30 Mayıs 2015 Cumartesi

Uykum geliyor, sığınaklara kaçııııın! - Misilleme Kurşunkalem






"Zühal dediğin, zile basmaz, ipi çeker ve gelir"
(En azından denemeli)


***

Kalem bana bakıyor, karşıdan.

Yastığım tavana bağdaş kurmuş,

Uykum, gelmeyeceksen gidiyorum artık ben diyor.

Uykumun çağırdığı yerde uykumun tam arkasında duran kabuslar ve rahatsız edici tüm karışımlardan oluşan bir silüet, manidar bir şekilde "Uykunun sözünü dinle, bak gideceğim diyor, kaçırma" diyor, pis pis gülerek.

Baktığım tavanda yastığım,

yastıkta olması gereken başım yerine uykum,

uykum arkasında "uykunu kaçırma" diyen karanlığım,

ve ben sanırım,

aklımı kaçırıyorum.

Tam o anda aklım dile geliyor.

En lakayıtından "yioooo" diyor.

"Benim bir yere gittiğim yok".

"Fakat burada kalacak olmam, sağlam duracak olmam ve olduğum anlamına gelmez" diye eklemeyi ihmal etmiyor.

Eğer bu bir filmse,

Ve filmde sadece bir kere "LANN NOLUYOOO LAAAAAN" deme hakkına sahipsem,

tam da zamanı diyorum.

Tam da "zamanı" derken bilinçaltı çöplüğümdeki karmaşadan sıyrılıp çağrışıma gelen "Zamanıı geldiii" sesine terlik fırlatıyorum.

Sen sus diyorum;

"senin zamanın hiç gelmeden geçti".

İçimdeki benlerin birisinde,

"Lan noluyor laaaan" dendiğinde

-aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...

-Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen."


dizelerini anımsamayana döner bıçaklarıyla saldırıyorlar.

Ve bana şiddetle istediğini almaya çalışan her kişi ve her olay, HDP'yi hatırlatıyor.

Aslında durum benim açımdan da çok farklı değil.


Hatta düşününce, epey benzer.

Kendime kaldığında kafamın içini asıp kesen, duygularımın heykellerine saldırıp da sarı kırmızı yeşil paçavralarıyla içimde feodal bir sistem inşa edip ondan beslenmeye çalışanlar,

yanımda birilerini gördüğünde morlaşıyorlar birden.

Fiyakalı cümleler mi istersin,

çalgılı çengili espriler mi?

Mizah saatleri falan.

Ama ben onların içini biliyorum?

Çünkü onlar benim içime, özüme her daim tehdit.

Bunu görebiliyorum.

Uykum bile sıkılmış,

Uykumun arkasından bakan kötü silüet bile yaratılan "cicileştirme" durumundan sıkılmış,

tamam diyor,

ben gidiyorum.

Tavandan inebilir yastık,

kalabilir uyku,

gidebilirsin sen de ona.

fakat sadece bir defalığına.


Buna da şükür deyip yatıyorum,

yatakta zincirli olan tedirginliğimi yok saymaya çalışmam gerektiğini de katarak hesaba.


Misilleme Kurşunkalem.
30 Mayıs 2015.

29 Mayıs 2015 Cuma

Çizgilerin arasında kendini bulmak, aramadan - Misilleme Kurşunkalem




"Kenara çekmişim bugün bir yokluk etkisinde"


***

Kendimizden nefret etmemiz gerekiyorsa bir gün,

o bir güne her zaman en yakın olan gündür bugün.

Ki bu
-gün,

iyi bakılmadığında kötü bir yarına yapılacak en iyi bir yardımdır.

Yarına daha doğru bakabilmek için hep fırsattır bugün,

ertelendikçe örselenir,

örselendikçe ertelenmişliğiyle harmanlanır,

harman ertelenmiş bugünden beslendikçe

kötü bir tekrarı bile mumla aratır zamanla yarın.

-Bana bakmayın,

ilhamın geldiği vakit,

bilgisayarın donması,

kalemin yazmaması ile sınanırım.

...

Hüzünle tutkunun arasına kurulan salıncakta sallanan cümleleri iterken yer yer istemsiz, (cümlelerde beni sen mi iteledin şaşkınlığı)

şükretmekle isyan etmek arasındaki geçiş süresinin hızı;

-manik depresif demek bile- yetersiz.

Rüyalarda hep düşülen,

ama dibi görülmeyen kuyuya dipten konarak başladım ben.

Yusuf desen, dilsiz,

Kuşçu uzakta, çaresi çareye -mesafe sebebiyle- tesirsiz.

Bozo mu?

Devleti temsil eden -daha doğrusu etmesi gerekenken etmemesi için tercih edilen- hükümetin teslimiyle hedefte,

uçurumun dibinde,

"bir kurtarıcı beklemenin" bir tık gerisinde,

kızgın, kırgın,

-tam da bu anda yeniden açılan bilgisayarda yeniden çalmaya başlayan müziğin, yazıya etkisi tarifsiz-

yine de değil ümitsiz.

Zihnimin odalarındaki 100 tane benden 99'u kilitli bugün yine.

Fakat kapılardaki sefil kilit,
çığlıklarının yazıya damlamasına engel olabilir mi zannettiniz?

Değil.

Düz siyahın üzerinde gördüğünüz lekeler,

görülemiyor olmaları belki de yok sayılmalarına en geçerli gerekçe, engel.

Siz görmek istemiyorsunuz diye pılı pırtını toplayıp da terk-i diyar etmezler.

Hatta bazen, "görmek istemiyorsan sen git kardeşim" bile diyebilirler.
(Hem kardeşim deyip hem de git diyen bir kişiye karşı nasıl yaklaşacağınızı ilk anda ne kadar netleştirebilirsiniz?)

Kalemin yalancısı değil,

kalemin takipçisiyim bu gece.

En zor anlarımda bırakmadığından beni yalnız,

gel gidiyoruz dediğinde demedim hiç nereye?,

bu yüzden sanılmasın bazen okunanlar,

tam olarak hissedilen;

anlatılanları da benden yola çıkarak
-kıssadan-

hisseleme.


Misilleme Kurşunkalem
30 Mayıs 2015




28 Mayıs 2015 Perşembe

KİM - Misilleme Kurşunkalem





- Bu yazı, babet çoraplarının halinden anlamayan düşüncesiz insanlara ithaf edilmiştir.

***
"BiradamvebiradamettisanaikiadambireviçindeikiadamAllahkorusun"


Evet, bekliyorum.

Hatta geç bile kaldı.

Tam da Barış gibi kim dediğinizi duyar gibiyim.

Bir de bu kafa var değil mi?

Tıpkı televizyondaki sunucuların "70 milyon bizi izliyor" demesi gibi.

Fakat sanki 70 milyon, nüfus ne olursa olsun, sabit kalacak gibi.

Sanki sunucular, "70 milyon bizi izliyor" cümlesi ile aradıkları etkiyi buldular ve zirvede bıraktılar.


Aman ya neyse ne. 
(Dedikoduya tapan, ama dedikodudan rahatsız oluyormuş gibi tavır yapan, bu tavırı da iki dedikodu arasında nefes almak, elinde kalan diğer dedikoduları yayına hazırlamak, kıyısından da günah çıkarmak için teyze efekti)

Cümleler yine paçalarımdan akıyor.

Paçalarımdan akarken tenime değdiğinden olsa gerek, uyuz olmuş gibi kaşınıyorum.

Yine yüksek bir yere çıkıp, HAYIIIIIIR diye bağırasım var.

Ya yine konu dağıldı. 

İçimi yüz parçaya ayırıp, yüz farklı insan olabildiğime göre,

Sunucu olmadığım için 70 milyon kişiye yanıt verme kaygısı hissetmeme gerek olmadığına göre,

hiç kimse bu yazıyı okumuyorsa bile ben,

kendim dışındaki yaklaşık 99 tane ben'e açıklama yapıp, neyin geldiğini açıklayayım,

eğer her ben için bir ismim olursa, şirkten bir ben bir isim farkla sıyrıldığımı da benlerime anımsatarak:

Gelen şey, tam olarak bu.

Ney?

Bu.

Yani şu.


Günlerdir ne kadar aklanmaya çalışılan terörist, uğursuz, katil varsa yazdığım için, içimdeki gri su tenekeleri ağzına kadar dolunca,

dolduğunda taştığında yerleri ıslatınca gri gri,

hayatın da gideri, bizim banyonun gideri gibi yanlış yerde ve yoka yakınsa kullanılış açısından.

Evet, tam da bu noktadan,

girmek istemiş miydim diye hiç sormadım bugün,

yarına.

Yarın;

reklamlardaki işin gücün ortasında evrakları salakça havaya savurarak toplantı masasından -gülerek- ayrılan kadının kıvamında,

-kız yerine kadın dedim
ama
feminist değilim.
HDP'ye de oy vermeyeceğim,
çünkü mahallemde şiddet yanlısı insanlara dahi
selam vermedim-


sorumsuzluğumu farkındalık yaratarak kapatmaya çalıştığım günlerin bittiği yerde olacağım.

Sevenlerimi değil de,
durumun bende yarattığı eziyetten beslenecek olan dostlarımı
beklerim.

Geleceksiniz söyleyin,
yüzüme surat giyeyim.


***
"İçim
deki
sokaklardan sana doğru
koşan
Bir kedi gibiydim.
Sen mutlu
ol diye,
içimdeki hüzünleri bastırır
mırıldayan
Bir kedi
gibiy
dim."



Misilleme Kurşunkalem
29 Mayıs 2015
0210 Adana

Algı Operasyonlarından Bunalanlar İçin HDP - Çağdaş BAYRAKTAR





Bazı çevrelerce çok "tutarlı" bulunuyor Selahattin Demirtaş. Kendisi de yer yer bunun vurgusunu yapıyor.

Bunun gibi vurgu yaptığı başka bir şey de, şu an geldikleri noktanın, uzun yılların mücadelesi sonucu olduğu.

Tamam o zaman.

Madem çizgilerinde değişen bir şey yok.

Çok değil, Kasım 2012'ye gidelim.

Yaklaşık 3 sene öncesine.


Mardin Kızıltepe'de, "Öcalan posteri asamazsınız" diyenlere ne diyor Demirtaş?


"Bu halk için, 14 yıldır İmralı'da bir beton çukurda direnen Kürt halk önderinin posterini KÜRDİSTAN'A asamayacak da nereye asacak bu halk?"

Bununla da kalmıyor ve ekliyor.

Son kısım, özellikle HDP'den "mazlum" ve "siyasi seçenek" yaratmak isteyenler için önemli. Çünkü bahsettiği bir sürecin işlemesi için, esas sizlerin oyları gerekli:

"BUNA ALIŞSANIZ İYİ OLUR. ÇÜNKÜ BİZ BAŞKAN APO'NUN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ HEYKELİNİ"

(İzletinin sonunu izleyen birisi bile Selahattin Demirtaş'ın ne kadar tutarlı olduğunu da görebilir.)

***

Etnik ve mezhepsel yaklaşımlara karşı olan, farklılıkları reddetmeyen, lakin ortak geçmiş, ortak dil, ortak kültür ve ortak yaşam ekseninde birlikteliği baz alan bir ulus devlet anlayışı ile kurulmuştur Türkiye Cumhuriyeti.

Ahmet Taner Kışlalı hocamızın da dediği gibi:


Etnik köken bir “alt kimlik”tir. Etnik kültür bir “alt kültür”dür.
“Ulusal kültür” alt kültürlerle çatışmaz; onların sentezinden oluşur.
“Ulusal kimlik” de bir “üst kimliktir”. Alt kimliklerle çatışmaz; onları kendi şemsiyesi altında bütünleştirir!
Etnik kimlik, çoğunlukla “ırksal”dır. Ulusal kimlik ise “kültür bütünlüğü”nün adıdır, bir “ırk bütünlüğü”nün değil...

Türk vatandaşlığının içi, kanla, kafatasıyla değil, kültür ile, ortak değerlerle doldurulmuştur.

Yani yine Kışlalı hocamızın dediği gibi:
"Elbette ki ırk ve din birliği de varsa, ulusal bağların daha güçlü olabileceğini söyleyebiliriz. Ama bunlar, Kemalist ulusçuluğun “olmazsa olmaz” koşulları değildir."

***

Bunu çarpıtanlar, saptıranlar, bu değerleri keyfine göre kullanmak isteyenler elbetteki vardır. Hatta bazı zamanlarda ülkenin yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Hatta 1938'den sonra bazı zamanlar, belki de çok fazla zamanlardır!

Fakat, ne bunu yapanları savunmak doğrudur,

ne de bunu yapan "yanlış" insanlar üzerinden, doğru olan kurucu felsefeyi yermek.

...

Yine konumuza dönersek:

Bir ulusu halklara bölüyor.

Çünkü bölmek artık ruhunda var.

Bu zihniyet için kimse önce insan değil.

Önce Kürt,
ya da değil.

-Yine kendi ayrımlarına göre- Kürt değilse de şayet,

bu sefer bakılan, -yine önce insan değil- kişinin kendisini "Türk olarak görülüp görmemesi".

[ Ki bu da doğal. Irk üstünlüğüne inanıldığı yerde ırk nefretinin olmasından doğal ne olabilir? ]

Bu zihniyetin içinde adayların mesleki başarılarını, projelerini göremezsiniz, duyamazsınız pek fazla.

Çünkü o kişileri seçenler için onlar birey değil, etnik ya da mezhepsel kimliktir sadece. Bu yüzden tercih edilmişlerdir.

Seçilen de bunun bilincindedir elbette.

Arz - talep meselesidir durum.

Bizler, sizlerin bu "kan falına bakma" hastalığınızın farkındayız da, aklı karışanlar, güne odaklı yaşayanlar için yine başa saralım.


"
Bu halk için, 14 yıldır İmralı'da bir beton çukurda direnen Kürt halk önderinin posterini KÜRDİSTAN'A asamayacak da nereye asacak bu halk"
...

Doğal HDP seçmeni olmadan Selahattin Demirtaş'a "sempatik" ve "insancıl" mana yükleyenlerin bile neredeyse tamamı, APO'nun teröristbaşı, bebekkatili, terörist olduğunu bilir.

Selahattin Demirtaş, kendisini kimlik siyasetinden ibaret görerek, Kürt olarak tanımlıyor mu?

Tanımlıyor.

İçinde bulunduğu örgüte "Kürt Siyasi Hareketi" diyor mu?

Diyor.

Bu hareketi de, "Kürt Halk Hareketi" olarak görüyor mu?

Görüyor.

Peki, kendisini içinde kabul ettiği hareketin önderi olarak kimi kabul ediyor?

Apo'yu.

Mesele gayet anlaşılır olsa da, biz devam edelim.

HDP Türkiye Partisi olma iddiasında değil mi?

O zaman Kürdistan neyin nesi?

Hadi diyelim bir yer sizin için Kürdistan.

Bu durumda Kürdistan diye tabir ettiğiniz yerde Kürt kökenli olmayanlar ne olacak, onlar da o bölgenin mi azınlığı olacak sorusunu sormuyorum.

"Madem sizin için her şey kimlik, her şey kan, o zaman; Güneydoğu'da DNA testi yapılacak olsa ve sizin Kürt diye kimliklendirdiğiniz kişilerin etnisitesi farklı çıksa, o zaman ne olacak? Çünkü sizin için öncelik kan ve kimlikse, hareketiniz her zaman bunun sonuçlarına göre şekillenmek zorunda?" sorusuna da girmiyorum.

[ Burada mesele asla birilerine "Siz aslında Kürt kökenli değilsiniz" demek değil. Sadece, kişinin kendi belirleyemediği yer ve tercihler üzerinden "kutsallık" ve "siyaset" yapmanın ne kadar "ilkel" ve "akılcılıktan uzak" olduğunu vurgulamaya çalışıyorum. ]

Konuyla ilgili sorum şu:

Bu isim üzerinden gireceğiz Feodal ve Federal anlayış, kimin doğal çıkarları ile uyuşur?

***

Şimdi de konuşmadaki son cümlesini tekrardan anımsayalım Selahattin Demirtaş'ın:"BUNA ALIŞSANIZ İYİ OLUR. ÇÜNKÜ BİZ BAŞKAN APO'NUN HEYKELİNİ DİKECEĞİZ HEYKELİNİ"

Alışması gereken kim?

...

Son günlerde şu sözü kullanılıyor HDP'nin seçim otobüslerinde Demirtaş'ın:

"Seni Başkan yaptırmayacağız." (x3)

"Cumhurbaşkanı yaptırmamak için sözde çabaladığın, atıp tuttuğun Erdoğan'ı ekibinle ayakta alkışlayan sen değil miydin? Ki sizler bu saygıyı, şu an sömürdüğünüz pozisyonlarda olabilmenizi sağlayan kurucu öndere bile göstermediniz?" de demiyorum.

Sadece o zaman şunu mu anlamalıyız diye soruyorum kendime:

Sizin derdiniz başkanlık değil de, Erdoğan'ın başkan olup olmaması mı? Çünkü hali hazırda sizin zaten BAŞKANınız var?

Ya da, BAŞKANınıza hayat öpücüğü vererek yaşama döndüren bir liderin BAŞKAN olmasından ne kadar rahatsız olabilirsiniz?

Ne kadar mağdur olabilirsiniz?


***

Uzun vadede keyfini bozmayacak diye, kısa vadede kendisine en emeksiz gelen seçeneğe doğruymuş muamelesi yapıp, bu düşüncesine de iman etmek bir tercihtir.

Tıpkı yapılması istenen "Başkan Heykeli"ne destek verip vermemenin bir tercih olduğu gibi.

Fakat akılcı değildir.

Derdi kendisi ve ülkesi için doğruyu aramak olan kişilerin ise, bu süreçten çıkarması gereken mesaj açık ve nettir.

Resim büyüktür,

izlemeye ve görmeye müsaittir.


Çağdaş BAYRAKTAR
28 Mayıs 2015

27 Mayıs 2015 Çarşamba

AKP - HDP KAVGASI(!) YERSEN? - ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR

Yine hatırlatmakta fayda var.
Zira malum,"Erdoğan görmüş Atatürkçüler"de Kemalist değerleri anma ama anlamaya gerek duymama, o yüzden de okumama sorunu var.



Öldürülmeden 19 gün önce ne demişti yazısında Uğur Mumcu?

"Kürt milliyetçilerinin çıkardığı "Özgür Gündem" gazetesi, yayın yaşamını adım attığı günden bu yana özellikle iki yazarı hedef alıyor. Bu yazarlardan biri İlhan Selçuk, biri de benim.
Cumhuriyet, son zamanlarda dinci zaman gazetesi, Kürtçü Özgür Gündem ve büyük tirajlı gazetelerde köşe kapmış dönek Marksistler tarafından hedef seçildi. bu saldırıların bir kısmına gülüp geçiyor, bir kısmını da yanıtlıyoruz."

***

Şimdinin Cumhuriyet gazetesinin başında kim var?
Can Dündar.

Can Dündar'ın HDP'ye bakışı nasıl?
Popüler tabirle "manidar".

HDP'nin resmi olmayan yayın organı kim?
Özgür Gündem.

Özgür Gündem'in Genel dağıtımını kim yapıyor şimdi?
Turkuvaz Dağıtım.
Turkuvaz'ın sahibi kimdi?
Erdoğan'ın yakınlarından Çalık Grubu.

Çalık Holdingin Genel Müdürü kimdi?
Berat Albayrak. Erdoğan'ın damadı.

17 Aralık 2013'ten 3 gün sonra kime satıldı?
Kalyon Grup'a ait Zirve A.Ş.'ye.
Yani; yine Hükümete -çok- yakınlığı ile bilinen şirkete.

Turkuvaz hangi gazetenin genel dağıtımını yapıyor?
Özgür Gündem.

Özgür Gündem kime yakın?
HDP.

Özgür Gündem zamanında kimi hedef yapmıştı?
Uğur Mumcu.

Uğur Mumcu'nun gazetesi hangisiydi?
Cumhuriyet.

Cumhuriyet'in başındaki Can Dündar'ın gazeteye yansıttığı seçim politikası nedir?
"HDP barajı geçsin"

Sözde AKP'ye karşı gibi görülen HDP'nin gazetesinin genel dağıtımını AKP'ye yakın şirket yapıyor. Bu propagandaya da Özgür Gündem'in hedef yaptığı ve sonrasında öldürülen Uğur Mumcu'nun gazetesi Cumhuriyet destek oluyor.

Sen de diyorsun ki; AKP'ye dur demek için HDP'ye oy vereyim?
Tamam.

Çağdaş BAYRAKTAR
28 Mayıs 2015

HDP VE SELAHATTİN DEMİRTAŞ "CİCİLEŞTİRMENİZİ" BÖLMEK GİBİ OLACAK AMA... Çağdaş BAYRAKTAR




Bir de şöyle anlatalım:
Ben 20 sene daha erken doğsaydım, Yüksek Öğrenimimden sonra gideceğim askere çok önceden gitmiş olabilirdim.

Askere bahsettiğim yıl kadar daha erken gitme şansım olsaydı, pusuya düşürülüp şehit edilen askerlerden birisi olabilirdim.

[ Hani HDP ve uzantısı PKK, çok "etik" ve "stratejik" oldukları için, savaş açtıkları ülkenin üst düzey yetkililerini değil de halkın çocuğu olan erleri, öğretmenleri öncelikli hedef yaparlar. ]

Ve o sırada Selahattin Demirtaş dağda olabilirdi. Çünkü dağa çıkamama olayını tesadüfen diye niteleyip, şunları dememiş miydi kendisi:
“Dağa gitme konusunda çok bocaladım. Gitmemem de tamamen tesadüf. Tam gidecektim ki bizi dağa götürecek kuryeler yakalandığı için gidemedim. Hangi dağa gideceğimi, kime emanet edileceğimi de bilmiyordum. Bir yerlere emaneten gidecektim. Bir gün babamın dükkânına bakarken iki polis geldi. Yakalanan kuryelerin üzerinden ismim çıkmış. Beni dağda zannettikleri için babama ne zaman gittiğimi sormaya gelmişler" [1]

[ Gerçi o da sorun değil, sonuçta Selahattin Demirtaş'ın abisi Nurettin Demirtaş'ın dağda olduğunu bizzat APO'nun abisi Osman Öcalan söylemedi mi? ]
[2]

Yani;
şu an benim askerken dağda Selahattin Demirtaş tarafından saldırıya uğramamış, vurulmamış, şehit edilmemiş olmam, sadece şans ve "tesadüf".
Fakat herkes bu kadar şanslı değildi.
Selahattin Demirtaş'ın -başta abisi olmak üzere- türevleri, tesadüfleri aştı, dağa çıktı ve onbinlerce kişiyi katletti.

HDP'yi ve Selahattin Demirtaş'ı cicileştirmenizi böldüm, kusura bakmayın.

Ha yine oy verecekseniz verin.
Ama teröriste oy verdiğinizi bilerek oy verin.
Çocuğunuzun potansiyel katiline oy verdiğinizi bilerek oy verin.

Çağdaş BAYRAKTAR
27 Mayıs 2015

DİPÇE
[1] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1040409-demirtasin-bilinmeyenleri
[2] http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Selahattin-Demirtasin-kardesi-daga-mi-cikti/950851/

Kader Diyebilir Misin? - Çağdaş Bayraktar




Birileri, ülke çıkarlarından kendi keyfiyeti için ödün vermeyi, telefonunda çalan alarmı kapatmak sanıyor.
Oysa alarmı kapat(a)mıyor, erteliyor.

Erteledikçe daraltıyor zamanını, ya da vazgeçiyor, kaybediyor bir şeyleri.

Telafisi olmayan bir boyuta sarıyor.

Türk kimliğinden rahatsız olmak, Türk çatısından rahatsız olmak, Türk kimliğine etnik bir mana yüklemektir.

Bugün Türk kimliğinden rahatsız olan birileri,

yarın "Türk" kelimesinden türeyen "Türkiye" isminden rahatsız olmayacak mı?

Bugün bu talebe evet diyenler, yarın yarınki isim talebine nasıl hayır diyebilecek?

Bu kapıyı kendileri açmış olmayacaklar mı?

Yarın sorulacak olan "Türk kimliğinden rahatsız olmamıza hak veriyorsanız, Türk kelimesinden türeyen Türkiye isminden rahatsız olmamızdan neden rahatsız oluyorsunuz?" sorusuna veremeyeceğiz cevabın sebebi, bugünkü tavrınızda, "ver kurtul"cu yaklaşımınızdan kaynaklanmayacak mı?

"Türk" çatısına ırk ve mezhep ekseninde mana yüklemek ve bu gerekçeyle reddetmek, ortadan kaldırmaya çalışmak;

kişilerin etnisitesinin, mezhebinin bireyliğinin önüne geçmesine yol açar.

Bireyliğini kaybetmesine yol açar.

O zaman ne mi olur?

Irak'a ne oldu?

Yugoslavya'ya ne oldu?

Suriye'ye ne oldurulmaya çalışılıyor?

***
Ulus devlet olamazsan, etnik temelli devlet olursun.

Ortadoğu misali kan denizinde boğulursun.

Ha eğer sen, bugünün şartlarında keyfini bozmamak için böyle düşünüyor, "Yarın ülke karışırsa buralarda durmam, kaçarım" diyorsan eyvallah.

Fakat diyorsan ki ben her daim burada kalacağım.

O zaman dikkat et,

dalı -şimdilik sadece- gözüne girmeye başlayan ağacın kökünü besliyorsun.

Sonra hatayı başka yerde arama.

Çağdaş BAYRAKTAR
27 Mayıs 2015

Diziler ve Oyuncular: Yol Bulmak Ya Da Yok Sayılmak - Çağdaş Bayraktar


Mevcut dizileri ikiye ayırmak mümkün sanırım.

Birincisi, insanları, toplumları uyuşturan, aptallaştırmayı amaçlayan, ahlaki ve kültürel bozulmaya zemin hazırlayan, özendirici diziler.

İkincisi de -maalesef daha çok yabancı olanlar-, izlerken insanın algılarını açan, farkındalık yaratan, bazı şeyleri daha net görmemizi sağlayan ve de sisteme de sistemin klişelerine de karşı olan diziler.



Özellikle bu ikinci tip dizilerin kitlesi, televizyon kullanımını en aza indirmiş, dizileri de internet üzerinden izleyen kişiler.

Fakat -özellikle yerli diziler- bu dizilerin kaderini belirleyen önemli unsurlardan bir tanesi televizyondaki izlenme oranları.



Tamam da; 
kişi zaten o televizyon ortamının klişelerini, genel yaklaşımını, amacını sevmediği için o dizileri seviyor.

İkinci tip dizilerin kaderini böyle kıstaslarla belirlemek, 
Yabancı üretici karşısında güçsüz olan yerli üreticini "ortak pazar" da açık hedef yapmak gibi oluyor.


Oyun zaten sistemin sahasında oynanıyor.

Artık oyuncular mı, yapımcılar mı bilmem ama, buna bir çözüm bulmalı, internet diziciliğine uygun konumlandırmalılar kendilerini.

Yoksa ya kaybolup gidecekler, ya da sistemin istediği dizilerin oyuncu modeline dönüşecekler.




Bir bölümü internetten bir milyona yakın izlenen bir dizi daha bitti şaka gibi.

Tabi bu dizilerin içindeki -az ya da çok- eleştirel yaklaşımın da payı var.



Örneğin en son kaldırılan Mutlu Ol Yeter dizisinde;

parkı yıkıp AVM yapmak isteyen "kötü bir figür" ile buna karşı çıkan mahalle sakinleri vardı.

Kitap kampanyası konulu bölümde oyuncunun elinde İlhan Selçuk'un "Ziverbey Köşkü" kitabı vardı.


Tabi bunları bir de ATV'deki dizide yayınlanınca sonuç malum.

İnsan "nereye kadar" diye sormak istiyor.

Sistemin bazı kesimleri yok saymak istediğinin kanıtlarından birisi bu durum.

Ve verdiği mesaj da açık:

Bir çok şeyde olduğu gibi dizilerde de her şey benim istediğim gibi olacak, benim istediğim mesajlar verilecek. Kitleler de benim istediğim kıvama gelecek, getirilecek.

Sistem içinde sistem karşıtı çözüm aramanın ne kadar zor olduğunu gösteren bir örnek daha

Çağdaş Bayraktar
27 Mayıs 2015




26 Mayıs 2015 Salı

Saf mısınız? Vazifeli mi? - Çağdaş Bayraktar

Şimdi düşün;
Güneydoğu bölgesinde bir seçmensin.
[ Aslında bu sistemde seçemeyensin ama, kendini seçmen sanıyorsun ]

Genelde HDP ve AKP arasında kalmışsın.
Sonra AKP'yi elemişsin kafanda.

CHP'nin ekonomi vurgusu dikkatini çekmiş, CHP-HDP ayrımında kalmışsın.

Sonra CHP Genel Başkan Yardımcısı çıkıp, "HDP'nin mecliste olmasından mutlu oluruz" demiş.
Yetmemiş, CHP'nin Genel Başkanı çıkıp, "HDP mecliste olmalı. Bu "siyasi hareket" meclis dışı kalmamalı" demiş.
Sen o seç(e)me(ye)n olsan,
kime oy verirsin?

Sen CHP'nin Genel Başkanı olsan, o seçmen sana oy vermedi diye seçmene kızabilir misin, bu söylemlerden sonra?

Ya siz saf mısınız?
Yoksa vazifeli misiniz?
Hangisi?

Çağdaş Bayraktar
26 Mayıs 2015

25 Mayıs 2015 Pazartesi

HDP'ye ve HDP'ye Oy Vermeyi Düşünenlere Sorular - Çağdaş BAYRAKTAR


Özellikle AKP dönemiyle başlayan, PKK'yı meşrulaştırma operasyonu, "the süreç" ile birlikte PKK'nın takım elbiseli hali HDP'yi "cicileştirme" yarışına dönüştü.

Algı operasyonları ile akıl tutulmaları birbirine geçmiş durumda.

Çürümeye yüz tutan, tıkanma noktasına gelen, toplumsal katkıdan soyutlanan siyasi arenada ikiyüzlülüğün, yalanın "olmazsa olmaz" haline gelmesini kabullenmiyoruz, kabullenmeyeceğiz de.

Sistem karşıtlığını kapsamayan muhalif anlayışın, yine sözde eleştirdiği sistemi besleyen"kontrol muhalif"ten başka bir anlamı yok.

***

Gezi olaylarında "Hükümete darbe girişimini görünce geri çekildik"[1] diyen, Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğunda ayakta alkışlayan kendileri değilmiş gibi, şimdilerde "Seni başkan yaptırmayacağız" sözleriyle aklımızla dalga geçmeye çalışıyor HDP.

Birileri, bizlerin fikirlerinin, Sarı- Kırmızı- Yeşil'in üstüne ya da yanına mor koyunca değişeceğini sanıyor.

Tabi yersen,
tabi yersek.


***

HDP zihniyetinin özellikle geçmişteki terör faaliyetlerinden bahsettiğimizde de, bazı kesimler sanki HDP kabuk değiştirmiş, o yaklaşımı da geride kalmış gibi sanıp, bizlere tepki gösteriyor.

O zaman uzakta aramayalım "değişmeyeni", bu'günümüze bakalım, son durum nedir sorusuna yanıt aramak adına.


İlk örnek özellikle de "HDP"ye ilerici, aydın mana yükleyen, HDP'nin sürekli üzerine oynadığı alevi kökenli yurttaşlarımızın ilgisine:


"HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, partisinin Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nde 100'üncü Yıl Parkı'nda düzenlenen mitingine katıldı. Tan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kürtçe Kuran-ı Kerim ile toplu açılış törenine katılmasını eleştirip,  Kuran'ı Türklere Kürtlerin öğrettiğini savundu. Doğan Haber Ajansı'nın geçtiği konuşma metnine göre Erdoğan'a en büyük desteği Kürtlerin verdiğini ifade eden Tan, şunları söyledi:

"Cumhurbaşkanı elinde Kuran, Kürdistan'da geziyor. Kurban bu Kuran'ı Kürtler ezbere biliyor, ezbere. Başımızın gözümüzün üzerinde Kuran’ın yeri var. Kürtler Türkler’den 200 sene önce Müslüman oldular. Bütün dini, diyaneti Kürtler, Türk kardeşlerine öğrettiler. Bu halk ile İsmet İnönü, Kemal Atatürk baş edemedi. Nemrut bile baş edemedi. Bu halk Bediüzzaman Said Kürdi’nin torunlarıdır. Fatih Sultan Mehmet'in hocası Kürt’tü. Götür Kuran'ı götür, Marmaris'te, Bodrum'da, İzmir’de göster. Rizeli müteahhitlere göster, hırsızlık yapmasınlar. Elinde Kuran, cebinde Kenan Evren'in Anayasası var. En dar zamanında Tayyip Erdoğan'a desteği Kürtler verdi. Yani bu halk verdi. Kürtler laz müteahhitler gibi değil. İhale için seni desteklemiyorlar. İktidara geldiklerinde Kürtleri unuttular. Böyle kardeşlik olur mu; olmaz""[2]

 ...

Bir insanın bir ırkı üstün, kutsal görmesi akılcılıkla bağdaşamaz. Öte yandan yine ırk esasına dayalı nefreti ise, psikolojik bir durumdur.

Altan Tan, bu iki durumu da zihninde barındıran bir kişidir, bunu zaten kendisi de hiçbir zaman yalanlamadı.


"Türkiye partisi olacağız" iddiasındaki HDP'ye sormak lazım, vekilinin sözlerinden yola çıkarak, HDP seçmeni olmadan HDP'ye oy vermeyi düşünenlerin de cevapların takipçisi olmasını rica ederek:

1- "Kürdistan" söylemi, "Türkiye partiniz"in tam olarak neresinde duruyor?

2- "Bu halk ile İsmet İnönü, Kemal Atatürk baş edemedi. Nemrut bile baş edemedi. " cümlesindeki baş edememekten kasıt nedir?

3- Bir toplumu etnisitelere göre bölmek ve ortaçağ kafasıyla kimlik siyaseti yapmanıza alıştık, peki bu açıklamalarda yaratılmaya çalışılan "Kürt Türk'ten üstündür" anlayışını neresine koymalı, Türkiye partililiğinizin?
4- Said Nursi(Kürdi)'nin alevilere, aleviliğe bakışı çok net ve nefret doluyken, "
Bu halk Bediüzzaman Said Kürdi’nin torunlarıdır" cümlesini hazmetmenin ya da laiklik ile bağdaştırmanın imkanı var mı?

5- "
Götür Kuran'ı götür, Marmaris'te, Bodrum'da, İzmir’de göster" cümlesi ile bu bölge insanları hakkında yapılan ima nedir? Ve bu söylemin "özgürlük" ile "laiklik" ile alakası nedir?

6- "En dar zamanında Tayyip Erdoğan'a desteği Kürtler verdi. Yani bu halk verdi. Kürtler Laz müteahhitler gibi değil". Yine bu sözde açık seçik görülen, Türk nefretinin yanına Kürt kimliğini üstün görmenin ve başka bir etnisiteyi de aşağıda görmenin, "bütünleştirici" yanı nedir?
***

İkinci örnek ise, özellikle HDP'den "demokrat", "eşitlikçi" ve "özgürlükçü" yaratmak isteyen, HDP'ye bu tarz manalar yükleyenlere:




Bu afiş, Van'ın Erciş ilçesinin Yeşilova mahallesinden.[3]

Madem HDP ve destekçileri gayet özgürlükçü ve demokrat ise,

HDP dışında başka partinin girmesi neden tehlikeli?

Neden yasak?

Ve başka parti girerse ne olur?

Tehlikeden kasıt nedir?

Tehlikeyi yaratan ve tehlikeden beslenen kimlerdir?


***

Bir kişi, bir parti, bir örgüt, istediklerini yapmak ya da yaptırmamak için "şiddete başvurmayı" meşru ve gerekli, hatta haklı görüyorsa,

burada bir siyasi düşünceden bahsedilemez.

Çünkü bu, bir siyasi düşüncenin ifadesi değil, toplum için tehdit durumudur.

O yüzden ki HDP ve PKK aynı zihniyetin farklı kıyafetli halidir.

O yüzden ki HDP "bütünlük" çağrışımı yapan hiçbir kavramı sahiplenmez, sahiplenemez.
***

Siz hiç hayatınızda, tüm malları vitrinindeki mallar kadar kaliteli, ucuz ve güzel olan mağaza 

gördünüz mü?

Peki hangi mağazada, vitrindeki mallar, nitelik ve nicelik bakımından çoğunlukta kaldı?

...

Ambalaja aldanmamalı.

Dünün ve yarının kanla beslenecek canavarına besin deposu olmamak adına.


Çağdaş BAYRAKTAR
25 Mayıs 2015


DİPÇE

[1] http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/selahattin-demirtas-gezi-ile-aramiza-mesafe-koyduk-haberi-77251
[2] http://www.aljazeera.com.tr/haber/altan-tan-bu-halk-ile-ataturk-bas-edemedi
[3] http://basinilankurumu.gov.tr/hdp-disinda-baska-partinin-girmesi-tehlikeli-ve-yasaktir-haberi-89824/

24 Mayıs 2015 Pazar

ADD ve "Tüm Kesimler" Anlayışı - Çağdaş Bayraktar



Dün(23 Mayıs 2015) bir etkinlik yaptı ADD Genel Merkezi.
"Türkiye'nin tüm kesimleri konuşuyor" başlığıyla.
40 tane konuşmacı olunca, adında da Atatürkçü ibaresi bulununca baktım konuşmacı listesine,
Banu Avar yok,
Sinan Meydan yok,
Ümit Kocasakal yok,
Kumpas davalarının kahramanlarından Avukat Murat Ergün yok,
Ali Türkşen yok,
Mehmet Ali Çelebi yok,
Hüseyin Özbek yok,
Birgül Ayman Güler yok.
Işık Kansu yok
.

***
Elbette ki çok kaliteli isimler var listede.
Fakat böyle bir organizasyonda böyle isimlerin olmaması tesadüf mü?
Üstelik davet edilmeyen bu isimlerin çoğu, ADD şubelerine en fazla konuşmacı olarak giden ve destek veren kişiler.
Böyle mi oluyor "tüm kesim"?
Tuhaflık bende mi?
Bu isimlerin hepsi mi gözden kaçtı?
Kimisi "takvim uyuşmazlığından" bahsedebilir.
Örneğin Uluç Gürkan'ın aynı gün ve saatte etkinliği vardı biliyorum.
Fakat yukarıda çağrılmayan bazı kişilerin bu durumla ilgili Tansel Çölaşan'a davet edilmeme sebebini sorduğunda, Tansel Çölaşan'ın yanıt veremediğini de biliyorum.
Ne oluyor?

Çağdaş BAYRAKTAR
24 Mayıs 2015

Maddeleriyle, Maddelerle Bekir Coşkun ve "HDP Gerçeği" - Çağdaş Bayraktar



HDPseverler kervanına kesin katılım sağlamış Bekir Coşkun, 24 Mayıs 2015 tarihli "HDP Gerçeği..." başlıklı yazısıyla.


Madde madde yazınca Bekir Coşkun, biz de kendi maddelerimizle yanıtlayalım.


Çok dokunaklı bir giriş yapmış öncesinde, yediği haltı bilip de bunun mahcupluğu yaşayan çocuklar gibi:
"İnsanlarda bir sancı var…
“Neren ağrıyor?” desem…
Kıvranıyor, içinde bir ateş, ama söylemekten çekiniyor canımın içi… Söz uzayınca, AKP’den kurtulmak için, sıkılarak soruyor:
“HDP’ye oy versem?…..”"



Bu giriş sonrasındaki maddelere geçmeden yanıtlamalı.

Evet sancı var insanlarda, ama o sancı, senin bahsettiğin kadar "yüzeysel" ve "tutarsız" tercihlerle algılanacak ve geçiştirilecek türden değil.

Erdoğan'ın parlamenter sistemi ekarte edip de tek adam olmak istediği yerde sorun, bu istekten ziyade mevcut şartlarıyla parlementer sistemin bile halkın sesi olmaması, halkın sesine ket vurması, çarpıtmasından kaynaklı.

Koyun-kasap çelişkisi yani.


İnsanların gözlerindeki sorun, sağlıktan kaynaklıysa bir şekilde duyar, işitir anlar. Fakat sorun, "tepeden bakmanın" yarattığı görememekse, o zaman geçmiş olsun demeli, "bakış açısı" değişmedikçe geçmeyeceği gerçeğinin de ilavesiyle.


Bir demiş Bekir Coşkun;

"
HDP zaten Meclis’te…
Seçim, HDP
‘yi Meclis’e sokmayacak, atarsa Meclis’ten atacak…"
Buna ehven-i şer mi demeli yoksa bu teslimiyet, kabulleniş, bizi yaklaşık 100 yıl öncesine mi götürmeli, bilemedim.
"İki:
Terör örgütü ile ilişkisi dersen, onları İmralı’ya gönderen tekneyi veren AKP yönetimindeki devlet… Oslo görüşmeleri, açılım, süreç… Öcalan ile anayasa yapmaya kalkmaktan, terör örgütü ile koklaşmaya kadar…
İktidar utanmadı da…"

Burada durmalı. Çünkü bu yaklaşım, bir toplumun ahlaki tüm değerlerini çürümeye tutacak bir yaklaşım.

Ne yani; ortada bir yanlış varsa, hatta ihanet varsa, birileri bunu yapınca utanmıyor diye bizler de mi utanmayacağız yani?

Birilerinin ihanete ortak olmalı, ihaneti meşru ve tercih edilir mi kılar? Toplumda aydınlık yaratması istenen beyinler, böyle bir karanlığa saplanır mı?
"Üç:
HDP barajı aşarsa bu bölücü Kürt oyları ile değil, barış içinde bir arada yaşamak isteyen Türk ve Kürt oylarının sonucudur…
Bunu herkes bilir…"

Bir ulusu "Türk-Kürt" diye ayırmak, bölücüğün başlangıcıdır bir,
Bir ulusun "çatısı" olan unsur ile o çatının altındaki etnisiteleri eşitlemek, öncelikle çatı olan unsuru etnisite haline getirir iki,
o unsuru etnisite haline getirirsen,
Türklükten ırkçılık,
Atatürk'ten de ırkçı yaratırsın üç,

etnik ve mezhep temelli ortaçağ kafasına destek vermiş olursun dört,
bunu diyebildiğine göre "ulus devlet" kavramından hiçbir şey anlamamış ya da kabul etmek istememişsin demektir beş.

Ayrıca,
kendi vekillerinin listesini bile "İmralı canisi"nden alan, toprak ağalarına ses çıkaramayan, aksine onları vekil listesine koyan,
pozisyonu partide genel başkan dahi olsa, gerekli görüldüğünde KCK denilen PKK şehir yapılanması tarafından yargılanan bir yapı, kendine ne kadar özgür ki, kendisinden olmayan ama kendisine oy verecek olan kişileri dikkate alsın?

Dünyada barış için terörün uzantısını destekleyip de olumlu dönüş alan var mıdır?
Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz?

"
Dört:
Gönlümüzde; yürekli demokrat yurtseverlerin bir araya geldikleri Vatan Partisi’nin barajı aşması var… Ama bu yazı, tüm anketlerde yer alan, barajı aşma olasılığı olan Meclis’teki dört partiye göre yazıldı…"

Yani yazar için dert/mesele şu;
sistem sorun değil,
vekillerin milletten sorun olması sorun değil,
milletin temsil edilmemesi sorun değil,
partilerin çizgisi, vekil adaylarının hassasiyeti sorun değil,
meclise 4 partinin girmemesi sorun.

Ülkenin kaderini belirleyecek bir yerde, 4. ol da kim olursan ol!
"Beş:
Tüm yoklama şirketlerinin analizlerine göre; HDP barajı aşamazsa, AKP tek başına iktidardır… Anayasayı değiştirmek ve “başkanlık” sistemini getirmek için önünde engel kalmıyor…
Ama HDP barajı aşarsa, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi parmağında oynattığı dönem kapanır…"


Bu cümlelerin yazıldığı ya da söylendiği yerde, Bilal'e anlatır gibi yine anlatmalı:

AKP ve HDP, birbirilerini sevmeyecek olsalar da, hatta birbirlerine silah çekecek olsalar da, kendi doğal çıkarları gereği doğal müttefiklerdir.

Seçimde oy hesapları yaparken, bu "doğal bütün"ü iki ayrı hatta iki zıt parça gibi görmek, bu bu bütünden yana olmaktan kaynaklanır, ya da aymazlıktan.

Ayrıca, HDP'nin barajı geçmemesinin seçim sisteminden medet umanlar için, hiç umulmadık yerlerde CHP ve MHP'nin vekil çıkarması anlamına geldiğini görmek çok mu zor?

Sonuçta HDP barajı geçemezse, birinci olduğu ya da yüksek oy aldığı yerde, vekil sayısı kendisinden önce ve sonrakine değil, sıralamaya göre birden fazla partiye dağıtılacak.

Hani mesele AKP'yi frenlemekse.


"
Altı:
Nasıl ki başlarda AKP ye oy verip de söylemeyen bir “utangaç seçmen” kitlesi vardı, şimdi HDP için “Utangaç seçmen” söz konusu…
Bu yazıyı eleştirecek olanların dahi içinde “HDP’nin barajı geçmesi dileği” vardır, itiraf edin…
İşte bu HDP
 gerçeğidir…"
Bu maddeden anlaşılan, yazarın "utangaçlık" kavramından anladığı ile bizim anladığımızın farklı olduğu ya da yazarın elma ile armutları "bir bütün halinde sevdiği"dir.

Bu maddedeki son cümlesinin ne anlama geleceğini iyi görmek için, bu cümleyi yazıdan bağımsız olarak düşünerek sorun kendinize:

"Bu cümle kimlerin ağzından çıkma ve ağzına uygundur?"

Ayrıca ilave:

Bu yazıyı bizzat yolladığımda yazarın kendisine,
gördüğünde içimi, içimden geçenleri,
"
Bu yazıyı eleştirecek olanların dahi içinde “HDP’nin barajı geçmesi dileği” vardır, itiraf edin" diyebilecek mi?
Yoksa "ben öyle sanmıştım ama bu işler böyle olmuyormuş" diyebilecek mi?



"
Yedi:
Demek istediğim:
HDP‘ye oy verecekseniz üzülmeyin…
AKP
‘den kurtulmak için bizi buraya getirenler utansın…"
Bu madde, malumun ilanıdır.

Halktan beslenmeyen, halka tepeden -doğal olarak da kopuk- bakan her aydının düşeceği umutsuzlukla teslim noktasıdır.

Ölümü görüp de sıtmaya razı olmak değildir artık bu,
kanseri görüp ölüme razı olmaktır.

Ölümü ertelemekle ölümü iki ayrı seçenek sanmaktır.

"
Sekiz:
Benim oyumu soracak olursanız, babamdan gelir o:
Oyum CHP’yedir…"
Bu da sanırım, yazdım üstüne de tüy dikiyorum demenin başka bir ifadesidir.
Bir düşünceyi sadece "babadan oğula almak" olarak yazmaya değinmiyorum bile.


***

Şaşırdım mı bu yazıya?
Tabii ki hayır.

Sonuçta "Ermenilerden özür diliyorum" kampanyasının da en başında gelenlerden, ilk imzacılarındandı Bekir Coşkun.

HDP güzellemelerinin dışında,
daha ayrı bir gergin miyim bunları yazarken?
Evet.

Çünkü bu yazı 24 Mayıs 2015 tarihinde yazıldı.

Peki bugün, neyin yıl dönümü?



"
24 Mayıs 1993 PKK pususuPKK tarafından Elazığ-Bingöl karayolunda silahsız Türk askerlerine saldırısıdır. 33 asker öldürülmüş, eylem büyük tepki toplamıştır. Olay öncesinde Elazığ'ın Palu ilçesindeki 300 kişilik PKK grubundan ayrılan 150 kişilik bir grubun Bingöl bölgesine eylem hazırlığındaydı. Acemi eğitimini tamamlayan 50 asker, dağıtım için 24 Mayıs günü Malatya İl Jandarma Komutanlığı'ndan iki midibüsle, sivil giysili olarak Bingöl İl Jandarma Komutanlığı’na doğru yola çıktı. Bingöl'e 15 km mesafede, saat 18:00 civarında yolu kesen Parmaksız Zeki kod adlı Şemdin Sakık liderliğindeki 150 kişilik PKK grubu, midibüsleri durdurarak kimlik kontrolü yaptı ve askerleri indirdi. Grup, 36 askeri yakındaki bir köye götürdü. Gece 03:00 civarı askerleri tek sıra dizen PKK'lılar, KalaşnikofBixi ve Kanas gibi silahlarla ateş ettiler. Atış sonucunda silahsız 36 askerden 33'ü hayatını kaybetti, üçü ise öldü sanılarak bırakıldı. İlk atışlarda ölmeyenlere de tekrar ateş edildi"

Bu da "cicileştirmeye" çalıştığınız zihniyetin olay sonrası gazetesinden yayını:



Bu da, şimdinin "the süreç" yanlısı olanların o günkü manşetlerinden:



***

Böyle bir günün yıl dönümünde fazla bir hassasiyet beklemiyorduk.
Sonuçta, düşünceleri yazılarını yazıp, gazeteye yolladıktan sonra sadece kağıtta kalan, kendi hayatından soyutlanan fikirler, ancak bu kadar hassasiyet gösterebilirler. 

Sizler, HDP propagandası yapmaktan dahi utanmıyorsunuz da bizler, bugün bu yazının varlığının o hain pusuda şehit edilen askerlerimizin yakınlarına temas etme ihtimalini düşünüyor, okuduklarında hissettiklerini hissetmeye çalışıyor;

sizler yerine de utanıyoruz!

Ve not düşüyoruz bunları tarihe,
keser-sap döndüğünde,
kimse kıvıramasın diye.


Şehitlerimizin ruhu şad olsun.
Çağdaş BAYRAKTAR
24 Mayıs 2015