31 Mart 2015 Salı

Balyoz'u Unutmayacağız, Unutturmayacağız!




Balyoz davası sonuçlanmış bugün.

İlk başta sadece olan biteni anlamaya, anlatmaya çalışan birisi olarak, sonrasında da başta Filiz Çakmak ve Elif Baykar'ın sıcak ve içten tavırlarıyla davayı dışarıdan izleyen bir insandan ziyade davalara maruz kalan o büyük ve güzel bir ailenin parçası oldum.

Artık mektup arkadaşlarımdı Ali Türkşen, Mehmet Ali Çelebi, Özgür Ecevit TaşcıLevent ÇehreliKemalettin Yakar, Barbaros Büyüksağnak.

Samimiyetlerini ve suçsuzluklarını gözlerimle gördüğümde çıkmak istemediğim yer olmuştu Hasdal.

Balyoz davası sonuçlanmış bugün.

Ne mi hissediyorum?

Koca bir HİÇ!

Ülkenin çözülmesi ve bölünmesi "the sürec"inde toplum tepkisini dile getirebilecek gül bahçesindeki dikenleri temizleme operasyonunun bir ayağıydı Balyoz.

10 sene önce kurdukları hayallerden daha ileride şartlara sahip olan hainlerin, rahatça cirit atmaları için bedel ödeyenlerin hikayesi bu.

Balyoz davası sonuçlanmış bugün.

Hayır.

Eğer ki iftiralarıyla hayat karartanlar cezalandırılmadıysa,
o dönemde utanmadan, sıkılmadan gazeteci görünümüyle tetikçilik yapan insan müsvetteleri hala pişkince konuşabiliyorsa,
ben Ali Tatar'ın abisi Ahmet abime, Murat Özenalp'in eşi Sema ablama "geçmiş olsun" diyemiyorsan, çünkü geçmeyecek biliyorsam,
bu dava sonuçlanmış olamaz.

Bu davanın kurgulanmasından uygulanması ve kamuoyu yaratılması sürecine kadar en ufak payı olan herkes yaptıklarının bedeli ödemeden bu dava sonuçlanmayacak bizim zihinlerimizde.
Bu yapılanları unutan da, mücadele etmeyen de onlar gibi olsun!

Değil elektirikleri, nefesimizi kesseniz de devam edecek mücadele.

Unutturamayacaksınız!

Korkutamayacaksınız!

Yıldıramayacaksınız!

"Dönen dönsün, biz dönmeyiz yolumuzdan"

ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
31 Mart 2015
[Bu büyük aileden bahsederken yazıda bahsedemediğim tüm kişilerin affına sığınıyorum]

30 Mart 2015 Pazartesi

ODTÜ'de Bugün. - Çağdaş Bayraktar


30 Mart 2015.

Bu da bugün ODTÜ'den bir afiş.

Özellikle üniversitelerde olan arkadaşlar, bu tarz "gençlik"lerin düşüncesi ve olaylara yaklaşım tarzını iyi bilir.

Tabii nereye "eklemlenip", nereden beslendiklerini de.

Bu afişi görünce aklıma Nihat Genç'in son yazısındaki ilgili kısım geliyor:

"Ankara’da Aylin Nazlıaka birinci sırada çıkıyor.

Harcadığı paranın reklamın haddi hesabı yok! Bir ‘milletvekili’ bu kadar parayı nereden nasıl bulur? Şu anda Ankaralılar’ın sorduğu ve merak ettiği tek soru Aylin Nazlıaka’nın bu kadar büyük reklam gücünü nasıl finanse ettiğidir ve ne iş yaptığıdır?

Bir komedi filmiyle karşı karşıyayız.

Ayrıca Aylin Nazlıaka’nın yeteneklerini zekasını ferasetini Melih Gökçek’le atışmalarıyla tanımayan yok, şöyle soralım, Ankara diyelim beş milyonluk şehir, bu beş milyonun zekasını yeteneğini bilgisini kültürünü bir testten geçirip imtihan etme şansı olsa, Aylin hanımın ilk 4 milyon dokuzyüzbin arasında kendisine yer bulma imkanı yok, ama CHP’de bulabiliyor!

Ankara’da Türkiye’nin bütün büyük sivil kurumları Türkiye’nin en büyük hastaneleri ve akademileri bulunuyor ve Aylin Nazlıaka hepsini sollayıp birinci sıraya yerleşiyor, yaşanan türbülansın büyüklüğü mizahın ölçülerini çoktan aştı. Bu mu Türkiye’den AKP’yi kurtaracak CHP?" [1]


***

İşte tam da bu etnisite + sermaye birleşimi, sorsan "sol"(bana göre güncel olmayan) diye konuluyor önümüze.

"Kazanmak için her yol mübahtır, her yere gidilen yerin şekline bürünülerek gidilir" zihniyeti de bulandırınca mideyi,

İnsan "Mahirlere, Denizlere sevmese bile saygıyı çok görmemeli" demeden edemiyor.

29 Mart 2015 Pazar

Suçlamak Kolay, Ya Yüzleşmek? - Çağdaş Bayraktar



Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın da katıldığı Belediye(yerel) seçim sonuçlarını hangi partinin kazandığını Hasan Rıza Soyak'a sorar.
Hasan Rıza Soyak da CHP'yi kastederek "Bizim parti" yanıtını verir.
Bunun üzerine Atatürk'ün verdiği yanıt manidardır:
"Hayır efendim; hiç de öyle değil! Hangi fırkanın(partinin) kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır çocuk! Yani Jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler... Bunu bilesin."

***
Bu örneğin, çürümüş bir sistemdeki iktidar partisinin yaklaşımının aynısı olduğunu anlamak ve Ulu Önder'in tepkisini kestirmek kolay.
Peki ya diğer partiler?
Aynı baskıcı yaklaşım, diğer partilerin Genel Merkezlerinde yok mu?
Hele de CHP?
Seçmenin kurultay talebine baskın kurultay ile bastıran, delege seçimlerini ileri tarihe erteleyen CHP Genel Merkezi farksız mıdır?
Tekrarlamaktan yorulmayacağız:
Kemalist devrim dinamiktir. Bulunduğu şartlar neyi gerektiriyorsa o şartlar içinde çözüm üretir. Yeri geldiğinde sonuna kadar savaşır, yeri geldiğinde bunun gereksiz enerji sarf ettireceği noktada yıkar, yeniden yapar.
Atatürk'ün eleştirisini yaptığı "idareci" tipi, aynı zamanda asla "devrimci olamayacağını" söylediği idare-i maslahatçıların ta kendisidir.
İdare-i Maslahatçı idareciler nasıl devrimci olamazsa,
onların "maslahat" önerisini çaresizlik duygusuyla reddedemeyen, hakkını arayamayan, mücadele edemeyen seçmenler, yurttaşlar da aynı miktarda uzaktırlar "devrimci" tavra.
Bugün Kılıçdaroğlu'na, Barış Yarkadaş'a, Mustafa Sarıgül'e oy verenler, yarın kontenjandan aday gösterilecek "izdüşümsüz" kişilerin dayanak noktasıdır. Beslenme kaynağıdır.
VE BU SAATTEN SONRA HİÇ KİMSENİN, AKP SEÇMENİNE KOYUN YA DA CHP SEÇMENİNE "OY BÖLÜCÜ" DEME HAKKI YOKTUR.
Bunu demeyi aklından geçirecek insanlar, öncelikle aynaya, sonra da kendi yakın çevresine bakmalıdır suçluyu aramak adına.
Tabi aynada bulabilecekleri yüzleri varsa.
Çağdaş BAYRAKTAR
29 Mart 2015

28 Mart 2015 Cumartesi

Cumhuriyet Gazetesi, İşgal ve Aydın - Çağdaş Bayraktar

Cumhuriyet Gazetesi, İşgal ve Aydın.

28 Mart 2015 tarihinde "Dün Gerici, Bugün Liberal İhanetin "Cumhuriyet"i" başlıklı bir yazı yazmıştım. [1]

Fakat hem o yazıda bazı noktaların yanlış anlaşılmaması, hem de bugünkü gelişmeler ile ilgili gelinen noktanın hassasiyeti üzerine ek yapmakta fayda var.

Yazılan yazıların vermek istediği ana mesaj şudur:

Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet gazetesine karşı girişilen operasyon, aynı kaynaklardan, aynı amaçla, aynı zamanda başlamıştır.

Bunun başlangıç tarihi 11 Kasım 1938'dir.

Fakat bu tarih, "Atatürk öldükten hemen sonra başladı" mesajı vermek adına soyut bir vurgu değildir.

11 Kasım 1938, kabinede yapılan, Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya'nın dışarıda bırakan, Şükrü Saraçoğlu ve Refik Saydam'ı içine alan değişikliğin tarihidir.

Ve Kemalist Devrim'in kolonlarından olan bu 3 kurumun içinde -çekişmelerin etkisiyle- başlayan yönetim kadrolarındaki bozulma, tam da emperyalizmin aradığı fırsattır. Emperyalizm de bu durumlarda etki ajanlarını devreye sokmakta gecikmez.

1938 sonrasında Türkiye Cumhuriyeti ve CHP'de nasıl 27 Mayıs süreci ve Bülent Ecevit'in öncülüğündeki kısa dönemlerde bir şeyler düzelir gibi olduysa, aynı şekilde Cumhuriyet gazetesinde de İlhan Selçuk, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu gibi kişilerin varlığı, Cumhuriyet gazetesinin "altın yıllar" yaşamasına sebep olmuş, fakat bu 3 kişinin hayata gözlerini yummasıyla "dönüşüm" kaldığı yerden devam etmiştir.


Kemalist devrim dinamiktir. Bulunduğu şartlar neyi gerektiriyorsa o şartlar içinde çözüm üretir. Yeri geldiğinde sonuna kadar savaşır, yeri geldiğinde bunun gereksiz enerji sarf ettireceği noktada yıkar, yeniden yapar.

Cumhuriyet gazetesine yine dönecek olursak; gazetenin yaşadığı sıkıntıların başlıca sebebi "aydın sorunu"dur. Aydın, yazdıklarıyla bir ruh yaratır. Sonrasında şehirleri gezerek, konferanslara giderek, insanlara "dokunarak", sarılarak, göz göze gelerek "bağ" biriktirir. Yazılanları okuyan kişi, yazanın sesini hisseder, gözlerindeki umudu hisseder, ortak yaşama isteğini hisseder, önemsendiğini hisseder. Aydına bağlanır.
Bu hisler, aydının yarattığı ruha beden olur. Aydının gücü budur. Kaynağı budur.

Fakat toplumdan uzaklaşan, hele de tepeden bakan aydın, güçsüzleşir, umutsuzlaşır.  Çünkü kendi besin deposunu kesmeye başlamıştır.

Bu durumda ürettikleri ile hedef olan aydın, arkasındaki yığını örgütlü kitleye dönüştüremediği için yalnız kalır. Çabuk harcanır.

Bugün Cumhuriyet gazetesinin maruz kaldığı saldırılara karşı bu kadar dirençsiz kalmasının başlıca sebebi budur.

O aydınların hesaba katmadığı bir nokta da şudur. Halka dokunmadığı, halkta "bağ" biriktiremeyen aydınlar, bulundukları yerde ancak bireysel mücadele edebilirler. O yüzden de karar verme mekanizmasından çabuk soyutlanırlar. Sonrasında orada "mücadele vermek" sandıkları şey, bulundukları yeri işgal eden kuvvetlere maske olmaktan, işgalin kitledeki inandırıcılığını zayıflatıp, işgalcilerin amaçlarını kolaylaştırmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Aynı durum CHP'deki bazı vekiller için de geçerlidir. Seçmen tarafından en çok sevilen vekillerin maruz kaldıkları haksızlıklar sırasında yalnız kalmaları, tam olarak da bundandır.

Sistemin desteklediği ve toplumda karşılığı olmayan insanlar, ancak arkasındaki okurlarıyla"bağ"lanmış aydınlara yenilirler. İki tarafında izdüşümsüz kaldığı noktada aydınlar için yenilgi kaçınılmazdır. 

Ve bu yenilginin faturası, en çok yine bağ kurulamayan ya da bağ kurulma gereği duymayan topluma kesilir.

Emperyalizm açgözlüdür. Bizlerin durduğu noktada nezaket gösterip de beklemez. Daha da acele eder, yangından mal kaçırır gibi. Çünkü içlerinde yüzyıllık "ya halk yeniden uyanırsa" korkusu vardır. 

Dün Can Dündar ve Ahmet Şık gibi üniformasız işgal subaylarını yazarken, bugün Nuray Mert ve Ahmet İnsel gibi kadrolu Atatürk düşmanlarının gazetede yazmaya başlayacağı duyuruldu.

***

Cumhuriyet gazetesi kaybedilebilir.
Cumhuriyet gazetesinin kapanması da gerekebilir.

Fakat ağır olan, bunun savaşılmadan, bedel ödenmeden yapılıyor olmasıdır.

Kurum ve kuruluşlarımızda "rahat" edemediğimiz, ettirilemediğimiz yerde en azından istirahat edememelidir birileri.

En azından isim babası Ulu Önder'in, Uğur Mumcu'nun, Ahmet Taner Kışlalı'nın, İlhan Selçuk'un hatrına.

Gazetenin okurları, şartların değişmediği takdirde kendi işgalcilerini besleyen kanalları tıkamalıdır, kesilmelidir düşman kalemler ile Anadolu'nun maddi manevi bağları, yaklaşık 100 yıl önce telgraf bağlarının olduğu gibi.

Şayet Kemalistlerin "izleme odasına" dönüşmeye devam ederse ülke, bakın şöyle kişiler yazmaya başlıyor, bunlarla da kalmayacak daha:

Nuray Mert: 

"PKK bir terör örgütü değil, bunu böyle düşündüğümüz sürece bu iş çözülmeyecektir. Bunu iktidarın da böyle düşünmesi lazımdır. Devletler kendilerine baş kaldıranları 'terör' diye tanımlar. Ama bu tanımlamanın kimseye hayrı yoktur."[2]

"Evet, belli ki kandırıldık, ama iyi ki kandık! Kemalistler gibi darbeciliğe akıl yatırmayı, otoriterliğe savrulmayı reddettik." [3] (Yetmez ama evet eleştirisi için)

"Cumhuriyet, çoğunluğu Mason locasıyla ilişkisi olan Selanikli bir grup insan tarafından kuruldu. Atatürk de Selanikli yahudi asıllı bir dönmeydi." [4]

Ahmet İnsel:







"İslam peygamberi hakkında yapılan çirkin karikatürlere karşı ölüm fetvaları veren Müslümanların tavrıyla, Atatürk düşünce sisteminin kutsallarına düşün dünyalarını teslim edenler arasında, nitel bir fark kalmamış demektir. Biri ölüm cezası veriyor diğeri daha medeni cezalar öngörüyor ama ikisi de dogmatik ve totaliter bir zihin dünyasında buluşuyor. " [5]

"Mustafa Kemal bir tiran değildi, Tayyip Erdoğan da değil. Mustafa Kemal demokrat değildi, Tayyip Erdoğan da değil! İkisinin farklı biçimlerde diktatör olduğunu söyleyebiliriz." [6]



(Aynı Ahmet İnsel'in, Türkiye Toplumunun Bunalımı adlı çalışmasında kendisini sosyalist olarak tanımlayıp, aynı zamanda da anti-Kemalist olarak olduğunu vurguladığını da hatırlatmakta fayda var. Tabi bu tarz bir "sosyalizm - anti-Kemalizm" duruşununun, "ayakları bu topraklara basan"dan ziyade "maaşları çok uluslu sermayeler tarafından yatırılan" bir tercihin ifadesi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok sanırım. )



***

Sustukça daralıyor bizim için çember, genişliyor cehennem.
Madem ateş sarıyor etrafımızı, ne duruyorsunuz;
YAKIN ARTIK GEMİLERİ!



Çağdaş BAYRAKTAR
29 Mart 2015  



Dipçe

[1] http://bayraktarcagdas.blogspot.com.tr/2015/03/dun-gerici-bugun-liberal-ihanetin.html
[2] http://hurbakis.net/content/nuray-mert-pkk-bir-teror-orgutu-degil
[3] http://www.diken.com.tr/evet-kandirildik-ama-iyi-ki-kandik/
[4] http://german.rizgari.com/modules.php?name=News&file=print&sid=36247
[5] http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7675
[6] http://www.birikimdergisi.com/guncel/tayyip-erdogan-diktator-mudur

27 Mart 2015 Cuma

İzmirli Vatanseverler İçin Esas Seçim 29 Mart'ta! - Çağdaş BAYRAKTAR

"CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir 2. bölgeden ön seçime girme kararı aldı. 2'nci bölgede geçen yılki seçimlerde CHP 5 ilçede ilk sırayı kaptırmıştı." [1]
***
Siyasi tüm dogmalarından soyutlanarak sadece akılcı yaklaşan bir kişi şunu görür:
Sahte muhalefet yıkılmadan hükümet yıkılmaz.
Hiçbir şey yapılmasa kendiliğinden tükenecek hükümet, muhalefet partilerinin yanlış tercih ve hamleleri ile her seferde günü kurtarmaktadır.
Bu durum tesadüf olabilir mi?
Bir tesadüf, kaç kere denk gelebilir?
1938'den beri dönüştürülmeye, içine sızılmaya çalışılan CHP için operasyonun final hamlesi, Deniz Baykal'ın şantajla devrilip, Kemal Kılıçdaroğlu'nun başa getirilmesi değil midir?
Aynı Kemal Kılıçdaroğlu değil midir, Atatürkçü, Kemalist tüm kadroları partinin her kademesinden kendince temizleyen?
Gölge CIA ile bilinen Strafor'da TR 705 kodu verilen Sezgin Tanrıkulu'na partiyi tahsis eden yine Kılıçdaroğlu değil midir?
Daha net olması açısından, Wikileaks belgelerinde Amerikan Büyükelçi Ross Wilson onayıyla Adana Başkonsolosu W. Scott Reid tarafından yazılan ve Ankara Büyükelçiliği'nden Washington'a geçilen raporu anımsayalım:
"Eski Uluslararası Ziyaretçi katılımcısı, Robert Kennedy Ödülü kazananı ve Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Sezgin Tanrıkulu genel olarak bölgedeki AMERİKAN ÇABALARI İÇİN MİNNETTARDI. Ancak son günlerde basında tekrar yer alan Ebu Garip fotoğrafları ile Danimarkalı karikatürlerin sebep oldukları negatif havanın, bölgedeki Müslümanlar arasında Amerikan inandırıcılığına zarar verdiğinden ve Türk kamuoyunun, Amerika'nın bölgeye demokrasi getirebileceğine olan inancının altının oyulduğundan endişeliydi. Diğer kontakların, Amerika'nın Türkiye ya da herhangi bir yerde insan hakları meselesini düzeltme yetimizi negatif yönde etkileyecek ciddi bir imaj sorunu olduğu görüşünü paylaştı." [2]


  Güneydoğu'da Amerika'nın amaçlarını bilmeyen var mı? Peki Amerika'nın Güneydoğu'daki çabalarından ötürü ona kimler MİNNETTAR kalır?
"HDP'nin yüksek oy alması bizi mutlu eder" diyen Gürsel Tekin kimin döneminde bu kadar söz sahibi olmuştur? [3]
Hangi Genel Başkan döneminde CHP, Emperyalist yalanı Ermeni Soykırımı iddiasına "Pankart" olmuştur? [4]
Mustafa Kemal Atatürk'e "Kefere Kemal" diyen, Altan Tan gibi Kemalizme her anlamda en karşı olan birisinin düzenlediği konferansta "Ulus-devletin miadı dolmuştur" diyen Mehmet Bekaroğlu'nu partiye çağıran, PM'ye girsin diye kadın kotasını kullandıran kim? [5][6]
Ve bu gibi kişilerin tek birisini bile kaybetmemek adına ön seçime sokmayan, kontenjana saklayan Genel Başkan kimdir?

İlericiler ile gericilerin mücadelesi olan tarihsel süreçte kimlik tanımını "Dersimli Kemal" olarak yaparak, kendisini gerici saflarda konumlandıran bir Genel Başkan'ın; Aydınlanmadan, Kemalist devrimden yana olma ihtimali var mıdır? Ya da vurguladığı devrimciliğin "karşıdevrim"cilik olduğu açık değil midir yaptıkları ve yapmadıklarıyla? [7]
***
Sistem partilerinin "Genel Başkanların çiftliğine" dönüştüğü bir durumda, İzmirliler için büyük fırsat söz konusu.
"Peki o zaman ne yapmalıyız" sorusunun kısa vadede somut yanıtını -doğru ya da yanlış- vermek kendi ellerinde.
Osman Baydemir'in ayağına gidip de "the süreç"e eklemlenen, bununla yetinmeyip cemaatin Türkçe Olimpiyatlarına destek veren belediye başkanını İzmirlilere dayatan, [8][9]
KCK sempatizanı, başkanlığını yaptığı dönemde İzmir Barosu'nda Atatürk ve Türk bayrağını siyasi simge gerekçesiyle kaldırmaya çalışan Sema Pekdaş'ı önce Karşıyaka'ya dayatmaya çalışan, Karşıyaka'dan aldığı tepkiyle Konak'tan aday yaptıran zihniyetin başındaki kişi değil midir Kemal Kılıçdaroğlu? [10]
***
Karşıyaka'ya Sema Pekdaş dayatılmasına ne kadar doğru tepki verdiyse, Hakan Tartan seçeneğine karşı Konak'ta onu destekleyerek de hata yaptı İzmirliler.
Genel Başkan'ın "tıpış tıpış" yaklaşımının uygulayıcısı oldular, kendilerince haklı ya da haksız sebeplerce.
Öldürülen değerli Necip Hablemitoğlu Hocamız "pirincin içindeki siyah taştan değil beyaz taştan korkun" demişti.
İşte tam da ön seçimlerle o beyaz taşı ayıklama fırsatı geçiyor İzmirlilerin ellerine.
AKP seçmenine koyun demek çok kolay.
Mesele, ne sebeple olursa olsun, işgale direnmek, önce kendi "kale"nin içinde.
Aksi halde bir gerçek ortaya çıkar ki;
Demek ki esas mesele, rahatsızlık, koyun olmak değil, başındaki çobanın tercih edilmemesi, AKP'yi her şartta destekleyen seçmeni eleştirenler için.
Emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerini denize dökme konusunda tecrübelidir İzmir.
Bunu yine yapabilir.
Kurtuluş Savaşı'nda İzmir'in işgali, Hasan Tahsin'in kurşunuydu mücadeleyi ateşleyen.
Belki bir yenisi gereklidir,
yine İzmir'den, direnişin başladığı yerden, yeniden!
Bu tepki verilmezse ne mi olur?
Koyulur listeye çalınacak parça, açılır yanına rakı,
ve dinlenir:
"Kader diyemezsin sen kendin ettin."
ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR 28 Mart 2015
Dipçe
[1] http://www.haberturk.com/gundem/haber/1055291-kemal-kilicdaroglunun-aday-olacagi-il-aciklandi [2] http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/wikileakste-sezgin-tanrikulu-1-tr-705-amerikaya-minnettar-h27195.html [3] http://www.radikal.com.tr/politika/chpden_hdpye_destek_bhhya_cagri-1319142 [4] http://www.cagdasulusalcizgi.com/haber/siyaset-71463/soykirim-pankartinin-ardinda-yeni-chp-yoneticileri../446.html [5] http://www.odatv.com/n.php?n=dun-ataturke-kefere-kemal-diyordun-2609141200 [6] http://www.sarizeybekhaber.com.tr/haberler/mehmet-bekaroglu-ulus-devletin-bana-gore-miadi-doldu-dedi-h1460.html [7] http://www.milliyet.com.tr/dersimli-kemal-im-ben-devrimciyim/siyaset/detay/1936179/default.htm [8] http://www.radikal.com.tr/turkiye/kocaoglu_ve_baydemir_diyarbakirda_halay_cekti-1134790 [9] http://www.haberler.com/izmir-de-turkce-olimpiyatlari-soleni-3697721-haberi/ [10] http://www.ensonhaber.com/izmir-barosu-baskani-ne-turban-ne-ataturk-rozeti-2013-02-04.html

Dün Gerici, Bugün Liberal İhanetin "Cumhuriyet"i- Çağdaş BAYRAKTAR




Cumhuriyet gazetesi ile ilgili bir şeyler yazma fikri uzun süredir aklımda.


Zaten 1940'lı yıllara doğru detaylı gezintiye çıkan herkes, duramaz bir iki kelam etmeden...


Barış Tınay'ın Liberal Darbe: Cumhuriyet Gazetesi başlıklı yazısı zaten birçok şeyi söylemişti.


Tam o sırada bu yazıyı okuyan bir arkadaşım seslendi:


"Sen de yazsan keşke Cumhuriyet gazetesiyle ilgili bir yazı.."


Tam da ona verdiğim yanıt gibi.


Tamam yazayım, gelinen noktaya atıf yapayım ama nereden başlamalı?


...


Genel olarak yanlış bir algı var maalesef.


Ülkede kötü olan her şey 2002'de, CHP'de kötü olan her şey Kılıçdaroğlu'nun gelmesiyle başlamış gibi.


Evet, bu iki gelişme de ülkenin geleceği açısından hayati derecede tehlikeli ve planlı iki hamledir.


Fakat bu iki hadise, ülke ve CHP için tabuta çakılan son çivi, "ölümcül hamle"dir. Bu aşamaya gelinmesini sağlayan süreci görmezden gelirsek, başımıza gelen her belayı, karanlıkta yumruk yemiş gibi karşılamaya kalkarız.


AKP'nin palazlanmasını görmek için Demokrat Parti'yi, Demokrat Parti'nin palazlandığı şartları anlamak için ise "Milli Şef" döneminin yaklaşımlarını görmek lazım.


O dönem ki yanlış dış politikanın, ilk etapta katıksız bir Alman destekçiliğinin, yanlış ata oynadığının fark edilmesi durumunda da bu kez kendisini kaybedercesine tercih edilen Amerikan destekçiliğinin "aynası" oldu hep Cumhuriyet.


İnönü dönemini Kemalist zannedip de, İnönü üzerinden Kemalist Cumhuriyet'e vuranlar, en güzel argümanları her daim Cumhuriyet gazetesinin manşetlerinde, haberlerinde buldular.

***


Bazı durumların canımızı sıkması, onların gerçekliğine gölge düşüremiyor maalesef.

Atatürk öldükten bir gün sonra, yani 11 Kasım 1938'de,


Atatürk'ün en güvendiği bakanların başında gelen İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ı görevden alan kimdi? 


Atatürk'ün çok partili demokrasiye yönelik ilk denemesi olan Serbest Cumhuriyet Fırkası döneminde, O'nun iki parti arasında eşit mesafede kalma isteğine,

“Cumhuriyete ve inkılaplarına(devrimlerine) nezaret etmek ve onlar muvacehesinde azamî takayyüt(bağlanma) göstermek, Reisicumhurun yalnız gelişigüzel bir vazifesi değil, hatta kanuni mecburiyetidir. Eğer bunlara dikkat etmezse, Reisicumhurun yegane cürüm olarak hıyaneti vataniye(vatana ihanet) ile itham olunabileceği Teşkilat-ı Esasiyede sarihtir(belirgindir)."

karşılığını verip de Atatürk'ü vatana ihanetle yargılama cesaretini gösteren hangi gazete ve onun yazarıdır?


Hitler'den aldığı maddi destekle "Kemalist Cumhuriyet adına Hitler'e, Mussolini'ye selam yollayan", yollanmasına aracı olan gazete hangisidir?






Halkla bağları kopan İsmet İnönü döneminin gazete bazında halkla kopmuş olan uzantısı hangisidir?


***


Sorular çoğaltılabilir. Sonrasında olan biteni Barış Tınay'ın yazısında bulabilirsiniz.


"Cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşenmiştir" sözünü bilmeyen yoktur.


Bu söz, Cumhuriyet Gazetesinin hikayesini özetlemektedir aslında.


Cumhuriyet gazetesi, ihanetin ve işgalin merkez üslerindendir.


Uzun süredir bünyesinde barındırdığı toplumsal bazdaki "kaygısızlık", "kopukluk", liberal kadroların tam hakimiyeti ile bütünleşmiştir.


Koyun olmaktan değil de söz sahibi çobandan rahatsız olanların suskunluğudur ihanetin lokomotifi.


Can Dündar'a "...önceki yıllardan daha büyük kalabalık var, daha az Türkçe var, daha çok umut ve özgüven var... on binlerce insan yağmur altında, ellerinde saçı ağarmış fotoğrafını taşıdıkları adamın yeni mesajını bekliyor... Sırrı Süreyya Önder sahneye çıktığında yağmur duruyor, güneş açıyor..." sözlerini söyleme cesaretini veren tam olarak da budur.






Emperyalizmin entelektüel görünümlü posta güvercini Sırrı Süreyya için yediği kaba pislemek yabancı bir durum olmayabilir, fakat yazdığı gazetede gazetenin köklerine hakaret etme hakkı, yine aynı eyleme dönüşmeyen tepkisizliğin eseridir.


Çuvaldız batırılacak kesim elbet çok, ancak iğne batırılacak kesimdeki yoğunluk da, iğne atsan yere düşmeyecek cinsten.


Kışlalı'ların, Mumcu'ların bayrağını yerde bırakmayacağını söyleyip de köşelerini genişleten, hapisten çıktığında soluğu Amerika'nın Sesi'nde alan, "toplum kaldıramaz ama kaldırmalı" diyerek Apo'yu kapsayan genel afı dillendiren yine bu gazetenin sözde aydını değil midir?


Alev Coşkun'a aylardır yazı yazdırmayan yönetim kimin eseridir?






Bebek katilinin posterleri önündeki fotoğrafına gelen tepkiler üzerine aynı fotoğrafı sosyal medya hesabına yükleyip, "Hassas Türklerin Instagramla İmtihanı" yazabilen Ahmet Şık'ı demokrasi
kahramanı diye yıllarca destekleyen kimdi?


Gazetenin kültür-sanat eklerine bölücü örgüt sempatizanlarının sızmasına seyirci kalan kimdi?


***


Elimizdeki tüm kaleler düşerken, işgal edilirken, yineliyorum sorumu:


Koyun olmaktan mı rahatsızız, yoksa çobanın bizden olmamasından mı?


Eğer ilk seçenek değilse, daha çok ağlar, dövünürüz, çekilirken vatan toprağı ayaklarımızın altından.



Çağdaş BAYRAKTAR

28 Mart 2015


Not: Yazıda bahsedilen Barış Tınay'ın yazısını okumak için:

http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/liberal-darbe-cumhuriyet-gazetesi-h54574.html

7 Eylül 2014 Pazar

CHP: Sonun başlangıcı. Hangi son? Hangi başlangıç?

"CHP'nin benden sonra, sonuna kadar partim olarak kalacağını nereden bileyim?"
Mustafa Kemal ATATÜRK / 1935




CHP bir kurultayı daha geride bıraktı.

Bir seçim yapıldı. Görünürde bir kaybeden var, bir de kaybeden.

Peki kazanan kim?

Kaybeden kim?

Bunun için önce 10 Ağustos seçim dönemine dönelim.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, değil sadece parti tabanından, kendi grup başkan vekillerinden bile habersiz belirledi cumhurbaşkanlığı çatı adayını. Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve onlara bu ismi öneren kişiler dışındaki herkes ekranlardan öğrendi. "Risk alıyorum" dedi Kılıçdaroğlu.

Sonuç?

İlk turda kaybedilen bir seçim. Sandığa götürülmeye ikna edilemeyen milyonlarca seçmen. Ki bu oy vermeyen insanların çok büyük bir kısmının hayatındaki en büyük nefret kaynağı, karşı tarafın adayı olan Recep Tayyip Erdoğan iken.

Sonrasında Gürsel Tekin'in dalga geçer gibi "Başarılıyız" açıklaması. Muhalif kanadın basın toplantısı, kurultay çağrısı. Genel Merkezin önce buna kulak asmaması, sonrasında Muharrem İnce'nin de açıklamalarından sonra yangından mal kaçırır gibi belirlenen Kurultay tarihi. Normalde Eylül sonu düşünülen delege seçimlerinin beklenmemesi. (Acaba neden?)

Genel Merkez'in bu tarihi belirlerken Sivas Kongresi'nin -ki CHP'nin ilk kurultayı olarak kabul edilir- yıl dönümü olan 4 Eylül'ü ya da İzmir'in kurtuluşu ve partinin kuruluş tarihi olarak geçen 9 Eylül'ün tercih etmemesini çok samimi buluyorum. Tarihsel köklerinden rahatsız oldukları kadar korktuklarını da düşünecek olursak bu tercihlerini bir "önlem" olarak da görmekte fayda var.

Tam da bunlar olurken 14 Ağustos 2014'te şöyle bir not düşmüştüm, kaygılarımı ve yanılma hakkımı saklı tutaraktan:

"Muharrem İnce'nin seçim öncesi ve sonrasındaki açıklamalarından çıkarttığım sonuç:
Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylık sürecinde hem tepki hem de destek verdi. Böylece iki tarafa da açık kapı bıraktı. Genel Merkezin hedef olması üzerine bekledi. Sonuçta Genel Merkezin karşısında konumlandı ama muhalif vekillerin basın açıklamasına katılmadı. Amacı iki taraf arasında "birleştirici", "toparlayıcı" profili yaratmaktı. Böylece kimseyi de tam olarak karşısına almayacaktı. Ki o katılmadığı basın toplantısında konuşmayı yapan Emine Ülker Tarhan son turda onun için çekilmese, grup başkan vekili olamayacaktı. Vefa borcunu ödemek yerine kirli siyasetin oyun kurallarını ne kadar iyi öğrendiğini göstermeyi tercih etti. "İzlenme rekorları kıran ama sadece konuşmada kalan" video koleksiyonundan da güç alarak kaosu kazanca dönüştürdü. Tabi muhalif adaylara atıp tutan Kılıçdaroğlu, süt dökmüş kedi oldu İnce'ye. Mevcut sistemi değiştirmek isteyen kesimden korkan sözde ulusalcı kesim, sistemle sorunu olmayan İnce'nin adaylığını mutlaka destekleyeceklerdir, başkanlık hayalleri olanlar hariç. Partilerin seçim döneminde anadilde propaganda yapılabilmesini sağlayan önergeyi meclise sunan kişi olması da, kucaklayıcılığına kucaklayıcılık katacaktır. Yine de Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlık döneminde sistemli yürüttüğü kadar katı bir Kemalist tasfiyesi olmayacaktır. Kemalist hassasiyeti olan partililerin bu süreçte mevzi kapması, partinin özüne dönebilmesinin tek şansı. Ki bu insanların yaklaşımına karşılık uygulanacak tavır, açıklamalarının samimiyeti açısından turnusol etkisi yapacak.."


***

Kılıçdaroğlu seçimi 740 oyla kazandı. Muharrem İnce ise 415 oy aldı.
Ne kadar yansıtmamaya çalışsa, genel başkanlığından beri ilk kez seçim kazansa da, Kılıçdaroğlu durumun farkında. Kendi seçtiği delegelerden büyük fire verdi. Kendisinin aday olması için imza verenler de dahil.

Bu noktada bir gerçeğin altını çizmekte fayda var: Yerel seçimlerde CHP'den MHP'ye kayan oylar ne kadar "tepki" oyu ise, Kılıçdaroğlu'na karşı Muharrem İnce'yte verilen oylar da o kadar "tepki" oyu.

Her iki tepkinin özü de aynı: "İdeolojik kaygı".

Türkiye'de şu an siyasette söz sahibi olan insanların yaş ortalamasının ne kadar yüksek olduğunu dikkate alacak olursak, meclise giren partilerin bugünkü "büyük"lerinin, 68 ve 78 kuşaklarının -yani dünün- gençleri olduğunu görürüz. Fakat maalesef bu kuşaktan gelen/beslenen insanlar, geçmişlerinin o kadar etkisinde kalmış durumdalar ki, ayrımların 2014 şartlarında geçerliliğini korumadığını, artık bu saflaşmanın Milli-Gayrı Milli, Ulusal-Küresel ekseninde şekillendiğini göremiyor. Ya da bunu görüyor ama kişisel çıkar ve eski takıntıları doğruya yönelmesine izin vermiyor.

Peki, bu tepki oylarını etrafında topladığını bildiği halde, Muharrem İnce, "the süreç"i eleştirdi mi? Eleştir(e)medi.

Eleştirmediği yetmiyormuş gibi, "Bunu biz çözeriz" dedi, "biz" kavramının içini Kemalizm, devrimcilik, milliyetçilik, halkçılık kavramları yerine "sol" ile doldurarak.

Neden sol? An itibariyle Türk siyasetinde içi boş ve akıllara değil de duygulara hitap etmek için yukarıda bahsettiğimiz algıyı tavlamak için uygun.

Yoksa Muharrem İnce, Türkiye'de kendisini solda tanımlayan yöneticilerin emperyalizm için çok fonksiyonlu İsviçre çakısı gibi değerli, kullanışlı olduğunu göremiyor mu? Görüyor.

Peki görüyor da KADRO, YÖN tarzı bir sol özlemi mi duyuyor? Hayır. Duysa, "Ben sol dediğim için solu hatırladı Kılıçdaroğlu, Dersimli Kemal'im diyebildi" demezdi.

Seçimi kaybeder kaybetmez, genel başkana biat ederek, kendisini destekleyen kesime; "ben kendimi kurtarırım, siz kendi derdinize yanın" deyip de hedef yapmadı mı?

Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce gibi sistem muhaliflerini tutup, kendisine tehdit olabilecek esas kitleyi tasfiye edip, sonra da "biz tasfiye yapmıyoruz, yapsak karşıma aday olan Muharrem İnce'yi tasfiye ederdik" deme fırsatını kaçırır mı?

İnce'den gelen bu pası ıska geçer mi?

Hayır.

Olan kime oldu?

Meclisten başlayacak olursak; muhtemelen bir daha aday gösterilmeyecek olan, Atatürk hassasiyeti sahip olduğunu belirten vekillere.

Peki -bir iki kişi hariç- üzülüyor muyum?

Hayır.

Affediyor muyum?

Hayır.

Çünkü CHP'nin emperyalizmin kontrolünde olması için öncelikle kendi seçmeninden yalıtılmış bir genel merkeze sahip olmalıydı. Özellikle vazifeli gelenler, parti seçmeninde karşılık bulamayacaklarını bildiklerinden dolayı hep getirildikleri çöplüklerde takıldılar.

Parti seçmeninde tam karşılık bulabilecek vekiller ne yaptılar? Dokunması ve beslenmesi gereken kitleler dışındaki her yere koştular. Her daim umut çaldılar. Kalp kırdılar. TEPEDEN BAKTILAR!

Kimi cemaate koştu, kimi AMERİKA'NIN SESİ oldu. Kimi HDP-BDP fetişizmine kapıldı.

İnsanlara dokunmaları gerektiğini anladıklarında dahi durumu "halka İNMEK" olarak tanımlayacak kadar burunları havadaydı.

CHP'de en az 60-70 tane olduğunu tahmin edilen bu kişilerin çoğu, basın açıklamalarına bile katılmayarak konuşan vekilleri "azınlık"laştırdılar.

Ve bugün bu BİRİKTİREMEDİKLERİNİN yaratamadığı YAPTIRIM ile takıldılar bir sistem muhalifinin arkasına. İlk vazgeçilen oldular.

Kader diyebilirler mi?

...

Peki bu saatten sonra daha çok çalışırlar mı?

Çalışırlar.

Sonuçta 20bin lira nere, 6bin lira nere!

Şahsi çıkarlarının dışında ideolojik kaygılarıyla çalışacak olanlar varsa da, bu saatten sonra en başta Kemalist olanları ikna etmek zorunda.

Partiye en çok değer veren, parti logosunu gördüğünde içi titreyen, eli "Altı Ok"tan başkasına gitmeyen ama her seferde ilk üstüne basıp geçilen.

Peki ya delegeler ne kadar suçlu? Ne kadar mağdur?

Onlar için gerekli sözleri ben değil, yazar kardeşim Erhan Sandıkçı söylüyor:

"Tüm delegelerin huzurunda açıkça siyasî özerkliği savunan kişi, bir saat sonra o delegeler tarafından genel başkan seçildi. Buna göre denebilir ki, CHP'li delegelerin çoğunluğu üniter devlete karşıdır. Dolayısıyla CHP'li delegelerin çoğunluğu bölücüdür. Parti Meclisi'ne girmek için Kemâl Kılıçdaroğlu'nu destekleyen, açıkça siyasî özerkliği savunan Kılıçdaroğlu'nun yanında yer alan CHP'liler, koltuk sevdası için Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne, birliğine ihanet etmişlerdir. Bunun adını iyi koymak gerek. Aralarındaki bazıları Atatürk, vatan, bayrak, ulusal değerler edebiyatı yapacakları zaman hatırlamak ve hatırlatmak gerek."


Seçmenlerin payına düşense, sadece düşünmek.
Çünkü Mustafa Kemal Atatürk bu toplumu kuldan birey yaparken, "Ben bu hakları vereyim de onlar yine kul olmak isterlerse çantada keklik seçmen olmayı tercih ederler" demedi.

Dedirtmemek de gerek!