12 Temmuz 2018 Perşembe

CUMHURİYET AĞIDI - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR


"Dağlarıma kastı nedir devranın 

Yaylaya çıkılıp gezilmez oldu 
Yekinin erenler, erler davranın 
Yağı nereden basar sezilmez oldu"


[ Şaman Ağıdı, Bahadırhan Dinçaslan ]

***

10-15 sene önceydi.


Yaşadığımız yer, ucundan kıyısından yakaladığımız Eski Türkiye...


Altı bölümlük Kurtuluş dizisi, her milli bayramda yayınlanırdı o zaman hükümet değil devlet kanalı olan TRT'de. (Tabii o zaman hükümet sınırlarını bilir, devletteki kiracı pozisyonunu korur, kiracı olduğu evin, devletin kolonlarına dadanmaz, hükümet devleti işgal etmeye kalkmazdı. En azından bu kadar aleni ve büyük çaplı olmazdı.)

Kurtuluş...


Turgut Özakman'ın senaryosunu yazdığı, o dönemin neredeyse tüm başarılı oyuncularının oynadığı eşsiz bir yapıt.


Müziklerini Muammer Sun yapmıştı...


O Muammer Sun ki mevzu bahis Milli Mücadele olduğunda müziği "konuşturan", söze gerek duymadan, gerek kalmadan.


İşte orada da çalardı Bozkırın Sesi...


Dinlediğinde içinde hüzün, özlem olurdu ama gurur ve onur da olurdu, kıvamında bir mutluluk, yorgunlukla başarmışlığın harmanı.


Yıl 2018.


"Börüye "sus!" dendi, itlere "ürü!""


Börü Türk kültüründe ve Türk mitolojisinde Türkleri temsil eder. Ve de Türklere yol gösterici olanı. Bu iki kavram iç içe geçmiştir. Yani anlamı bir partinin ya da bir kesimin sembolü değil, bir ulusun sembolüdür. Yukarıdaki cümle de Türk ulusunun bu hale nasıl geldiğinin, getirildiğinin tek cümlelik anlatımıdır. Terör örgütü uzantılarının terör örgütleri ile arasındaki ilişkiyi inkar etmeye bile çalışmadığı dönemde biz bunları uzun uzun açıklamak zorunda hissediyoruz, bizim milliyetçilik anlayışımız ırk ve mezhep esasına dayanmayan kültürel milliyetçilik, Kemalist ulusçuluktur diyoruz, ırkçı algılanmayalım, ayrıştırıcı etki yaratmayalım diye.


Çünkü biz her türlü inkar ve saldırıya rağmen bu evin sahibiyiz. Kiracı olarak gelip işgalciye dönüşseler de kiracı ya da işgalci gibi pervasız olmak, yakmak yıkmak düşmez bizim payımıza. Bu pay payımıza düşse de reddederiz. Çünkü öylesi bizi bozar.


...


Temmuz 2018.


Tek adam sisteminin -kabine açıklamasını başlangıç sayarsak alırsak- ilk haftası. Resmi Gazeteyi takip ediyorum. KHK'lerin biri gidiyor öteki geliyor. Yıkım, dönüşüm ve inşa o kadar hızlı, o kadar keskin ki, Resmi Gazete'de KHK maddeleri mi okuyorum, yoksa Mustafa Yıldırım'ın Zifiri Karanlık kitabında İran bölümünü mü anlamıyorum.


O gururlu Bozkırın Sesi'nin yerini acı bir bağlama sesi alıyor, acı bir ağıt, ben Cumhuriyet Ağıdı koyuyorum adını. Aslında ben de koymuyorum bu adı. Bu adı bizzat tarih koyuyor, kulağımıza fısıldıyor, ben sadece olanı telaffuz ediyorum.


Cumhuriyet'i kuran Kemalistlerin Türklük bilinci acıyla, inkarla, işkenceyle; kısacası ağır bedellerle, kendi evinde yok sayılmakla oluşmuş; ulus devlet-ulusal kimlik böyle filizlenmişti. Ders alınmamaktan ötürü tekrar eden tarihi süreç yine Kemalistlere aynı acılarla; ırk ve mezhep esasına dayanmayan, emperyalizme direnişin son kalesi olan ulus devletin, ulusal kimliğin, laikliğin, Türklüğün önemini öğretiyor. Ve de bu sayılanların bir bütün olduğunu ve ancak bir bütün olduğunda kurtuluş, çare anlamını taşıdığını.


Hem de nasıl öğretiyor biliyor musunuz?


Yaka yaka...


Kanata kanata...



***


Tabii ki umutsuz değiliz. Hatta bu "sahici sarsıntı", göreceğiz ki uzun vadede yapay dengelerden daha faydalı olacak.


Ama yine de koyuyor be insana bir dönem de olsa Ulu Önder'in kutsal emanetine sahip çıkamamış olmak, onun mirasının düşürüldüğü durum ki onun adının, kutsal mirasının ve "düşürüldüğü durum" kelimelerinin aynı cümlede geçmesi bile tarifsiz bir yük; vicdanı olanın, kalbi vatan diye çarpanın altından kalkamayacağı, ezileceği.


İçinde kanatıyor yaşadığımız bu adi süreç.


Şimdi milyonlar, herkesten saklayarak sıkıyor bir yerlerde yumruklarını. Milyonlar tek kişilik ve içten, içinden ediyor intikam yeminlerini.


Görüntü halen çok bulanık, yıkım çok taze...


Ulu Önder'in fotoğrafları ile göz göze gelecek cesarete sahip değiliz henüz.

Yanıyoruz...

Hiç ummadığımız yerlerden ama davul zurna ile gelen düşmanlar tarafından vurulduk, kanıyoruz..


O yüzden bu sadece bir yazı değil, bu bir iç kanama...


Öyle bir iç kanama ki karışmış gözyaşımız kana...


Fakat bitmedi bu savaş, daha yeni başlıyor belki de en kutsal, en başka bir kavga.


Ama dedik ya...


Koyuyor şu evreyi yaşamak zorunda kalmak.


Kir tutmayacağını, parçalanmayacağını bildiğin bir şeyin yere düşmesinin yarattığı kaygı, kir tutmayacağını, parçalanmayacağını bilsen de içindeki o ince sızı, korku; "Ya kir tutarsa, kırılır, parçalanırsa?"


Yutkunamadığımız yerdeyiz. Elbet bu kuyudan da çıkarız ama biz bu kuyuya düşecek ulus değildik, olmamalıydık.


Hiç şık olmadı bu durum.


Yakışmadı bize.


Siz bakmayın; millete hakaret etmek için sıraya giren ama kendi bağımlılıklarının, partizanlıklarının, zihinsel tembelliklerinin ve bu yaklaşımlarının yaşadığımız durumdaki etkisinin ne kadar büyük olduğunun bile farkında olmayanlara...


Bu ulusun çok büyük çoğunluğu istemez özünde, emanete hıyanet etmeyi. Ki önümüzdeki yıllar da bunu gösterecek.


Biz yine eski ve güzel günlere döneceğiz ama bugünler...


...ağır bir ameliyatın izi gibi tam da yüreğimizin üstünde kalacak, o yaranın vebalini de bize hatırlatarak.


Bu bir yazı değil, bir iç kanama...


Bu bir ağıt, Cumhuriyet Ağıdı...


İşte bu ahval ve şerait...


Gel de ağlama, gel de kanama...


...


Ama ant olsun Paşam, ant olsun!


Bir avuç kalsak da ortama verilen narkozdan etkilenmeyen, sıyrılan...


Gerekirse geçeceğiz hayallerimizden, canımızdan.


Fakat...

Ne senden geçeceğiz, ne fikirlerinden; kutsal mirasından!


ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

12 TEMMUZ 2018





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder