Bazen sadece kırgınlıklarımızı yok
sayabildiğimiz kadar tutunuyoruz hayata.
Belki sırf bu yüzden harcanıyoruz
belki de çoğu kez.
Ama, olsun be!
Kimisine değer belki de.
***
Düşünce insanları vardır.
Bir de heyecan insanları.
Şairler genelde heyecan insanlarıdırlar. Daha asi, daha fevri, daha duygusal. Yoğun yaşarlar ve yansıtırlar.
O yüzden de daha çok hata yaparlar.
Sonra onlar ölür.
Geriye yaptıkları hatalar ve edebiyata katkıları kalır. Ölümsüzlükleri.
Türk siyasetine etkisine kızarım,
Türk edebiyatına katkısına ise kızdığımdan çok daha fazla severim Nazım'ı...
Şairlerin, "heyecan adamlarının" hayatındaki zigzaglar zaten derin incelemeler bile gerektirmeden ortaya çıkar.
Ben bugün sadece şiir okumak istiyorum,
şair olmak, şaire bakmak istiyorum...
Fakat şunu da biliyorum; bir dönemin en büyük "hain" addedilenleri bile, bugünün "kahramanlarının" yanında katıksız vatansever kalır.
***
"Havanın kurşun gibi ağır olduğu" yerden Kerem gibi ağır ağır bağırdığımız yerden yazıyorum.
"Amerika'yarı sömürgesi olma" eşiğini de aştık biraz olumsuz manada.
"Ayın altında yürüyen" kağnılara da hasretiz, kağnılara eşlik eden ama giderek değerlerinden soyutlanan Anadolu insanının sesine, soluğuna da.
Karanlıkların başka türlü çıkmayacağını bildiğimizden aydınlığa, yüz tutmuşuz yanmaya, en önde katılmaya adanmışız, davaya.
Yaşadığımız dönemi görse, "Menderes'e haksızlık etmişim" diyeceği yerden ve günden yazıyorum Nazım'a, ve Nazım'a dair dolan satılara.
Vatan ki insanların evidir demiştin sen -ki bence kırdın biraz vatana dair olanı, kaygı duyanı, neyse konumuz bu değil-,
ortam yine senin dediğin gibi;
"Bursa da havlucu Recebe,
Belki sırf bu yüzden harcanıyoruz
belki de çoğu kez.
Ama, olsun be!
Kimisine değer belki de.
***
Düşünce insanları vardır.
Bir de heyecan insanları.
Şairler genelde heyecan insanlarıdırlar. Daha asi, daha fevri, daha duygusal. Yoğun yaşarlar ve yansıtırlar.
O yüzden de daha çok hata yaparlar.
Sonra onlar ölür.
Geriye yaptıkları hatalar ve edebiyata katkıları kalır. Ölümsüzlükleri.
Türk siyasetine etkisine kızarım,
Türk edebiyatına katkısına ise kızdığımdan çok daha fazla severim Nazım'ı...
Şairlerin, "heyecan adamlarının" hayatındaki zigzaglar zaten derin incelemeler bile gerektirmeden ortaya çıkar.
Ben bugün sadece şiir okumak istiyorum,
şair olmak, şaire bakmak istiyorum...
Fakat şunu da biliyorum; bir dönemin en büyük "hain" addedilenleri bile, bugünün "kahramanlarının" yanında katıksız vatansever kalır.
***
"Havanın kurşun gibi ağır olduğu" yerden Kerem gibi ağır ağır bağırdığımız yerden yazıyorum.
"Amerika'yarı sömürgesi olma" eşiğini de aştık biraz olumsuz manada.
"Ayın altında yürüyen" kağnılara da hasretiz, kağnılara eşlik eden ama giderek değerlerinden soyutlanan Anadolu insanının sesine, soluğuna da.
Karanlıkların başka türlü çıkmayacağını bildiğimizden aydınlığa, yüz tutmuşuz yanmaya, en önde katılmaya adanmışız, davaya.
Yaşadığımız dönemi görse, "Menderes'e haksızlık etmişim" diyeceği yerden ve günden yazıyorum Nazım'a, ve Nazım'a dair dolan satılara.
Vatan ki insanların evidir demiştin sen -ki bence kırdın biraz vatana dair olanı, kaygı duyanı, neyse konumuz bu değil-,
ortam yine senin dediğin gibi;
"Bursa da havlucu Recebe,
Karabük
fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir
köylü Hatçe kadına,
ırgat
Süleymana düşman,
sana
düşman, bana düşman,
düşünen
insana düşman,
vatan
ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana
düşman…
***
Elini kolunu sallayarak gezsin diye hürriyet,
kelle koltukta yürüyoruz faşizmin üzerine.
Yani başka bir üstad Bertolt Brecht'in dediği gibi:
"Sırf artan düzensizlik yüzünden
bizim sınıf kavgası kentlerimizde
çoğumuz şu yıllarda karar verdik
daha fazla söz etmemeye
deniz kıyısındaki kentlerden, çatılardaki kardan,
kadınlardan,
mahzendeki olgun elmaların kokusundan,
etin duygularından
bir insanı insan yapan ve onu şişmanlatan tüm şeylerden.
Ama gelecekte
yalnız düzensizlikten söz etmeye ***
Elini kolunu sallayarak gezsin diye hürriyet,
kelle koltukta yürüyoruz faşizmin üzerine.
Yani başka bir üstad Bertolt Brecht'in dediği gibi:
"Sırf artan düzensizlik yüzünden
bizim sınıf kavgası kentlerimizde
çoğumuz şu yıllarda karar verdik
daha fazla söz etmemeye
deniz kıyısındaki kentlerden, çatılardaki kardan,
kadınlardan,
mahzendeki olgun elmaların kokusundan,
etin duygularından
bir insanı insan yapan ve onu şişmanlatan tüm şeylerden.
ve böylece tek yanlı, kısır olmaya karar verdik,
ve politika işine adamakıllı dalmaya,
ve diyalektik ekonominin kuru ve "aşağılık" sözcüklerini
kullanmaya.
Kar tipilerinin (bu tipiler, biliyoruz, sadece soğuk değil)
sömürünün, çekici kadın etinin, sınıflı adaletin
böylesine korkunç, böylesine sıkışık, bir arada yaşamaları
bu kadar çok yönlü bir dünyanın içimizde onaylanmasını
doğurmasın diye
ve zevk alınmasın diye çelişkilerinden
böylesine kanlı bir yaşamın.
Anlıyorsunuz."
indirgemeden politikaya vatanı,
kısırlaşmayı göze alıp, ama grileşmeden, monotonlaşmadan,
eleştirdiğin sistemin "kullanmak için" değil de yok etmek için "aradığı" adam kalaraktan.
***
Aslında çok da uzatmaya gerek yok hissiyatın tanımını.
Hasan Hüseyin'in dediği gibi;
"Demek ki göçtü usta, kaldı yürek sızısı"
Demek ki göçtü usta, yaşarken yarattığı ince sızılara eklendi yokluğun sızısı...
[ Ha unutmadan; Kuvayi Milliye şehitleri de sana kırgınmış gibi geliyor bana, son dönemlerinden ötürü, söyleyeyim. Yaşasaydın sen de HDP'yi güzellemezdin değil mi? Sen vatan şairisin o kadar da değil. ]
Misilleme Kurşunkalem 3 Haziran 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder