AKP'nin gayri milli tutumunu giderek daha da dışa vurması, öte yandan da yapay
ayrımların bedelini ödeyen insanların durumu fark etmesi, toplumda milli bir
cephe oluşturmaya başladı.
Çünkü bilinçli ya da içgüdüsel olarak fark edilen bir gerçek vardı:
Yapay ayrımların aksine, gerçek ayrım; ulusal bütünlüğü savunmak ya da küresel planlara hizmet etmek arasındaydı.
Gezi Direnişi ile iyice ortaya çıkan bu gerçek, Milli bayramlarda meydanlara yansıyordu. Daha düne kadar birbirine silah çeken insanlar, esas düşmanı görmeye başlıyor ve ona karşı birleşiyorlardı.
Kuklacının korkusu, kuklaların fark edilmesindendi. Köşeye sıkıştığını hissediyordu.
Askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede, askerlere kurşun sıkan zihniyet göklere çıkartılıyor, toplumun sinir uçlarıyla oynanıyordu.
İşte bu durumda özellikle de CHP seçmeni, partisinden hassasiyetlerini paylaşan adaylar istiyordu.Yani Atatürk'e ve devrimlerine sahip çıkan.
Fakat amiyane tabiriyle CHP Genel Merkezi; Cumhuriyet yanarken saçlarını tarıyordu.
Aslında insanların beklentisi çok açıktı: İdeolojik netlik ve öze dönüş.
Çünkü Ahmet Taner Kışlalı'nın dediği gibi "Zaman yine O'nu haklı çıkarıyordu".
Ve Atatürk, yaşadığı dönemden daha çok anlaşılıyor, devrimlerin önemi daha iyi kavranıyordu.
İşte böyle bir ahval ve şerait içinde belediye seçimleri için adaylarını belirledi CHP.
Sırtını döndü tabanının isteklerine.
Sonuçta ne oldu?
Başta Mersin ve Adana olmak üzere bir çok il ve ilçede kaybetti.
Azımsanmayacak sayıda CHP seçmeni, oyunu MHP'nin adaylarına verdi.
Oysa bunu istemiyordu.
Çünkü, ulusal bütünlük hassasiyetine sahip olan CHP seçmeni, "siyasal İslam" ile diyalog halinde olabilen ve içinde ırk esasına dayalı bir milliyetçilik anlayışını savunan bir kesim de barındıran MHP algısından çekiniyordu. Bir çok konuda önyargı kırılsa da bazı fevri çıkış ve yaklaşımlar, kuşkuları besliyordu.
Yani bir CHP seçmeni, ortak bir tehlikeye karşı MHP seçmeni ile beraber hareket edebileceğine inanıyordu. Fakat bununla beraber kendi partisinin de çizgisini korumasını istiyordu. Çünkü ne olursa olsun seçmen, partiyi "Atatürk'ün partisi" olarak görüyor, eli "altı ok"tan başkasına kolay kolay gitmiyordu.
Irk ve mezhep kökenine dayanmayan Atatürk Milliyetçiliği, en çok da şimdi gerekliydi. Sadece bu kavram halkı bir arada tutabilirdi.
CHP Genel Merkezi bunu görmedi. Ya da göremedi. Belki de "görmemesi" için vazifelendirilmişti.
Seçmen,Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi sürecine de aynı beklentilerle girmişti. Hatta bir çok seçmen, partisinin almış olduğu yenilgilerden ders çıkaracağını düşünüyordu.
Fakat bu sefer genel merkez bile değil, Genel Başkan Kılıçdaroğlu tek başına belirledi adayı. Bu yaptığının risk almak olduğunu bizzat kendisi söyledi.
Özünden kopuşun "öz" oylarını kaybettirdiğini gözardı eden Kılıçdaroğlu, yenilgi koleksiyonuna en nadide parçalardan birisini ekledi.
Artık isyan dizginlenemez boyuttaydı.
Parti Genel Sekreteri Gürsel Tekin, seçmenlerin aklıyla dalga geçer gibi partiyi "başarılı" ilan etti.
Partinin muhalif vekilleri açıklama yaptığında Kılıçdaroğlu, eleştirileri "yok saymaya" çalıştı. Fakat mızrak çuvala sığmıyordu. Grup Başkanvekili Muharrem İnce de eleştirenler kervanına katıldı. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu istifa etmek yerine Kurultayı toplayacağını açıkladı.
Belki de kendisi istifa etmek istiyordu.Bilinmez. Ama böyle olsa bile partiyi yönetenler ve vekillerin bir çoğu, Kılıçdaroğlu gibi Anti-Kemalist bir başkan olmadıkça rahat edemeyeceklerinin farkındalardı. Pohpohlamaya devam ettiler bu yüzden.
17 Ağustos 2014 Pazar günü Kurultay tarihi belirlendi: 5-6 Eylül 2014.
Kurultayı yaklaşık 15 gün sonra yapmanın amacı belliydi: Muhalefetin çalışmalarını kısıtlamak, engellemek.
Parti yeterince halktan kopuk değilmiş gibi, delege olmayan seçmenlere de kapattı kurultayı. Belki de karşısında kendisi gibi olmayıp da toplumda karşılığı olan insanların yaratacağı sinerjiden korktu.
Vekillere konuşma yasağı koydu.
El altından işaret verildi. İl başkanlarından ortak destek açıklamaları istendi. Altı yıl önce Baykalcı, bu sene Kılıçdaroğlucu, yarın genel başkan değiştiğince başka bir kişici olan, ama sadece "Atatürkçü" olamayan kişiler bu duruma dünden razıydı.
Partinin başına "demokrasi havarisi" gibi getirilen Kılıçdaroğlu, bugün Muharrem İnce'nin kendisi için yaptığı "Diktatör" imasına, "Kararı CHP delegeleri verecek" diyebildi.
Bunu diyen adam, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ı neyle suçluyordu?
Adil olmayan bir seçim ortamı yaratmakla.
Peki kendisi şu an ne yapıyor?
Kendisi dışındaki aday ya da adaylara ne kadar eşit imkanlar sunuyor?
Çünkü bilinçli ya da içgüdüsel olarak fark edilen bir gerçek vardı:
Yapay ayrımların aksine, gerçek ayrım; ulusal bütünlüğü savunmak ya da küresel planlara hizmet etmek arasındaydı.
Gezi Direnişi ile iyice ortaya çıkan bu gerçek, Milli bayramlarda meydanlara yansıyordu. Daha düne kadar birbirine silah çeken insanlar, esas düşmanı görmeye başlıyor ve ona karşı birleşiyorlardı.
Kuklacının korkusu, kuklaların fark edilmesindendi. Köşeye sıkıştığını hissediyordu.
Askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede, askerlere kurşun sıkan zihniyet göklere çıkartılıyor, toplumun sinir uçlarıyla oynanıyordu.
İşte bu durumda özellikle de CHP seçmeni, partisinden hassasiyetlerini paylaşan adaylar istiyordu.Yani Atatürk'e ve devrimlerine sahip çıkan.
Fakat amiyane tabiriyle CHP Genel Merkezi; Cumhuriyet yanarken saçlarını tarıyordu.
Aslında insanların beklentisi çok açıktı: İdeolojik netlik ve öze dönüş.
Çünkü Ahmet Taner Kışlalı'nın dediği gibi "Zaman yine O'nu haklı çıkarıyordu".
Ve Atatürk, yaşadığı dönemden daha çok anlaşılıyor, devrimlerin önemi daha iyi kavranıyordu.
İşte böyle bir ahval ve şerait içinde belediye seçimleri için adaylarını belirledi CHP.
Sırtını döndü tabanının isteklerine.
Sonuçta ne oldu?
Başta Mersin ve Adana olmak üzere bir çok il ve ilçede kaybetti.
Azımsanmayacak sayıda CHP seçmeni, oyunu MHP'nin adaylarına verdi.
Oysa bunu istemiyordu.
Çünkü, ulusal bütünlük hassasiyetine sahip olan CHP seçmeni, "siyasal İslam" ile diyalog halinde olabilen ve içinde ırk esasına dayalı bir milliyetçilik anlayışını savunan bir kesim de barındıran MHP algısından çekiniyordu. Bir çok konuda önyargı kırılsa da bazı fevri çıkış ve yaklaşımlar, kuşkuları besliyordu.
Yani bir CHP seçmeni, ortak bir tehlikeye karşı MHP seçmeni ile beraber hareket edebileceğine inanıyordu. Fakat bununla beraber kendi partisinin de çizgisini korumasını istiyordu. Çünkü ne olursa olsun seçmen, partiyi "Atatürk'ün partisi" olarak görüyor, eli "altı ok"tan başkasına kolay kolay gitmiyordu.
Irk ve mezhep kökenine dayanmayan Atatürk Milliyetçiliği, en çok da şimdi gerekliydi. Sadece bu kavram halkı bir arada tutabilirdi.
CHP Genel Merkezi bunu görmedi. Ya da göremedi. Belki de "görmemesi" için vazifelendirilmişti.
Seçmen,Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi sürecine de aynı beklentilerle girmişti. Hatta bir çok seçmen, partisinin almış olduğu yenilgilerden ders çıkaracağını düşünüyordu.
Fakat bu sefer genel merkez bile değil, Genel Başkan Kılıçdaroğlu tek başına belirledi adayı. Bu yaptığının risk almak olduğunu bizzat kendisi söyledi.
Özünden kopuşun "öz" oylarını kaybettirdiğini gözardı eden Kılıçdaroğlu, yenilgi koleksiyonuna en nadide parçalardan birisini ekledi.
Artık isyan dizginlenemez boyuttaydı.
Parti Genel Sekreteri Gürsel Tekin, seçmenlerin aklıyla dalga geçer gibi partiyi "başarılı" ilan etti.
Partinin muhalif vekilleri açıklama yaptığında Kılıçdaroğlu, eleştirileri "yok saymaya" çalıştı. Fakat mızrak çuvala sığmıyordu. Grup Başkanvekili Muharrem İnce de eleştirenler kervanına katıldı. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu istifa etmek yerine Kurultayı toplayacağını açıkladı.
Belki de kendisi istifa etmek istiyordu.Bilinmez. Ama böyle olsa bile partiyi yönetenler ve vekillerin bir çoğu, Kılıçdaroğlu gibi Anti-Kemalist bir başkan olmadıkça rahat edemeyeceklerinin farkındalardı. Pohpohlamaya devam ettiler bu yüzden.
17 Ağustos 2014 Pazar günü Kurultay tarihi belirlendi: 5-6 Eylül 2014.
Kurultayı yaklaşık 15 gün sonra yapmanın amacı belliydi: Muhalefetin çalışmalarını kısıtlamak, engellemek.
Parti yeterince halktan kopuk değilmiş gibi, delege olmayan seçmenlere de kapattı kurultayı. Belki de karşısında kendisi gibi olmayıp da toplumda karşılığı olan insanların yaratacağı sinerjiden korktu.
Vekillere konuşma yasağı koydu.
El altından işaret verildi. İl başkanlarından ortak destek açıklamaları istendi. Altı yıl önce Baykalcı, bu sene Kılıçdaroğlucu, yarın genel başkan değiştiğince başka bir kişici olan, ama sadece "Atatürkçü" olamayan kişiler bu duruma dünden razıydı.
Partinin başına "demokrasi havarisi" gibi getirilen Kılıçdaroğlu, bugün Muharrem İnce'nin kendisi için yaptığı "Diktatör" imasına, "Kararı CHP delegeleri verecek" diyebildi.
Bunu diyen adam, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ı neyle suçluyordu?
Adil olmayan bir seçim ortamı yaratmakla.
Peki kendisi şu an ne yapıyor?
Kendisi dışındaki aday ya da adaylara ne kadar eşit imkanlar sunuyor?
Renkleri farklı olsa da bu zihniyetin Erdoğan'dan farkı var mı?
Üstelik bu kurultayda genel merkezin yetkilerinin daha çok arttırılmasının da amaçlandığını söyledi Gürsel Tekin.
Hayatında CHP'ye bir kere bile oy vermemişlerin, seçim döneminde başka partiye destek çağrısında bulunanların partide vekil ve üst kademe görevlere getirildiği, buna karşın partinin özüne dönmesi için çalışan herkesin de bir şekilde ya tasfiye edilip ya da pasifleştirildiği bir anlayışla CHP'nin seçmenine hitap etme şansı var mıdır?
Son seçim yenilgisinden sonra seçmenin fazla sabrı kalmış mıdır?
Şu an karşısındaki aday Muharrem İnce. Belki de başka adaylar da çıkacak.
Fakat şöyle bir gerçek var ki, tüzükten aldığı insanüstü yetkilerle partiyi kendi çiftliği gibi gören genel merkez ve bu genel merkezi oluşturan kadro, bu seçimi kazanırsa, CHP için çalacak parça bellidir:
"Dönülmez akşamın ufkundayım."
***
Bu seçimle, daha doğrusu tek seçimle CHP özüne dönemez. Sadece anti-Kemalist genel merkeze yenilgi yaşatılabilir. Bu yenilgi de şu an partide hiçbir şekilde söz hakkı tanınmayan Kemalist kadroların belirli bir mevzi kazanmasına yol açar. Y-CHP'nin seçmen bazında da kabullenilmediğini gösterir.
Eğer CHP bir öze dönüş yaşayacaksa, bunun ilk şartı mevcut genel merkezin tasfiyesidir.
Aksi takdirde, parçası olunacak olan ihanetin vebali ağırdır. Kimse taşıyamaz, kaldıramaz.
Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk'ün tavır ve yaklaşımı gayet bellidir. Özellikle CHP'liler şu sözleri can kulağı ile dinlemelidir:
"Efendiler!
Eğer bu millet,
bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun
şahsi şerefi de parça parça olur. Biz o genel şerefi kurtarabilmek için
harekete geçen millete ruhumuzla katıldık. Katılmamıza mani olabilecek şahsi
rütbeleri, mevkileri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğrunda feda
ettik. Bunu anlamayıp da milleti hala kendi kafalarının keyfine göre idare
etmeye kalkışan kuvvetler birer beladır. Bela çekmeye de bu milletin artık tahammülü
kalmamıştır.”
Çoğu zaman varmış gibi gözüken ama aslında olmayanların aksine;
seçim sizin, yani delegelerin.
Seçmenlerin.
2015'te dövünmemek adına...
Çoğu zaman varmış gibi gözüken ama aslında olmayanların aksine;
seçim sizin, yani delegelerin.
Seçmenlerin.
2015'te dövünmemek adına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder