16 Kasım 2016 Çarşamba

KIBRIS CEPHESİ-5 : KKTC 33 YAŞINDA!


15 Kasım 2016.
Her türlü müdahaleye, mezalime, inkara rağmen:
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 33 yaşında!
Kutlu olsun!

***

İki sene önceydi sanırım. Kıbrıs'ın siyasi gündemini, bu gündemi belirleyen parametreleri bir Kıbrıs Türküne sorduğumda şu yanıtı vermişti:

"Türkiye ile Kuzey Kıbrıs'ın politikaları ayrılmaz. Türkiye'de ne olursa Kıbrıs'a da aynısı yansır. Türkiye'de çözüm süreci başlar, burada da benzer bir 'süreç' başlar."

Kaderin cilvesi, şimdi Kıbrıs'tayım, asker olarak.
Türkiye'de Cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmaya çalışan insanlar için 29 Ekim nasıl hem tedirgin hem coşkulu geçtiyse Kıbrıs'ta Cumhuriyet kazanımlarını savunan Kıbrıs Türkleri için de 15 Kasım aynı şekilde geçiyor.

***

Yakın zamanda Kıbrıs'ta olan bitenleri "Kıbrıs Cephesi" başlıklı yazı dizimle sizlere aktarmaya başlamıştım. Bu yazı, serinin 5. parçası. [1]

İsviçre'de süren görüşmelere Rum tarafının isteği üzerine bir haftalığına ara verildi.Böyle diplomatik görüşmeler satranç gibidir. Bir hamle yapılırken karşı tarafın üç adım sonra yapacağı hamle hesaplanmalı, ona göre yaklaşım belirlenmelidir.

Kıbrıs'ta Türkler ve Rumlar arasındaki süreçte Ada'daki görüşmelerde Kıbrıs Türkleri her daim ılımlı olmuş, karşılığında zulüm ve baskı gördüğü gibi Rumlar tarafından da dünyaya "uzlaşmaz", "barbar", "işgalci" olarak lanse edilmiştir.

Kıbrıs Türk tarihinin kırmızı çizgileri en silik yönetimiyle yapılan görüşmelerde bile Rumların, Atina ve Rum Ortodoks Başpiskoposu'na durum onaylatmak için görüşmelere bir hafta ara verilmesini istemesi, hem kimin aslında uzlaşma yanlısı olmadığını hem de Rumların hiçbir zaman verilenle yetinmeyeceğini göstermektedir.

Kıbrıs Türklerini savunma arzusuyla Rumlarla masaya oturan bir yönetim için bu talep büyük bir fırsattır, daha doğrusu fırsattı.

Bu teklif karşısında yapılması gereken çok netti. Teklifi yapan Rumların üstüne gidilir ve Rumların tavrı sonrasında tüm dünyaya ilan edilerek Kıbrıs Türkleri ile ilgili yanlış algılar da büyük ölçüde giderilirdi. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin de eli güçlenirdi.

Fakat görüşmelere KKTC adına katılan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Rum Yönetiminin bu teklifini uzlaşmacı tavra karşı oyunbozanlık olarak değil, acilen lavaboya gitmesi gereken birisinin istemsiz isteğiymiş gibi yorumladı ve ilan etti:

"Bir haftalığına ara onların talebi, bizim de onayımız ile verildi.
(...)
Kriz söz konusu değil. Böyle bir durum olmasını da arzu etmiyoruz. 'Bir hafta çok uzun bir zaman değildir, ihtiyacımız vardır.' dediklerinde müstakbel ortağımıza bunu anlayış ile karşılayabileceğimizi söyledik." [2]

Ayrıca Mustafa Akıncı açıklamalarında görüşmelerde anlaşılan şartların 1960 Anayasası'ndan ve Annan Planı'ndan daha iyi olduğunu yineleyince bazı soruları "yine" sormak da bize farz oldu:

Rum kesimi 1960 Anayasası'nda daha avantajlı taraf mıydı?
Evet.

Peki buna rağmen Türk kesiminin haklarına saygı gösterdi mi?
Hayır.

Rumlara 1960 Anayasası'ndan daha fazla hak tanınan Annan Planı'na Rumlar hayır dedi mi?
Dedi.

Üstüne bir de Rum kesimi "Kıbrıs Cumhuriyeti" adına AB'ye kabul edildi mi?
Edildi.

O zaman an itibarıyla AB üyesi olan Rumların, 1960 Anayasası ve Annan Planı'ndan daha fazla taviz verilmesini kabul edeceğini ve bu anlaşmaya sadık kalacağını temin eden garantörler nedir?

Tabii bu "süreç" Akıncı'nın anlatmaya çalıştığının aksine uzun vadede KKTC'nin ve Kıbrıs Türklerinin Ada'dan silinmesini sağlayacak şartlara sahip değilse...




Eğer Akıncı insanları kandırmıyorsa -ki bu konuda bile ciddi şüpheler var- Rumların ya da BM'nin adaletine nasıl bu kadar güvenebiliyor?

Zamanında hem hukuki hem evrensel tüm değerleri çiğneyen Rumlar değil miydi?

Türklerin yaşadığı Rum baskısını uzun süre izleyen, katliamlara seyirci kalan BM değil miydi?

Türkiye Cumhuriyeti'ni de Barış Harekatı'na zorunlu kılan; Ada'daki Rumların, BM'nin, İngiltere'nin adaleti tahsis etmekten uzak tavrı değil miydi?

Daha kilit ve acı bir soru soralım:
O dönem Kıbrıs Türklerinin güvencesi Türkiye Cumhuriyeti siyasi iradesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin Genelkurmayıydı.
Bugün böyle bir durumda Bülent Ecevit'in ve belli konularda bir Kemalistin kabul etmeyeceği fikir ve davranışlara sahip olmalarına rağmen en azından Kıbrıs konusundaki hassasiyetleri açısından Erbakan ve Süleyman Demirel'in tavrını gösterecek bir siyasi irade var mı? Ve de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Genelkurmay Başkanlığı yapan Orgeneral Semih Sancar gibi aktif bir rol oynayıp sorumluluk alır mı? Alırsa da bunun altından başarıyla kalkar mı?

***

KKTC, 18 Kasım 2016 tarihinde 33. kuruluş yılını kutlarken mevcut soru ve sorunlar bunlar.

Barış Harekatı'nda şehit olan mücahitleri rahmetle, gazilerimizi saygıyla anarken kapanışı da 1960 Anayası'na tabi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Rum veTürk halklarının haklarına saygılı olması gereken Kıbrıs Radyosunun 1961 yılının Ekim ayında yaptığı çocuk programındaki konuşma ile yapalım.

Nasıl bir bilinçaltı ile masaya oturup kimlerden sözlerine sadık olmalarını beklediğimizi irdelemek için, geçmişte yaşanan ve değişmeyen yaklaşımların ışığında...

   (...)

—Ne vakit büyüyecek ve babanın intikamını alacaksın?

Altı yaşındaki Aristo cevap verdi:
—Büyüdüğüm zaman sana altı Türk'ün başını getireceğim.
Bravo oğlum. Sen Yanni, sen ne getireceksin?
—Ben size 100 baş getireceğim ve onları yakacağız.
—Ya sen Theodoragi?
—Ben size Türklerin başını getirmeyeceğim çünkü kokarlar. Ben babamın vasiyetini yerine getireceğim.Türkleri Mora'dan süreceğim.
 [3]


Çağdaş BAYRAKTAR
15 Kasım 2016
Güzelyurt/Kıbrıs

(Yazıda kullanılan görseldeki kişiler: KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Rum Kesimi Lideri Anastasiades)
(15.11.2016 tarihinde yazılan bu yazı, gündem yoğunluğundan ötürü 16.11.2016 tarihinde yayımlanmıştır. ÇB )

DİPÇE

[2] Havadis gazetesi(Kıbrıs), 13 Kasım 2016, sayfa 28

[3] Dr. Fazıl Küçük, Kıbrıs'ta Türk Davası ve Rum Vahşeti, sayfa 29 (1964)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder