğuya gitmemek için KPSS kasan siz değil misiniz?

Orada öğretmenlik yapan insanların aylarca, yıllarca neler çektiğinin farkında mısınız?

Peki ya o öğretmenlerin o bölgede öğretmenlik dışında her şeyi yapmak zorunda kaldıklarını biliyor musunuz?

Bilemezsiniz.

Sosyal ağlarda balık olmak ve sistem uzantılarının size verdiği "popülist muhalif" kostümüne kukla olmak daha kolay ve zahmetsiz gelir. Hem de farkındalık yaratır.

Öyle ya, halkı uyutan dizilerde oynayıp da boş zamanlarında sosyal medyadan "muhaliflik" kasan "sanatçı" dostlarınla aynı paydada buluşmalı, aynı potada erimelisiniz.

Terör örgütü için her sivil, yerine göre paravan, yerine göre ise "siper"dir.

Son dönemde terör örgütünün en çok faydalandığı durum, terörist ile halkın birbirine karışması, terör örgütünün bunu bilinçli olarak yapmasıdır.

Öğretmenlerle ilgili bu çağrıları da bu düşünce doğrultusunda irdelenmelidir.

Bu sürecin en suçsuz olanları öğretmenler ve çocuklardır.

Baş suçluları da öğretmenine sahip çıkamayan, onları kaderine terk eden başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere Hükümettir.

O öğretmenlere kahpece saldıran terör örgütü ve sempatizanlarıdır.

Terör nereden gelirse gelsin insanlık suçudur.

Terör insanlığın ve evrensel değerlerin karşısındadır.

İnsanların özgürce yaşama hakkını gasp etme yetkisini kendinde görür.

Ve kendi çıkarları için her durumdan mağduriyet yaratmaya çalışır.

Uğur Mumcu'nun sözlerini anımsamakta fayda var:

"Terör, kullanan ile kullanılanın, korkutan ile korkutulanın birbirine karıştığı, kahramanlık yanı olmayan, kör ve iğrenç bir mekanizmadır. Teröristin de, karanlık emellerine yönelirken, çevresinde uyandırmak istediği kahraman görüntüsüyle gerçekte hiçbir ilgisi yoktur."

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
14 ARALIK 2015

1 Aralık 2015 Salı

Tahir Elçi Cinayeti Üzerine




Tahir Elçi cinayeti ile ilgili olarak ifadeler alınmış.
Polislerin açıklaması şu yönde:
"Olay anında, silah sıkarak sokağa giren iki kişiyi gördüklerini belirten polisler, teröristleri ilk önce fark etmediklerini, hareket halinde oldukları için dikkatlerinin dağıldığını söyledi. Olay anında silahını değiştirdiği görülen polis memuru ise teröristlere ateş açtığını, şarjörünün bittiğini ve diğer arkadaşının silahını aldığını belirterek, bu arkadaşından aldığı silahla ateş açmadığını söyledi." [1]

***

Tahir Elçi cinayeti ile ilgili olarak terör örgütü uzantısı YPG-H, terör örgütü yayın organı ANF'ye açıklama yapmış (ki çoook ulusal bir haber sitesi bu siteyi "muhalif basın" olarak nitelendirmişti ama şimdi konumuz bu değil):
"Medyada açık bir biçimde görüldüğü üzere 28 Kasım günü takip edilen iki arkadaşımız sivil polisler tarafından sivil bir ticari taksi içerisinde durdurulmuş, burada yaşanan çatışmada 2 polis öldürülmüştür. Bu çatışmanın hemen akabinde biri mermisi bitmiş, diğeri ise bozulmuş olan silahıyla alandan ayrılmaya çalışan üyelerimiz tesadüfen Tahir Elçi ve beraberindeki sivil toplum kuruluşları üyesi grubun basın açıklaması yaptığı sokağa girmiştir." [2]

***
Sorunların çözümü,
-ki zaten sorunları sorunların kaynağı olanlar çözemez-
herkesin doğruları ve olayları çıkarlarına göre bir taraflara çekmeden irdelemesi ile mümkün olabilir.

O zaman yine soralım:

İlk haberi okuduğunda açıklamalardan işkillenenler ve tatmin olmayanlar, hemen savaş baltalarını havaya kaldıranlar,
ikinci haberi okuduğunda da aynı tatminsizliği duyar, tepkiyi gösterir ve açıklamayı aynı iştahla kurcalarlar mı?

Tam da buradan başlamalı.

Eğer üstüne gitmek istiyorsak bir şeylerin.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
2 ARALIK 2015
DİPÇE
[1] http://www.milliyet.com.tr/gorgu-taniklari-ve-polislerin-gundem-2156139/
[2] http://haber.sol.org.tr/turkiye/ydg-hden-tahir-elci-aciklamasi-sokaga-girenler-ydg-hli-138043

SORU - CEVAP



Can Dündar'ın ne olduğunu biliyoruz. Neler yaptığını da. Birileri bu yazdıklarımızdan duruma sevindiğimizi düşünse de ne hissiyatımız ne de meselemiz bu değildi bizim.

Vurgulamak istenen de bu değildi.

Can Dündar'dan kahraman yaratmak ile, Can Dündar'a yapılan hukuksuzluğa tepki göstermek ayrı şeylerdi.

Önce bunun altını çizdik.

Bir konuda mağdur edilen bir insanın, başka insanları, kurumları hatta bir rejimi mağdur ettiği bir çok konuda AKlanmasına tepki gösterdik.

Üstelik bu tutuklamanın haksız olduğunu dile getirdik en sert eleştirileri yaptığımız yerde bile.

Ki bunu da matah bir şey yapmış gibi söylemiyoruz. Çünkü hukuk devletini savunan herkesin "asgari" görevidir bunu yapmak. Adaletten yana olmak. Kim için olursa olsun.

Ve öfkeliydik.

Çünkü bugün Can Dündar'ı da yutan(bir yanım bu işin bir pazarlık olduğunu söylüyor ama belgelemeden kesin gibi konuşmak doğru olmaz) canavarı en çok besleyenlerden birisiydi Can Dündar.

Tutuklanmadan 20 gün önce bile Cemal Temizöz davası ile yargısız infaz, hatta yargıya rağmen infaz yapmıştı Genel Yayın Yönetmeni olduğu gazete.

Bunlara rağmen birileri tarafından ne faşistliğimiz kaldı, ne insanlıksızlığımız ne de vicdansızlığımız.

Tamam, diyelim biz öyleyiz.

O zaman şunu sormak lazım.

Bu süreçte Can Dündar'ın yanında bir zamanlar "Başka kapıya" dediği kumpas mağdurlarının bir çoğu en azından "hukuki" manada Can Dündar'dan yana oldu mu?

Oldu.

Hatta yine "bizim" cenahtan bir çok insan Can Dündar'dan kahraman yarattı mı?

Yarattı.

Can Dündar da bunları gördü mü?

Gördü.

Peki beslediği canavarın kendisini de yutmasından sonra,

Can Dündar bu gördüğü ilgi, destek ve bumerangın kendisine dönmesinden sonra geçmişi ve bu insanlarla ilgili bir özeleştiri yapıp, özür diledi mi?

Dilemedi ise neden?

Yazıda beş tane soru sorduk, üç tanesini de yanıtladık.

Can Dündar'ı kendisine "model" yapıp da başkalarına saldıran kişiler,
geriye kalan iki soruyu yanıtlar mı?

Lütfen...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
1 ARALIK 2015