"CHP'nin benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağını nereden
bileyim?"
Mustafa Kemal ATATÜRK / 1935
CHP bir kurultayı daha geride bıraktı.
Bir seçim yapıldı. Görünürde bir kaybeden var, bir de kaybeden.
Peki kazanan kim?
Kaybeden kim?
Bunun için önce 10 Ağustos seçim dönemine dönelim.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, değil sadece parti tabanından, kendi grup
başkan vekillerinden bile habersiz belirledi cumhurbaşkanlığı çatı adayını.
Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve onlara bu ismi öneren kişiler dışındaki herkes
ekranlardan öğrendi. "Risk alıyorum" dedi Kılıçdaroğlu.
Sonuç?
İlk turda kaybedilen bir seçim. Sandığa götürülmeye ikna edilemeyen milyonlarca
seçmen. Ki bu oy vermeyen insanların çok büyük bir kısmının hayatındaki en büyük nefret
kaynağı, karşı tarafın adayı olan Recep Tayyip Erdoğan iken.
Sonrasında Gürsel Tekin'in dalga geçer gibi "Başarılıyız" açıklaması.
Muhalif kanadın basın toplantısı, kurultay çağrısı. Genel Merkezin önce buna
kulak asmaması, sonrasında Muharrem İnce'nin de açıklamalarından sonra
yangından mal kaçırır gibi belirlenen Kurultay tarihi. Normalde Eylül sonu
düşünülen delege seçimlerinin beklenmemesi. (Acaba neden?)
Genel Merkez'in bu tarihi belirlerken Sivas Kongresi'nin -ki CHP'nin ilk
kurultayı olarak kabul edilir- yıl dönümü olan 4 Eylül'ü ya da İzmir'in
kurtuluşu ve partinin kuruluş tarihi olarak geçen 9 Eylül'ün tercih etmemesini
çok samimi buluyorum. Tarihsel köklerinden rahatsız oldukları kadar korktuklarını
da düşünecek olursak bu tercihlerini bir "önlem" olarak da görmekte
fayda var.
Tam da bunlar olurken 14 Ağustos 2014'te şöyle bir not düşmüştüm, kaygılarımı
ve yanılma hakkımı saklı tutaraktan:
"Muharrem İnce'nin seçim öncesi ve sonrasındaki açıklamalarından
çıkarttığım sonuç:
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylık sürecinde hem tepki hem de destek verdi.
Böylece iki tarafa da açık kapı bıraktı. Genel Merkezin hedef olması üzerine
bekledi. Sonuçta Genel Merkezin karşısında konumlandı ama muhalif vekillerin
basın açıklamasına katılmadı. Amacı iki taraf arasında
"birleştirici", "toparlayıcı" profili yaratmaktı. Böylece
kimseyi de tam olarak karşısına almayacaktı. Ki o katılmadığı basın
toplantısında konuşmayı yapan Emine Ülker Tarhan son turda onun için çekilmese,
grup başkan vekili olamayacaktı. Vefa borcunu ödemek yerine kirli siyasetin
oyun kurallarını ne kadar iyi öğrendiğini göstermeyi tercih etti. "İzlenme
rekorları kıran ama sadece konuşmada kalan" video koleksiyonundan da güç
alarak kaosu kazanca dönüştürdü. Tabi muhalif adaylara atıp tutan Kılıçdaroğlu,
süt dökmüş kedi oldu İnce'ye. Mevcut sistemi değiştirmek isteyen kesimden
korkan sözde ulusalcı kesim, sistemle sorunu olmayan İnce'nin adaylığını
mutlaka destekleyeceklerdir, başkanlık hayalleri olanlar hariç. Partilerin
seçim döneminde anadilde propaganda yapılabilmesini sağlayan önergeyi meclise
sunan kişi olması da, kucaklayıcılığına kucaklayıcılık katacaktır. Yine de
Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlık döneminde sistemli yürüttüğü kadar katı bir Kemalist
tasfiyesi olmayacaktır. Kemalist hassasiyeti olan partililerin bu süreçte mevzi
kapması, partinin özüne dönebilmesinin tek şansı. Ki bu insanların yaklaşımına
karşılık uygulanacak tavır, açıklamalarının samimiyeti açısından turnusol
etkisi yapacak.."
***
Kılıçdaroğlu seçimi 740 oyla kazandı. Muharrem İnce ise 415 oy aldı.
Ne kadar yansıtmamaya çalışsa, genel başkanlığından beri ilk kez seçim kazansa
da, Kılıçdaroğlu durumun farkında. Kendi seçtiği delegelerden büyük fire verdi.
Kendisinin aday olması için imza verenler de dahil.
Bu noktada bir gerçeğin altını çizmekte fayda var: Yerel seçimlerde CHP'den
MHP'ye kayan oylar ne kadar "tepki" oyu ise, Kılıçdaroğlu'na karşı
Muharrem İnce'yte verilen oylar da o kadar "tepki" oyu.
Her iki tepkinin özü de aynı: "İdeolojik kaygı".
Türkiye'de şu an siyasette söz sahibi olan insanların yaş ortalamasının ne
kadar yüksek olduğunu dikkate alacak olursak, meclise giren partilerin bugünkü
"büyük"lerinin, 68 ve 78 kuşaklarının -yani dünün- gençleri olduğunu
görürüz. Fakat maalesef bu kuşaktan gelen/beslenen insanlar, geçmişlerinin o
kadar etkisinde kalmış durumdalar ki, ayrımların 2014 şartlarında geçerliliğini
korumadığını, artık bu saflaşmanın Milli-Gayrı Milli, Ulusal-Küresel ekseninde
şekillendiğini göremiyor. Ya da bunu görüyor ama kişisel çıkar ve eski
takıntıları doğruya yönelmesine izin vermiyor.
Peki, bu tepki oylarını etrafında topladığını bildiği halde, Muharrem İnce,
"the süreç"i eleştirdi mi? Eleştir(e)medi.
Eleştirmediği yetmiyormuş gibi, "Bunu biz çözeriz" dedi,
"biz" kavramının içini Kemalizm, devrimcilik, milliyetçilik,
halkçılık kavramları yerine "sol" ile doldurarak.
Neden sol? An itibariyle Türk siyasetinde içi boş ve akıllara değil de
duygulara hitap etmek için yukarıda bahsettiğimiz algıyı tavlamak için uygun.
Yoksa Muharrem İnce, Türkiye'de kendisini solda tanımlayan yöneticilerin
emperyalizm için çok fonksiyonlu İsviçre çakısı gibi değerli, kullanışlı
olduğunu göremiyor mu? Görüyor.
Peki görüyor da KADRO, YÖN tarzı bir sol özlemi mi duyuyor? Hayır. Duysa,
"Ben sol dediğim için solu hatırladı Kılıçdaroğlu, Dersimli Kemal'im
diyebildi" demezdi.
Seçimi kaybeder kaybetmez, genel başkana biat ederek, kendisini destekleyen
kesime; "ben kendimi kurtarırım, siz kendi derdinize yanın" deyip de
hedef yapmadı mı?
Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce gibi sistem muhaliflerini tutup, kendisine tehdit
olabilecek esas kitleyi tasfiye edip, sonra da "biz tasfiye yapmıyoruz,
yapsak karşıma aday olan Muharrem İnce'yi tasfiye ederdik" deme fırsatını
kaçırır mı?
İnce'den gelen bu pası ıska geçer mi?
Hayır.
Olan kime oldu?
Meclisten başlayacak olursak; muhtemelen bir daha aday gösterilmeyecek olan,
Atatürk hassasiyeti sahip olduğunu belirten vekillere.
Peki -bir iki kişi hariç- üzülüyor muyum?
Hayır.
Affediyor muyum?
Hayır.
Çünkü CHP'nin emperyalizmin kontrolünde olması için öncelikle kendi seçmeninden
yalıtılmış bir genel merkeze sahip olmalıydı. Özellikle vazifeli gelenler,
parti seçmeninde karşılık bulamayacaklarını bildiklerinden dolayı hep
getirildikleri çöplüklerde takıldılar.
Parti seçmeninde tam karşılık bulabilecek vekiller ne yaptılar? Dokunması ve
beslenmesi gereken kitleler dışındaki her yere koştular. Her daim umut
çaldılar. Kalp kırdılar. TEPEDEN BAKTILAR!
Kimi cemaate koştu, kimi AMERİKA'NIN SESİ oldu. Kimi HDP-BDP fetişizmine
kapıldı.
İnsanlara dokunmaları gerektiğini anladıklarında dahi durumu "halka
İNMEK" olarak tanımlayacak kadar burunları havadaydı.
CHP'de en az 60-70 tane olduğunu tahmin edilen bu kişilerin çoğu, basın
açıklamalarına bile katılmayarak konuşan vekilleri
"azınlık"laştırdılar.
Ve bugün bu BİRİKTİREMEDİKLERİNİN yaratamadığı YAPTIRIM ile takıldılar bir
sistem muhalifinin arkasına. İlk vazgeçilen oldular.
Kader diyebilirler mi?
...
Peki bu saatten sonra daha çok çalışırlar mı?
Çalışırlar.
Sonuçta 20bin lira nere, 6bin lira nere!
Şahsi çıkarlarının dışında ideolojik kaygılarıyla çalışacak olanlar varsa da,
bu saatten sonra en başta Kemalist olanları ikna etmek zorunda.
Partiye en çok değer veren, parti logosunu gördüğünde içi titreyen, eli
"Altı Ok"tan başkasına gitmeyen ama her seferde ilk üstüne basıp
geçilen.
Peki ya delegeler ne kadar suçlu? Ne kadar mağdur?
Onlar için gerekli sözleri ben değil, yazar kardeşim Erhan Sandıkçı söylüyor:
"Tüm delegelerin huzurunda açıkça siyasî özerkliği savunan kişi, bir saat
sonra o delegeler tarafından genel başkan seçildi. Buna göre denebilir ki,
CHP'li delegelerin çoğunluğu üniter devlete karşıdır. Dolayısıyla CHP'li
delegelerin çoğunluğu bölücüdür. Parti Meclisi'ne girmek için Kemâl
Kılıçdaroğlu'nu destekleyen, açıkça siyasî özerkliği savunan Kılıçdaroğlu'nun
yanında yer alan CHP'liler, koltuk sevdası için Türkiye'nin bölünmez
bütünlüğüne, birliğine ihanet etmişlerdir. Bunun adını iyi koymak gerek.
Aralarındaki bazıları Atatürk, vatan, bayrak, ulusal değerler edebiyatı
yapacakları zaman hatırlamak ve hatırlatmak gerek."
Seçmenlerin payına düşense, sadece düşünmek.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk bu toplumu kuldan birey yaparken, "Ben bu
hakları vereyim de onlar yine kul olmak isterlerse çantada keklik seçmen olmayı
tercih ederler" demedi.
Dedirtmemek
de gerek!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder