16 Kasım 2016 Çarşamba

KIBRIS CEPHESİ-5 : KKTC 33 YAŞINDA!


15 Kasım 2016.
Her türlü müdahaleye, mezalime, inkara rağmen:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 33 yaşında!
Kutlu olsun!

***

İki sene önceydi sanırım. Kıbrıs'ın siyasi gündemini, bu gündemi belirleyen parametreleri bir Kıbrıs Türküne sorduğumda şu yanıtı vermişti:

"Türkiye ile Kuzey Kıbrıs'ın politikaları ayrılmaz. Türkiye'de ne olursa Kıbrıs'a da aynısı yansır. Türkiye'de çözüm süreci başlar, burada da benzer bir 'süreç' başlar."

Kaderin cilvesi, şimdi Kıbrıs'tayım, asker olarak.
Türkiye'de Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmaya çalışan insanlar için 29 Ekim nasıl hem tedirgin hem coşkulu geçtiyse Kıbrıs'ta Cumhuriyet kazanımlarını savunan Kıbrıs Türkleri için de 15 Kasım aynı şekilde geçiyor.

***

Yakın zamanda Kıbrıs'ta olan bitenleri "Kıbrıs Cephesi" başlıklı yazı dizimle sizlere aktarmaya başlamıştım. Bu yazı, serinin 5. parçası. [1]

İsviçre'de süren görüşmelere Rum tarafının isteği üzerine bir haftalığına ara verildi.Böyle diplomatik görüşmeler satranç gibidir. Bir hamle yapılırken karşı tarafın üç adım sonra yapacağı hamle hesaplanmalı, ona göre yaklaşım belirlenmelidir.

Kıbrıs'ta Türkler ve Rumlar arasındaki süreçte Ada'daki görüşmelerde Kıbrıs Türkleri her daim ılımlı olmuş, karşılığında zulüm ve baskı gördüğü gibi Rumlar tarafından da dünyaya "uzlaşmaz", "barbar", "işgalci" olarak lanse edilmiştir.

Kıbrıs Türk tarihinin kırmızı çizgileri en silik yönetimiyle yapılan görüşmelerde bile Rumların, Atina ve Rum Ortodoks Başpiskoposu'na durum onaylatmak için görüşmelere bir hafta ara verilmesini istemesi, hem kimin aslında uzlaşma yanlısı olmadığını hem de Rumların hiçbir zaman verilenle yetinmeyeceğini göstermektedir.

Kıbrıs Türklerini savunma arzusuyla Rumlarla masaya oturan bir yönetim için bu talep büyük bir fırsattır, daha doğrusu fırsattı.

Bu teklif karşısında yapılması gereken çok netti. Teklifi yapan Rumların üstüne gidilir ve Rumların tavrı sonrasında tüm dünyaya ilan edilerek Kıbrıs Türkleri ile ilgili yanlış algılar da büyük ölçüde giderilirdi. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de eli güçlenirdi.

Fakat görüşmelere KKTC adına katılan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Rum Yönetiminin bu teklifini uzlaşmacı tavra karşı oyunbozanlık olarak değil, acilen lavaboya gitmesi gereken birisinin istemsiz isteğiymiş gibi yorumladı ve ilan etti:

"Bir haftalığına ara onların talebi, bizim de onayımız ile verildi.
(...)
Kriz söz konusu değil. Böyle bir durum olmasını da arzu etmiyoruz. 'Bir hafta çok uzun bir zaman değildir, ihtiyacımız vardır.' dediklerinde müstakbel ortağımıza bunu anlayış ile karşılayabileceğimizi söyledik." [2]

Ayrıca Mustafa Akıncı açıklamalarında görüşmelerde anlaşılan şartların 1960 Anayasası'ndan ve Annan Planı'ndan daha iyi olduğunu yineleyince bazı soruları "yine" sormak da bize farz oldu:

Rum kesimi 1960 Anayasası'nda daha avantajlı taraf mıydı?
Evet.

Peki buna rağmen Türk kesiminin haklarına saygı gösterdi mi?
Hayır.

Rumlara 1960 Anayasası'ndan daha fazla hak tanınan Annan Planı'na Rumlar hayır dedi mi?
Dedi.

Üstüne bir de Rum kesimi "Kıbrıs Cumhuriyeti" adına AB'ye kabul edildi mi?
Edildi.

O zaman an itibarıyla AB üyesi olan Rumların, 1960 Anayasası ve Annan Planı'ndan daha fazla taviz verilmesini kabul edeceğini ve bu anlaşmaya sadık kalacağını temin eden garantörler nedir?

Tabii bu "süreç" Akıncı'nın anlatmaya çalıştığının aksine uzun vadede KKTC'nin ve Kıbrıs Türklerinin Ada'dan silinmesini sağlayacak şartlara sahip değilse...




Eğer Akıncı insanları kandırmıyorsa -ki bu konuda bile ciddi şüpheler var- Rumların ya da BM'nin adaletine nasıl bu kadar güvenebiliyor?

Zamanında hem hukuki hem evrensel tüm değerleri çiğneyen Rumlar değil miydi?

Türklerin yaşadığı Rum baskısını uzun süre izleyen, katliamlara seyirci kalan BM değil miydi?

Türkiye Cumhuriyeti'ni de Barış Harekatı'na zorunlu kılan; Ada'daki Rumların, BM'nin, İngiltere'nin adaleti tahsis etmekten uzak tavrı değil miydi?

Daha kilit ve acı bir soru soralım:
O dönem Kıbrıs Türklerinin güvencesi Türkiye Cumhuriyeti siyasi iradesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmayıydı.
Bugün böyle bir durumda Bülent Ecevit'in ve belli konularda bir Kemalistin kabul etmeyeceği fikir ve davranışlara sahip olmalarına rağmen en azından Kıbrıs konusundaki hassasiyetleri açısından Erbakan ve Süleyman Demirel'in tavrını gösterecek bir siyasi irade var mı? Ve de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Semih Sancar gibi aktif bir rol oynayıp sorumluluk alır mı? Alırsa da bunun altından başarıyla kalkar mı?

***

KKTC, 18 Kasım 2016 tarihinde 33. kuruluş yılını kutlarken mevcut soru ve sorunlar bunlar.

Barış Harekatı'nda şehit olan mücahitleri rahmetle, gazilerimizi saygıyla anarken kapanışı da 1960 Anayası'na tabi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Rum veTürk halklarının haklarına saygılı olması gereken Kıbrıs Radyosunun 1961 yılının Ekim ayında yaptığı çocuk programındaki konuşma ile yapalım.

Nasıl bir bilinçaltı ile masaya oturup kimlerden sözlerine sadık olmalarını beklediğimizi irdelemek için, geçmişte yaşanan ve değişmeyen yaklaşımların ışığında...

   (...)

—Ne vakit büyüyecek ve babanın intikamını alacaksın?

Altı yaşındaki Aristo cevap verdi:
—Büyüdüğüm zaman sana altı Türk'ün başını getireceğim.
Bravo oğlum. Sen Yanni, sen ne getireceksin?
—Ben size 100 baş getireceğim ve onları yakacağız.
—Ya sen Theodoragi?
—Ben size Türklerin başını getirmeyeceğim çünkü kokarlar. Ben babamın vasiyetini yerine getireceğim.Türkleri Mora'dan süreceğim.
 [3]


Çağdaş BAYRAKTAR
15 Kasım 2016
Güzelyurt/Kıbrıs

(Yazıda kullanılan görseldeki kişiler: KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Rum Kesimi Lideri Anastasiades)
(15.11.2016 tarihinde yazılan bu yazı, gündem yoğunluğundan ötürü 16.11.2016 tarihinde yayımlanmıştır. ÇB )

DİPÇE

[2] Havadis gazetesi(Kıbrıs), 13 Kasım 2016, sayfa 28

[3] Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs'ta Türk Davası ve Rum Vahşeti, sayfa 29 (1964)

14 Kasım 2016 Pazartesi

BYLOCK KULLANAN BAKANLAR KİMLER?




Kılıçdaroğlu, Bylock kullanan bakanları açıklayacağım demişti -en azından şimdilik- yakın sayılacak bir süre önce, o iş ne oldu?
Yoksa bu konu da çıkmaz ayın son cumasında Kabataş görüntüleriyle birlikte mi yayınlanacak?

***

Eğer halkın bilmesi gereken gerçekler, halka gerçekleri söylemesi için seçilen (en azından önemli bir kesim bu sebeple, seçtiğini düşünüyor/inanıyor/sanıyor) kişiler tarafından suçlularla pazarlık malzemesi haline getiriliyorsa bu durum da "suça yardım ve yataklık" kapsamında değerlendirilmelidir.
En azından kamuoyu vicdanınca.

Peki partililer bu konuda genel başkanlarına yeterli baskıyı yapıyorlar mı?
Yapmıyorlarsa yapmalılar, tabi kendisi de Bylock kullanmayanlar.

Aksi halde Kılıçdaroğlu bu bilgiyi açıklama konusunda pek istekli değil gibi..

Sahi, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP Genel Merkezinin FETÖ konusunda çekincesi, saklaması gerekecek bir durumu yoktur değil mi?

Derdi pazarlık yapmak da değilse Kılıçdaroğlu, bakanları açıklamak için daha neyi bekliyor? 
Bakanların kendi kendilerini açıklamasını mı?

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
14 KASIM 2016-KIBRIS

11 Kasım 2016 Cuma

18. ADA KIBRIS MI? (KIBRIS CEPHESİ-4)

“Ada’da KKTC’nin ve Kıbrıs Türklerinin kaderi açısından hayati bir süreç yaşanıyor. Fakat bu ‘the süreç’ bilinçli bir şekilde kamuoyundan saklanıyor. Bu sebeple Kıbrıs’ta olan biteni elimden geldiğince bu başlık altında sizlere iletmeye çalışacağım.”[1]
***
İsviçre’de pazartesi günü başlayan Kıbrıs görüşmelerinden önce Rum kesiminin beklentileri ile şeffaf davrandığını fakat KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın kamuoyunu bilgilendirmediğini bir önceki Kıbrıs yazımda belirtmiştim.[2]
Haksızlık etmişim!
Sayın Cumhurbaşkanı kamuoyunu bilgilendirmiş.
Ne zaman?
Görüşmeler başlamadan 2 gün önce, 5 Kasım 2016’da.
Aynı zamanda Rum Lider Anastasiadis’in bilgilendirme toplantısından 1 gün sonra.
Akıncı’nın toplantısını Anastasiadis’in toplantısından 1 gün sonra yapması, ona cevap verme olanağı da sağlar. Bunu aklımıza not edelim ve iki liderin açıklamalarını irdeleyelim.
Mustafa Akıncı’nın açıklamalarını okuyunca insan kızgın kumlardan serin sulara giriyor gibi oluyor Kıbrıs’ın yaz sıcağında.
Gayet olumlu, iyimser.
Anlaşılan aşamaların 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki şartlardan çok daha iyi olduğunu söylüyor Türk tarafı adına.[3]
Bu durumda insan sormadan edemiyor:
Rum kesimi, zamanında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası’nda bulunan, bir nevi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasası’nı oluşturan Garanti Antlaşması’nı ve İttifak Antlaşması’nı ihlal etti mi?[4]
Etti.
Bu Cumhuriyet’teki haklardan faydalanan Rumlar, Türklere karşı katliam yaptı mı?
Yaptı.
Sonrasında geçen yıllarda Rum kesimi AB’ye “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak girip AB nezdinde hem Ada’nın tek “tanınan” yönetimi olup öte yandan da KKTC’yi işgalci pozisyonuna düşürdü mü?
Düşürdü.
Peki, o zaman 1960’ı yeterli bulmayan, AB’ye giren, Annan Planı’na bile hayır diyen Rumlar neden mevcut haklarından feragat etsin?
Üstelik bir detay daha:
Rum kesiminde yönetim değişiklikleri olsa da askeri darbe görseler de Ada’ya dair istekleri hiç değişmedi. Hiçbir konuda geri adım atmadılar. Rum tarafında durum böyleyken Türk tarafında ise süreç zigzaglar, gündelik yaklaşımlar ve bilinçli-bilinçsiz ödünlerle ilerledi.“Kıbrıs meselesi diye bir şey yoktur.” diyen de oldu, “Kıbrıs’ta hak iddia edemeyiz.”diyen de oldu, “İnsanlar ölüyor. Siz kelimeler üzerinde tartışıyorsunuz.” deyip de Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 186 sayılı kararına imza atarak Türk kesimini Kıbrıs’ta işgalci, Rumlardan oluşan yönetimi de Kıbrıs’ın tek meşru yönetimi yapan Türk liderler de oldu.[5]
Mustafa Akıncı kritik birçok konuya değinmeden masal tadında bilgilendirme yaparken Anastasiadis neler dedi?
“Kıbrıs Rum tarafının hedefinin, çok sayıda göçmenin geri dönmesine olanak sağlayacak düzenlemeler olduğunu belirten Anastasiadis, bir soru üzerine bu düzenlemeler içerisinde Güzelyurt’un da yer aldığını söyledi.”[6]
Şu an benim askerlik yaptığım alayın bulunduğu, Şehit Yüzbaşı Pilot Cengiz Topel’in işkence gördüğü yeri de içerisinde bulunduran Güzelyurt’un özelliği nedir peki?
Kıyı şeridinde bir bölge. Tamamen yeşillik ve toprak olarak belki de Ada’nın en verimli yeri.
Başka ne diyor Rum Lideri?
“Çözümün ilk gününde Kapalı Maraş’ın yasal sahiplerine iade edileceğini, ara bölgelerin yasal sahiplerine derhal geri verileceğini ve önemli sayıda Türk askerinin ilk günden itibaren çekilmeye başlayacağını vurguladı.”[7]
“Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, Kıbrıs Rum tarafının, çözümün hayata geçirilmesine ilişkin önerisiyle Türk ordusunun varlığının istenmediğini savundu. Türkiye’nin dönüşüm halindeki devlete veya yeni düzene garanti olmasının mümkün olmadığını savunan Anastasiadis, ‘BM himayesindeki çok uluslu bir kuvvet’ veya ‘güçlendirilmiş bir barış gücünden’ bahsetti.”[8]
Anastasiadis’in bu açıklamalarından bir gün önce başka bir görüşmesi oldu.
Rum Lider’in görüşme esnasında bol bol nasihat aldığı bu kişi tabii ki de Rum Ortadoks Kilisesi Başpiskoposu 2. Hrisostomos’tu.
Başpiskopus’un, “Yetmez ama evet.” kokan “Toprak müzakerelerinde ayak dire.”nasihatına Anastasiadis’in verdiği yanıt yine Rum tarafının yaklaşımını gösterir nitelikte:
“Sizin tezlerinizden daha iyisine ulaşmaya çalışacağız.”[9]
Konuyla ilgili basında çıkan bir kısım ise kimlerle uzlaşmaya, adil bir çözüm bulmaya çalıştığımızın acı bir yansıması olsa gerek:
“Hrisostomos, Kıbrıs Türklerine yüzde 25 oranında toprak bırakılsın önerisini açıp açmadığı yönündeki soruya ise konuyu bizzat Anastasiadis’in açtığını belirterek ‘Daha da azını vermek elimizden gelse evet ama bize de bağlı değil. Müzakere çetin olacak.’ dedi.”[10]
Burada çetin mücadeleden kastın Rum kesimin gerçeküstü isteklerinin kabul edilmeye çalışılması olduğunu anlamak çok zor olmasa gerek.
İşte tüm Türkiye’nin Fetö ve Musul operasyonuna yönlendirildiği günlerde Kıbrıs’ta ve İsviçre’de durum böyle.
KKTC tarafından asla verilmemesi gereken bu tavizlerin önündeki en büyük engelin “ne istenirse verecek” Akıncı değil de verilenleri yeterli görmeyecek olan Rum tarafı olması da hem bu süreçteki “stratejik derinliğimizi” hem de bizi yönetenlerin temsiliyet ile teslimiyeti aynı potada erittiğini gözler önüne seriyor, acziyet içinde… Bunu, Akıncı’nın kendisinden bir gün önce konuşan Rum Lideri’nin sözlerine yanıt vermeyip aksine pembe tablo çizmesinden de anlıyoruz.
Tarih, vatansever Türkiye Türklerini olduğu gibi Kıbrıs Türklerini de kendi vatanları için yapay ayrımları bir kenara bırakarak örgütlenmeye ve mücadeleye çağırıyor, en acil biçimde.
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
8 Kasım 2016
DİPÇE
[1] http://bayraktarcagdas.blogspot.com.tr/…/kibris-cephesi-1.h…
[2] http://bayraktarcagdas.blogspot.com.tr/…/kibris-cephesi-3.h…
[3] Vatan gazetesi(Kıbrıs) 6 Kasım 2016, sayfa 4-5
[4] Unutulan Ada Kıbrıs, İlker Başbuğ, Kırmızı Kedi Yayınevi, 1. Baskı (sayfa 39-51)
[5] a.g.e. (sayfa 159-174)
[6] Volkan gazetesi(Kıbrıs) 4 Kasım 2016, sayfa 3
[7] Halkın Sesi(Kıbrıs) 6 Kasım 2016, sayfa 10
[8] Halkın Sesi(Kıbrıs) 6 Kasım 2016, sayfa 10
[9] Volkan gazetesi(Kıbrıs) 4 Kasım 2016, sayfa 5
[10] Volkan gazetesi(Kıbrıs) 4 Kasım 2016, sayfa 5
(Bu yazı 9 Kasım 2016 tarihinde Üçüncü Yol'da yayımlanmıştır.)

BİR GÜN DEĞİL HER GÜN...

10 Kasım 2016.

Mustafa Kemal Atatürk'ün öncelikli, ebedi ve ezeli düşmanı cehalettir. 
O yüzden Mustafa Kemal'in askeri olmak, Mustafa Kemal'in eğitim ordusunun neferi olmak demektir.

Bu ordunun kısa vadeli mühimmatı mermi, top, tüfek olsa da uzun vadeli cephanesi akıldır, bilimdir; silahı kalemdir.

Yani, Mustafa Kemal Atatürk'ün askeri olmak sığ bir militarizme indirgenemez, sadece militarizmle açıklanamaz.
Fakat bu demek de değildir ki vatan için gerektiğinde vuruşarak ölmekten bir an bile tereddüt edilsin.
"Zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir." diyen Mustafa Kemal Paşa biziz ama aynı zamanda "Vatan için ölmek, bizim için Ağustos sıcağında soğuk su içmek gibidir." diyen Şahin Bey de biziz.


***

Üzerimde şehitlerimizin kanını kendine desen edinmiş şanlı Türk ordusunun üniformasıyla saygı duruşunda bulunmak, yine bu üniformayla bunları yazmak, benim için büyük bir onur olduğu kadar bir o kadar da büyük bir sorumluluk.
Peki, bu sorumluluk bize fazla gelir mi?
"Az bile gelir."

Açtığın yolda gösterdiğin hedefe yürümekten vazgeçildiği ölçüde kasedi sarmak zorunda kalıyoruz başa.
1919'a, 1918'e, 1912'ye...

Bu durum bizi tedirgin etmiyor mu?
Ediyor.
Ancak aynı zamanda motive de ediyor. 

Çünkü tarih, bedel ödememenin bedelini ödeyen bizlere yeniden Kemalist Devrim için mücadele etme onurunu bahşediyor.

Evet, kolay olacak çünkü elimizde başarılmış bir örnek var. Zafere giden yolun haritası uygulandı, onaylandı.
Evet, zor olacak çünkü düşmanlar da bizim hangi durumlarda neler yapabileceğimizi bizzat yaşayarak kavradı.
Bu doğrultuda hedefleri için kendi çözüm yolunda daha sinsi, maskeli bir tavır takındı.

Kaybettikçe değerini anladığımız Cumhuriyet kazanımlarına yeniden sahip çıkmak insanlık onurunun bize yüklediği görevdir her şeyden önce.
Kutsal emanetlere sahip çıkmanın olmazsa olmaz koşuludur.
Bu sorumluluk duygusuna sahip insanlardan oluşan ordunun ebedi Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk'tür.

Kendi çıkarları uğruna ülkeyi yangın yerine çevirenler de giydiği üniformanın onurunu kurtarmak adına lazım olan bir mermiyi aciz bedenlerinden esirgeyenlerin rütbeleri de tarih önünde yok hükmündedir.
Sırtımızı sadece Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'e ve tarih önünde her geçen gün daha çok doğrulanan Kemalist Devrim'e yaslıyoruz.

Çekinmiyoruz, korkmuyoruz, kaçmıyoruz.

Varlığımızı sürdürmemiz için gerekli olan asgari coğrafi alan içinde bulunurken
Ve buna rağmen bu alan da elimizden alınmak istenirken;

Boyun eğmeyeceğiz, teslim olmayacağız, pes etmeyeceğiz.

Çünkü: "Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti, cehennemler kudursa sönmez nigâhbanıyız."

Vatan için mücadele etmeden, kafa yormadan ölmek bize yakışmaz!

Çağdaş BAYRAKTAR
10 Kasım 2016-KIBRIS

ARTIK "SONUN BAŞLANGICI"





Bu sabah, Trump'ın zaferi belli olunca bu iletiyi yazmıştım. (Görselde paylaştığım.) Daha doğrusu kendime sorduğum soruları sesli düşünmüştüm.
Dünya yönetiminde söz hakkına sahip olanın bir ülkeden ziyade "çok uluslu" bir zümre olduğuna inanırım.
Şimdi seçilen ve yakın zamanda ABD Başkanlığı yapan kişilerin zeka seviyelerine baktığımızda da bu kişilerin bu çarkları döndürebilecek kişilerden ziyade ekrana sürülen kuklalar olduğunu görürüz.(Evet, aydınlanma yaşıyorum şu an.)
Kuklanın olduğu yerde yapılması gereken kuklacıya bakmak.

Trump'ın Çin ile ilişkileri geliştirmek istediğini haberlerde duyunca (askerde olduğum için bunu bir saat önce öğrenebildim) önce aklıma yıllar önce okuduğum bir ekonomi dergisi geldi. O dergide Çin ekonomisinin 10 sene içinde bir numaraya çıkacağı söyleniyordu ve hemen hemen öyle de oldu.
Sonra aklıma ideolojik birikimi açısından sayılı kişilerden olan aynı zamanda çok da sevdiğim(yer yer ihmal edip kızdırdığım) Sanem Aykut'un "ABD Merkez Bankasındaki rezervler buradan geri çekilip Rusya-Çin merkez bankalarına yatırılıyor." sözü geldi.

Ne mi görüyorum?

Dünyayı yöneten mekanizmanın ekonomik manada coğrafi merkezi kayıyor.
ABD için "posalaşma" süreci başlıyor.
Tüketim kültürü kendi yaratıcısını yeme konusunda çok iştahlı ve sanki toplumları tüketen kendisi değilmiş gibi aç.

Son 1 2 yılda sadece yakın çevreme dillendirdiğimi şimdi buradan söyleyebilirim sanırım:
ABD için sonun başlangıcı. ABD parçalara ayrılırsa kimse şaşırmasın.

Yazıyı sonlandırırken bir detayın altını çizmek istiyorum:
Sonun başlangıcını yaşayan, yaşadığını iddia ettiğim ABD, emperyalizmin değil.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
09.11.2016-KIBRIS

8 Kasım 2016 Salı

"KIBRIS CEPHESİ" (3)


Belki de Kıbrıs Türklerinin kaderini belirleyecek görüşmeler yarın İsviçre'de başlayacak.
Rum tarafı masaya elinde harita ile oturacak. Ne istedikleri, nelerden asla vazgeçmeyecekleri belli.
Kırmızı çizgileri de belli.
Aynı şekilde KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da elinde bir dosya ve harita ile gidiyor ama sorun şu ki: Harita ve dosya hakkında kimseye bir şey söylenmiyor.
Belki de kırmızı çizgimiz bile yok.
Ne isteyip ne vereceğimizi belki verdikten sonra anlayacağız.
Rum kesiminin öncelikli şartı Ada'dan Türk askerinin çekilmesi.
Ayrıca, Akıncı İsviçre'ye gitmeden önce son görüşmesini İstanbul'da Erdoğan'la yaptı.
Türk basınında bunla ilgili bir haber var mı?
Kamuoyu yaratıldı mı?
İkisinin de yanıtı hayırsa o zaman neden?
Hele de birilerine Misak-ı Milli'nin dar geldiği günlerde bu sessizlikten ne anlamalı?

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
06.11.2016-KIBRIS

"KIBRIS CEPHESİ" (2)


KKTC'nin milli yayın organlarından Volkan yazarı Aydın Akkurt'un 4 Kasım 2016 tarihli, "Kriterler, Toprak ve Haritalar" başlıklı yazısını oku(t)makta fayda var:

"İsviçre’de 7-11 Kasım tarihleri arasında yapılacak görüşmelere sayılı günler kaldı. Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis, bugün düzenleyeceği basın toplantısıyla Rum halkını bilgilendirecek ve ardından İsviçre’ye hareket edecek. Rum müzakere heyeti de Pazar günü İsviçre’de olacak.
Ulaşan bilgilere göre; Rum tarafı toprak ve haritalar konusunda bütün hazırlıklarını tamamladı, başta Kilise olmak üzere Rum Ulusal Konseyi’nin de onayı alındı.
Rum siyasi partilerinin Anastasiadis’i çok sert şekilde suçlamaları ise oyundan ibaret.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı bugün, Meclis’te temsil edilen siyasi partilerle görüşecek.
***
Rum siyasi partileri İsviçre’de yapılacak toprakla ilgili müzakerelerde masaya harita ile rakamların konulması yönünde ısrarlı. Anastasiadis’in de ana hedefi bu.
Türk tarafında ise bu konuda endişeler var. Çünkü, Rum tarafının niyeti; Türk tarafının toprak konusunda vereceği tavizleri görmek ve ona göre hareket etmek. Bu da oldukça sakıncalı.
Ama ne var ki, TDP Genel Başkanı Cemal Özyiğit’in yaptığı açıklamalar çok farklı. Özyiğit; yaptığı açıklamalarda toprakla ilgili kriterlerin görüşülmesini göz ardı ederken, “İsviçre’de toprak ile harita konularının detaylı şekilde masaya yatırılarak ilerleme kaydedilmesini beklemekteyiz, bu şekilde de süreç olumlu gelişir.” diyor.
İşte bunu anlamak mümkün değil. Bu noktada da, Rum siyasi partileriyle görüşen Özyiğit’in, Rumların etkisinde mi kaldığı sorusu akla geliyor.
***
Şimdi de gelelim İsviçre’de yapılacak müzakerelerin programına;
Müzakereler Pazartesi sabahından Cuma akşamına kadar devam edecek. Müzakerelerin ilk günü törensel olacak ve buna BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon da katılacak.
İkinci gün, Yönetim, Ekonomi, AB ve Mülkiyet başlıkları ile halen varlığını koruyan anlaşmazlıklar ele alınacak.
Üçüncü gün ise toprak kriterlerinin görüşülmesine başlanacak ve kriterlerde uzlaşıya varılırsa karşılıklı harita teatisi yapılacak. Türk tarafı ile Rum tarafı hazırladıkları haritaları masaya koyacak.
Ve buna göre demek oluyor ki: Akıncı İsviçre’ye giderken çantasında harita da olacak.
Bu haritanın neleri içerdiğini ise kimse bilmiyor.
İşte esas mesele de bu.
Bilmem anlatabildim mi?"

Aktaran:
Çağdaş BAYRAKTAR
4 KASIM 2016-KIBRIS

"KIBRIS CEPHESİ" (1)


Ada'da KKTC'nin ve Kıbrıs Türklerinin kaderi açısından hayati bir süreç yaşanıyor fakat bu "the süreç" bilinçli bir şekilde kamuoyundan saklanıyor. Bu sebeple Kıbrıs'ta olan biteni elimden geldiğince bu başlık altında sizlere iletmeye çalışacağım.
***
Rum kaynaklarından DIKO, Rum tarafının beklenti ve yaklaşımını anlamamıza ve kimlerle uzlaşma/pazarlık masasına oturduğumuzu görmemize gayet yardımcı oluyor.

Haber 3 Kasım 2016 tarihli:
"Kıbrıs sorununa dair herhangi bir antlaşma ortaya konulmasından önce Türk askerinin çekilmesi, bir miktar TC kökenlinin geri gönderilmesi ve çözümle birlikte iade edileceğinde uzlaşılacak toprakların iadesinin güvence altına alınması gerekir."

Bu "çözüm süreci" ve karşı tarafın pervasız ve taviz bekleyen tavrı size de bir yerden tanıdık geldi mi?
***
Umarım son dönemdeki Musul girişimlerimiz bir pazarlıkta Kıbrıs'tan vazgeçmemiz karşılığında ağzımıza çalınan bir parmak bal değildir çünkü bu durumda bu ödün o ağza çok kan kusturur.
Mecazi anlamda değil.

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
4 KASIM 2016-KIBRIS