17 Temmuz 2017 Pazartesi

ACIPAYAM'IN TATLI İNSANLARINA...

Askerliğimin acemiliği bitmiş, usta birliğindeki şafak ise yarılanmış. Bir karar tebliğ edildi bana:

 "39. Tümen Karargah'tan yine 39. Tümen'e bağlı 14. Alay'a gönderilmeme..."

Görülen "tertip emri", ama bana söylenen gerekçe; "Güvenliğin sebebiyle." Sen de yata yata askerlik yaptın diyenler, sadece komutanlarla samimiyetimi görenler için bu cümle biraz yadırgatıcı gelebilir ama sorun değil. Çünkü "güvenlik" cümlesini bile sönük bırakacak yaşananlar, benimle birlikte mezara gidecek ya da hiç yayımlanmayacak. İnsanların Çavuş tanıdığı olduğunda bile kullanmaya çalışırken Tümen, Alay komutanlarını, onların devrelerini ve de başka yüksek rütbelileri tanıdığım halde onlardan yardım yerine iş yapmayı tercih ettiğimi fakat birilerinin "torpilli" muamelesi yaptığı için askerliğimin büyük kısmının burnumdan geldiğini ama faydacılık olur diye bu durumu neredeyse hiçbir komutana anlatmadığımı ve de askerliğimi bu şekilde tarafımdan yazılmış ve Güvenlik Kuvvetleri tarafından basılan bir kitap ve benle birlikte Tümen'de nöbet tutmaya başlayan arkadaşlar askerliği 75-80 nöbetle tamamlarken 160 nöbetle askerliğimi tamamladığımı söyleyebilirim en fazla. Fakat her şeye rağmen bir daha olsa bir daha gider miydin, giyer miydin o şanlı üniformayı?

Seve seve!

Ve de komutanlarıma ne kadar teşekkür etsem az. Onlar, bu coğrafyanın dayanağını koruyan kurumun kahraman komutanları.

Peki bunu neden anlattım? Daha doğrusu neden buraya girdim?

Tepeden dalmış gibi oldum ama aslında tepeden dalmış gibi olmamak için kasedi hafif geriye sardım.

14. Alay'a naklim oluyor. Bir minibüs, iki görevli, ben ve çantam, sanırım haritanın en soluna geldik Kıbrıs'ta, Güzelyurt'a bağlı Yeşilyurt. Rumların ilk fırsatta almak istediği bölge.

Ben tam arabadan inerken yeni gönderildiğim yerde bir er de başka bir yere gidiyor. Dizinin sevilen karakterlerinden birisi diziden ayrılıyor, onun yerine de diziye yeni bir karakter giriyor. Sevilen karakterin ayrılmasının hüznünün yeni giren karakterde antipati ve öfke yaratması kuvvetle muhtemel. Tümen'i kozmopolit büyükşehirlere, Alay'ı ise küçük kasabalara benzetebiliriz. Bu sebeple, o diziden daha doğrusu Alay'dan ayrılan kişi uğurlayan iki kişinin ona sarılıp ağlaşmaları beni şaşırtıyor ve etkiliyor, tepkimi net hatırlıyorum: Aaa insanlık!

Tümen'de dolaplarını kilitlemek zorunda kaldığın gibi duygularını da kilitlemek zorunda kalıyorsun. Oysa Alay'da kilit dolaplara yasak, bazı kişileri tanıyınca duygulara da...

O iki kişiden birisi özellikle dikkatimi çekiyor. Tebessümü, enerjisi. Bir yandan "sürülmüş" hissinin yarattığı travmatik ruh hali, diğer yanda da sinirden ağlamamak için kendimle verdiğim savaş; "otonom piyade" yeni görev yerinde yine hayat denen nöbette...

***

Önce saatler, sonra günler geçmeye başlıyor. Saatlerin geçtiği evrede o bahsettiğin iki kişiden birisi bağlamasını çıkarıyor, sesi de kadife ama pek söylemeyi tercih etmiyor, çalıyor. Bir-iki parça soruyorum, biliyor, o çalıyor ben söylüyorum, arkadaşlık hususunu çentikliyoruz, sonrası ilmik ilmik örülmek üzere zamana salınıveriyor.  

Gözlemliyorum o ikiliyi, koğuştan/takımdan daha soyutlanmış, üçüncülerinin gitmesiyle birbirlerine doğru kapanmaya meyilliler. Koğuşta ranzalarımızın arasında bir ranza var. Bir sohbetlerine istemsiz kulak misafiri oluyorum. Daha doğrusu bazı kelimeleri duyuyorum ve çölde vaha bulmuşçasına irkiliyorum: "Cosmos belgeseli", "Carl Sagan"...

Hemen yanaşıyorum ama ilk etapta bir duvarla karşılaşıyorum. Muhabbet kurulsa da ikisi beni pek kabul etme taraftarı değil aralarına. Kendimi çıkarıp takıma baktığımda da hayata bakıştan önceliklere kadar ciddi bir seviye farkı söz konusu. Çekiyorum ikisini ve açık açık diyorum ki "biladerler, ben o soyutlandığınız insanlardan değilim." Alay'dan Tümen'e giden olur genelde, Tümen'den Alay'a gidince hele de merkezden sınırın kıyısına, ben gelmeden hakkımda algı geliyor. Tezkere vakti kucaklaştığım komutanım bile itiraf etmişti: "Tümen'den buraya kolay kolay adam gelmez, Allah bilir hangi psikopatı yolluyorlar şimdi buraya dedik." diye.

O konuşmadan sonra ben de dahil oldum çembere. Özellikle bir kişi ile bağımız çok farklı oldu. Askerde "badi", "can dostum" kavramlarının içini dolduran o kişi Salih'ti...
                                         

Askere ilk geldiğimde Milli Mücadele döneminde komutanların sevdiği Yakup Kadri gibi hissediyordum. Sonrasında ise Yakup Kadri'nin Yaban romanının içine düştüm adeta. İşte Salih, o romandaki temiz, naif, yetenekli, anlayışlı karakterdi. Eğer bir gün birisi bana derse ki "Sen askerdeyken sana değer veren kişiler seni korumak için yanına birisini verdiler, bil bakalım kim?" hiç düşünmeden Salih derdim.

Günler geçti, ben kitap çalışmalarını yaptım, tabi o süreçte de çeneme pek hakim olamadım, kazandığım insanlar olduğu gibi zıtlaştığım "gerici" blog da oldu. İmkan olsa beni bir kaşık suda boğmak isteyen. İşte Salih adeta etrafıma bir güvenlik çemberi oluşturdu, ben de o sayede hem askerliğimi hem de yazarlığımı alabildiğine iyi şartlarda tamamladım.

Askerlik bitti ama dostluk bitmedi, birbirimizi kaybetmeye hiç niyetimiz yoktu...

Telefon çaldı bir gün, Haziran'ın sonları... Arayan kadife sesiyle dünyanın en iyi insanı sıralamasının ilk üçünde git-gel yapan Salih...

"Kardeşim, Duygu'ya evlenme teklifi edeceğim bir tekne organizasyonuyla, senin de yanımda olmanı istiyorum."


Dedim, "Kardeşim, seve seve... Yalnız Temmuz'un ilk haftası olursa zor çünkü biliyorsun Amiral'in ölüm yıl dönümü..."

Sonrasında ya denk geldi ya da beni düşünerek ayarladı -ki bu inceliği yaparsa da şaşırmam-, sonra bana döndü, tarih netleşti dedi: "9 Temmuz".

Rahat bir nefes aldım tarihi duyunca. Cem Amiral'in anma etkinlikleri ve dergi çalışmaları kapsamında Sena ile İstanbul'dayız o sırada... 4 Temmuz, İstanbul'dan Ankara, 8 Temmuz'u 9 Temmuz'a bağlayan gece; Salih'le Duygu'yu birbirine bağlayan sürecin resmiyete dökülmesi kapsamında Ankara'dan Denizli'ye...

Sena'nın otobüs yolculuğuna olan antipatisi, firmanın seyahatin ilk yarım saatinde yapılan dondurma ikramı ile değişti. Eğer Pamukkale Turizm, Senâ'yı bu kadar küçük hesaplarla ikna edeceğini düşünmüşse haklı. Haklı da çıktı.

9 Temmuz sabahı, Denizli...

Saat 04.46'da Denizli'deyiz ama sorun şu, Denizli'den Acıpayam'a giden servislerin başlama saati 06.30.

Banklarda uyuklamaca, kendine aldığın poğaçayı kedilerle paylaşmaca, ilk kez geldiğin ve hiç tanımadığın bir şehirde olmanın hafiften ürpertici huzuru ile akrep yelkovan nezaretinde binildi servise.

Gece'den gündüze yapılan yolculukta uyku ile farklı koltuklara oturmuşum yine, servisteki şive, kişiye yazlık Ege dizisinin içine düşülmüş hissiyatı vermekte, yol kenarları buğday ve düzlük... Uzaktan dağlar bu gelenler de kim dercesine inceden inceden kesmekte. Bu şekilde bitmeye yüz tutarken yolculuk, gün içinde de bazı etkinlikler olacağını biliyoruz ama diğer yandan da akılda abaküs hesabı, "2-3 saat uyuruz en azından..."

Salih karşıladı servisin motorunun söndüğü yerde, suratında eksik olmayan iki şeyle; gözlüğü ve tebessümü. Kucaklaştık, geçtik eve, dedim Salih uyuyabilir miyiz, evet ama 1 saat sonra yolculuk dedi kendine has tebessümüyle...

Eyvallah dedik, uyku ve kahvaltı arasındaki tercihi naif aile fertleri ve sonradan dahil olan Salih ve Duygu'nun dostlarıyla tanışmak için kahvaltıdan yana kullandık.

Duygu Denizli'de ama ne organizasyondan ne de bizim geleceğimizden bi'haber. Fakat ben, buna rağmen damperli kamyon misali sosyal medyaya Denizli görseli koydum, kesmedi, Duygu ve Salih dedim, o da yetmedi -şu an hatırladıkça çenesi delik olduğu halde dondurma yiyen insanlar gibi utancımı üstüme üstüme damlatıyorum- "en özel günlerinden birisi için Denizli'ye" diye not da ekledim.

Artık ben bir yangınım farkında olmayan, ekip arkadaşım, kardeşim Mehmet Anıl Parlak ise tazyikli itfaiye hortumu gibi yetişiyor imdadıma ve hemen özelden yapıştırıyor mesajı, kısa çaplı iletişimle söndürülmeye başlıyorum.

- Abi, Salih'in organizasyonu sürpriz olmayacak mıydı?
- Öyle mi olacaktı?
- Sanki öyle olacaktı sen bir sor istersen.
- Hee... Tamam...


Arog'da parmakları düğüm alan kaleci seriliği ile siliyorum paylaştığım gönderiyi. Sonra Salih'e yazıyorum:

- Yavrum, biz bindik.
- Tamam kardeşim. İyi yolculuklar.
- Evlenme teklifi sürpriz mi?
- Sürpriz . Sizden haberi yok.
- Hee...
- Siz gelince garajdan Acıpayam Kooperatif arabaları var ona bineceksiniz ben alacam. Daha sonra siz diğer arkadaşlarla organizasyonun olduğu yere gideceksiniz. Biz ablamla Duygu'yu kandırıp yanınıza geleceğiz sürprizle...


Tam da burada dur okuyucu!

Bu konuşma sırasındaki "hee", sözün bittiği, bittiği yerden başlayamadığı, birden bir tişörte dönüşüp üstüme giydirilip, yoldan geçen çocukların ise fark ettiği anda parmaklarını bana doğrultmak suretiyle "BAKIN BU BİR DRAMDIR" diye haykırdığı yerdir.


Neyse ki Duygu bunu görmedi. Tabi ben de bu yaptığımı bu kadar kapsamlı ancak etkinlik bitince ikinci kadehten sonra anlatabildim.

Dünyanın en nadide enerji kaynaklarından olan Salih'in annesi ve diğer naif aile üyeleriyle tanışıp, sonradan eve gelen arkadaşlarla da tanıştıktan sonra Salda Gölü'ne yolculuğumuz başladı. Evlenme teklifini Marmaris'te teknede yapmayı düşünmüştü fakat bazı teknik aksaklıklar, organizasyon yerini Salda Gölü'ne yöneltti. Plan şuydu, 10-11 gibi evden çıkıldı, Salih Duygu ile buluşmaya gitti, biz de 7-8 kişi Salda Gölü'ne... Önce hafif dozda mangal, zemin etütü, sonra ise deniz kabuklarının çiviyle delinmesinden kumsalın ortasına ses sistemi kurup evlenme teklifinin olduğu pankartı sabitleyecek kalasları çerçeve haline getirip kumsala dikmeye, Salih ve Duygu'nun fotoğraflarının asılacağı düzenek yapmaktan kumsal yolunu meşalelerle ışıklandırmaya kadar güneş çarpmalı tatlı telaşlı, yer yer sövmeli "ama Salih için değer"le bitmeli bir gün...
       

Mustafa'nın şapkası... Yılmaz'ın kaldırmaya çalıştığı fakat şehirden çok daha önce dikilen, şehrin sonra üstüne eklendiği tabela ile imtihanı...





Denizci Sahil Güvenlikçi Alican'ın "Sahil Güvenlik de Donanma'nın Jandarması" tezini ruhumuza kazıyan "ucuz iş gücü"ne yatkınlığı... Berkant'ın (Sülüyman) görmesek de gitmesek de varlığını öğrendiğimiz pavyonu, bu iddiasını güçlendiren tatlış şivesi ve "Müteahhit Fikri" tavrı...




Ve Duygu'nun arkadaşlarının güneşe kafa atarcasına çalışmaları, zorluklara meydan okumaları ve paylarına düşen amele yanıkları...



Belli aksiliklere rağmen her şeyin yetişmesi...


Duygu ile Salih'in sahile geldiği anda çalan müzik...


Duygu'nun şoka girmesi... Şokun etkisiyle esnafa bağlayıp, evlenme teklifi yerine "bu kazıkları buraya nasıl çaktınız ya" diyerek detaylara takılması... 



Devam eden şokun etkisiyle beni görüp, yok sayması -ki ben bu tarz bir yok saymayı göz göze değilse de bir ortamda var olarak da yaşamıştım- sonra da sanki sen hep Acıpayam'daymışsın gibi hissettim diye açıklaması...



İzmir'e son mermisini atarak giren Kuvayi Milliye gibi gururlu ve yorgun şekilde etkinliği tamamlamanın huzuru... Sonrasında sahilde kurulan yer masasında şartlar dahilinde feleğimsiden bir şekilde çalınan gece... Sahil üzerinden yönlendirilmek suretiyle kaldırılan kadehler...





Hayatta mutluluğu en çok hak eden kişilerden birisi olduğuna inandığın kardeşinin, can dostunun, badinin ve onun kardeşim, çok değerli müstakbel eşinin mutluluğuna tanık olmak, ucundan da olsa katkı sağlamış olmanın iç huzuruyla onları seyretmek, arada yalnız başına sahile giderek, Salih'ten ısrarla yöneltilen artık sıra sende, bundan sonra sen arayacaksın ben geleceğim cümlelerini ahval ve şerait ekseninde tebessümlerle geçiştirmek... Kimin yaptığı bilmediği kek ve tatlıları yemek, rakı ile de ne kadar güzel gittiğini keşfetmek, hayalleri keşkeler ile birbirine ilikleyerek...

Gecenin finalinde ise bağlamasını alması Salih'in... Kadife sesiyle girmesi o türküye:

"Şafak söktü yine Sunam uyanmaz,
hasret çeken gönül derde dayanmaz"


Bana da ona eşlik etme şerefinin yine denk gelmesi...

Yıldızların bile "kadife ses"e olan hassasiyetini yakamozlarda hissetmek...

***

Salda Gölü'nde tekmelememize rağmen yerinden kıpırdamayan tabela kadar kalıcı olur mu bu yazılanlar bilemem, benimkisi kardeşimin en güzel gününde yakasına bir tebessüm iliştirebilmek, anın resmini kara kalemle olmasa da klavye tuşları ile yapabilmek, elimden geldiğince...

Hem senin hem ailenin hem de arkadaşlarının misafirperverliği için ne kadar teşekkür etsem az.. Üstelik Denizli'den hem senle hem babanla çalıp söylemiş olmayı haneme yazdırıp bir anne daha kazanarak ayrılmak, ne büyük şans ne büyük güzellik...


Hep mutlu ol, mutlu olun kardeşim.

Yardım ve yataklık gerektiğinde, ses vermen yeter...

En kötü gününüz, o gün gibi olsun...

İyi ki varsın, en zor günlerimi kolaya eviren güzel insan...

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
17 TEMMUZ 2017