17 Haziran 2015 Çarşamba

"EM EF ÖÖÖÖÖÖ" VE BUGÜN - Ahmet Taner KIŞLALI / Çağdaş Bayraktar





Em Ef Öööö'nün eski parçalarını dinliyorum da... 
Müthiş bir şey! On beş yıl sonrasının müziğini yapmışlar.

Amerikanca adlı bir radyomuz...

Kendi türünde çok başarılı olan Cem Ceminay'ın programı...

Canlı yayın konuğu da ünlü bir şarkıcımız.

Yukarıdaki sözler de ona ait.

Bende başladı mı bir merak...

Allah Allah! Em Ef Öööö adlı Amerikalı bu müthiş şarkıcıyı nasıl oldu da şimdiye kadar duymadım?

Tam meraktan çatlamak üzereydim ki, Em Ef Öööö'nün meğer "Mazhar - Fuat - Özkan" üçlüsü olduğu anlaşıldı.

Eh! Elbette ki bayan şarkıcımız gibi gâvuristan görmüş bir şarkıcımız, "Me Fe Ö" diyecek kadar kıt kültürlü bir "kıro" olamazdı...

"Em Ef Öööö" derken bir yüceldi gözümde, bir kültürleşti, gariban Anadolu toplumumuzun düzeyini bir aştı ki değme gitsin (!)

* * *

Radyo, TV, dergi adlarımız Amerikanca.
Telefonla canlı yayına katılanlar, kapatırken iç gıcıklayıcı bir "Ba baaay" çekiyorlar.
Sunucuların ağzından ise zaten "stikır... singıl..." mıngıl hiç eksik değil.
Sanırsınız ki... izleyiciler artık, hangi TV'de hangi radyoda daha iyi program var diye bakmıyorlar. Hangi TV'nin ya da radyonun adı daha Amerikanca ise onu izliyorlar.

Hatta okudukları dergiyi bile ismine göre seçiyorlar (!).

Böylesi daha havalı.

- Şekerim bizim Fifi o kadar "banal"laştı ki hâlâ Radyo Anadolu dinliyor, Kanal D'yi izliyor... Oysa ben Pavır Ef Em ve Kepıtıl dinliyorum, Star ve Şov Tv izliyorum...

Zavallı Fifi!

Türkçe ismi olanların sadece "izlenme oranları" yüksek. Oysa ötekilerde "bir reyting" var ki dehşet!

En çok da telefonu kapatırken "Ba baaay" diyenlere bayılıyorum. Belli ki "Hoşçakal" derlerse "avam" olup çıkacaklar.

Herhalde "çakal"ların "hoş" olan ve olmayan olarak ikiye ayrıldığını sanıyorlar... Bir "hoş çakal"lar olmalı, bir de "hoş olmayan çakal"lar...

* * *

Yıllar önce Fransız televizyonunda Dallas dizisi ile karşılaştım.

Bir de ne göreyim!.. Dizi aynı dizi, ama isimler Türkiye'dekinden farklı.

Ceyar olmuş "Ceer". ( Ciğer gibi bir şey )... Babi olmuş "Bobi" ( Sanki köpek adı )... Hepsi öyle.

Niçin?

Çünkü Fransız, Amerikan dizisindeki özel isimleri bile, kendi dil kurallarına göre okuyor. Fransız TV ve radyo sunucuları da Amerikan isimlerini onlar gibi okuyayım diye yırtınıp durmuyor...

Ağzını ezip büzmüyor..

Bir zamanlar Nurullah Ataç'a sormuşlardı:

- Siz bir Fransız gibi Fransızca konuşurmuşsunuz doğru mu?
- Niye, ben casus muyum ki Fransızca'yı bir Fransız gibi konuşayım! Bir Türk gibi Fransızca konuşurum...

Sokak İngilizcesi bilen Özal, her lafın arasına bir Amerikanca sözcük yerleştirdi.

Zamanın Amerikan Cumhurbaşkanı'na "Prezident Buş" demeyip de "Başkan Buş" derse, bunun küçültücü falan olduğunu düşünürdü...

Nefis bir İngilizcesi olduğunu Amerikalı ve İngilizlerin bile söylediği Ecevit'e bakın!..

Konuşmalarının arasına sokuşturulmuş tek bir İngilizce sözcüğe rastlar mısınız?

* * *

Çok ama çooook çağdaşlaştık!

Cankurtaranların canavar düdüğü çaldıkları bir Türkiye'den... Ambulansların siren çaldığı bir Türkiye'ye geldik.

Artık sadece köylüler ve bizim gibiler lokantada ya da aşevinde yemek yiyorlar.

En küçük yerleşme yerleri bile "restorant"larla dolu...

Biz kaldırımda yürüyoruz; çağ atlayanlar ise "tretuvar"ları aşındırıyorlar...

Ve "Em Ef Öööö" ile... Çağ atlama konusunda Fransa gibi geri kalmış, çağdışı ülkelere bir tur daha bindiriyoruz!

Artık Amerikanca sözcükleri Türkçe sözcüklerin yerine geçirmekle yetinmiyoruz...

Kendi özel isimlerimizi de Amerikanca okuyoruz.

Hepsi iyi güzel de bir tek şeyi anlayamıyorum.

Amerika'yı gıdım gıdım buraya taşımaya çalışacaklarına...

Acaba kendileri Amerika'ya gidip yaşasalar daha kolay olmaz mı?

* * *

Adam "aşağılık duygusu"ndan yakınıyormuş.
Ruh doktoruna gitmiş.

Doktor uzun uzun sorular sormuş...
Ve sonunda noktayı koymuş:

- Sizde aşağılık duygusu filan yok!.. Siz kendiniz aşağılardasınız.

Ahmet Taner Kışlalı - Cumhuriyet / 7 Eylül 1997

VE BUGÜN

Yıl yine 2015.

Bu yazıyla ilgili bir şeyler yazmadan önce, aklıma yine Kışlalı hocamızın "Ben Demokrat Değilim" kitabındaki bir kısmı anımsama ve anımsatma gereği duydum, yazının biraz ilerisinde faydalanmak için:

"Atatürk’ün ulus tanımı üç ögeye dayanıyordu: Ortak tarih, ortak dil (anadil değil!) ortak kültür.

Elbette ki “ırk” ve “din” birliği de varsa, ulusal bağların daha güçlü olabileceğini söyleyebiliriz. Ama bunlar, Kemalist ulusçuluğun “olmazsa olmaz” koşulları değildir."


***

Yabancı dil bilmek ile yabancılaşmayı ayırt etmekte sorun yaşıyoruz. Tabi bunun sebeplerinden birisi de küresel güçlerin kendi toplumuna yabancılaşan insanlar istemesi.

Yabancılaşma sevdalısı ve kendi halkına "yabancı" aydınlarımızın(!) bu kadar el üstünde tutulmasının başka izahı olabilir mi?

...

Yabancılaşmaya en çok maruz kalan öge ise maalesef dilimiz.

Kişinin birden fazla dil bilmesi elbetteki önemlidir, faydalıdır.

Fakat başka dil bilmek için kendi dilimizi bozmamızın, ya da başka dilde düşünüp hareket etmemizin dilimize katkısı nedir?

Zararı nedir?

Karşı olunan Türkçe ya da İngilizce değil, "Türkilizce"dir.

Yıllar Önce Banu Avar'dan dinlemiştim Attila İlhan'ın Türkiye'ye dönüş hikayesini...

Fransa'dayken bir gün Attila İlhan'a ilham geliyor, şiir yazmak istiyor. Fakat Fransızca yazmak istiyor. Önce tereddüt yaşadıktan sonra şiire başlıyor, fakat yarıda bırakıyor. Çünkü artık Türk gibi düşünmemeye başladığını fark ediyor. Sonrasında Türkiye'ye dönüş süreci hızlanıyor.

***

Kendimize yabancılaşıyoruz. Bundan daha kötüsü, olmaya çalıştığımız "yabancı"ya daha fazla yabancıyız. Çünkü yabancı olmasak, olmak istediğimiz yabancıya, sadece bizim "ulusal" hassasiyetleri ikinci plana attığımızı göreceğiz.

...

Ya Yugoslavya'dan ders almayanlar ya da Yugoslavya'da "başarılı" olanların desteğini alanlar tarafından yönetiliyoruz.

Ortak tüm değerlerimiz kötülenip, itibarsızlaştırılmaya çalışılırken, alt kimliklerimiz sürülüyor öne. Yakında "birey" ve "yurttaş" kalmayacak ülkede. Herkes insandan önce etnik ya da "mezhepsel" kimlik olacak sadece.

Seçim döneminde "Ermeni aday", "Roman Aday", "Kürt Aday" vurguları yapılıp durdu.

Peki bu kişilerin vekil olurken etnik ya da mezhepsel "alt-kimlikleri" dışında hangi vekil olabilme özellikleri anlatıldı?

Kimlik siyaseti dışında başka meziyetleri var mı?

Bilmiyoruz.

Çünkü kimse bunu anlatmadı, kimse de sormadı!

Tam bu anda yine sormalı:

Bireyden önce, yurttaştan önce, insandan önce etnik ya da mezhepsel "kimlik" olunan yerde ne olur?

Ortadoğu'da Balkanlar'da ne olduysa o olur!

***

2002'den sonraki süreçte ülkeyi yönetenler, "ayrışmadan", "kutuplaşmadan" beslendiler. Bu durum kültürel yapımızda ciddi ayrışmaları tetikledi.

Fakat bizi bir arada tutan "ortak" değerlerimiz içinde en "birleştirici" olan dilimiz hala ayakta.

Maalesef o da, sorduğumuzda milli hassasiyetleri en yüksek olan kişiler tarafından sürekli hırpalanmakta, zorda kalınmadıkça kullanılmamakta.

Bir arkadaşım duygularını İngilizce ifade ediyor, anlamıyorum.

Ve gerçekten üzülüyorum. Bu durumda o kişi ile "anlaşabilmem" için ya ben yabancı dil öğreneceğim, ya da o ikimizin de bildiği dili kullanacak.

Ya o hepimizin bildiği dili kullanacak, ya da herkes yabancı dil öğrenecek.

Fakat o durumda da dil öğrenmek, kişiler için tercih olmaktan çıkıp zorunluluk haline gelecek.

Tabi bir de "anadilde eğitim" isteyenler var.

Bu anda da aklıma daha dün çevirmen olduğunu düşündüğüm bir kişinin sosyal medya iletisini anımsıyorum:

"Kırmancça
Sorani
Güney Kürtçe
Leki

İlk defa bir Kürtçe çeviri geldi bugün..
Arapça sandım önce ve hatta müşterim de. Sonra Kürtçe olduğunu öğrendik..Kürtçe çevirmene gönderdim, ben Kırmancça biliyorum, bu Sorani Kürtçesi dedi..Sorani Kürtçesini yapanı buldum..O da şirket adını okuyamadı..Neyse bir orta yol bulduk..
İşte Kürtçe...
Bu dille mi eğitim-öğretim yapılacak..
Kendi alanında dörde bölünmüş ve tabii bir de Zazaca da var"


***

Herkes anadilini bilme hakkına elbet sahip olmalı
Herkes yabancı dil öğrenmeli, kullanmalı.
Bir ulus, ortak dile sırtını dönerse bölünür.
Bir ulus, kendi diline yabancılaşmaya başlarsa kendisine yabancılaşır, sonrasında da yaşadığı "ortak vatan"a...

Başka bir arkadaşımın da yabancı filizoflardan alıntıladığı sözlerin Türkçesini ve orjinal dilindeki halini beraber paylaştığını gördüm. Ve bu hassasiyetinden ötürü teşekkür ettiğimde bana şu yanıtı verdi:

"Önemli olan sözün anlaşılması. Orjinalini de yazıyorum ki dil bilenler yararlansın."

***

Mesele birilerine bir şeyleri dayatmak değil, anlaşılır olmak,
aynı topraklarda yaşadığın insanlarla sımsıkıya tutunmak "ortak bağlarından"...

Çünkü bir arada yaşama iradesi göstermek, ancak böyle olur, slogan ve kimlik siyasetiyle değil,
kendine yabancılaşarak hiç değil...

Çağdaş BAYRAKTAR
17 Haziran 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder