[ HADIK ANDREAS, 1711-1791, İkna Repertuarı ]
***
Uzun bir
süre sonra yine ben, Piyade Er Ulus Atay,
Mersin.
Beni pek fazla kişi bilmez, bilenlerin de çoğu unutmuş olabilir. Peki ben yazıyorsam anormal bir durum var mıdır, vardır.
Misilleme Kurşunkalem size pek yansıtmıyor, paylaşmıyor ama bu ara fazla yazıyor. Yazdığı kadar da içinde yaşıyor. İçinde yaşadığını yazıyor ama anlık hissetmelerle uzun süreli hissetmemeler arasında kaldığından belki de çok fazla yazmaması gereken dönemde yazıyor. Ya da belki de tam tersi en çok yazması gereken dönemde yazıyor. Kendisi, -benim görüşüm- nitelikli savruluyor. Emin değilim. Fakat umarım hedefleri kartondan değildir. Öyleyse cephanesini boşa harcıyor. Nasıl da fena, kimselere de belli etmeden savruluyor. Uzun ve virgüllü cümleler kurarken bir gün nokta koydu cümleye. Sonra onun için her an her şey eskisi gibi olabilecek izlenimi verdi ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Gol olmayacağına inanırken şut çekmeye devam ediyor, kendince, kendine göre.Yani kendisine sorduğumuzda aldığımı cevap bu şekilde. Kader var mı yok mu onu sorguluyor. Yine işaret, cesaret avında, bir mucize olsa kendince, bir inansa, kaderin varlığından emin olsa içi rahata kavuşacak. (Hem sınavı kolay değil hem de istediği sorudan başlayamamayı kendisine baskı ve kısıtlama olarak algılıyor). Yani çok yazıyor ama az yaşıyor. Korkum, ya az yaşarken çok sanıp da bu yüzden çok yazıyorsa? Yanılıyorsa? Şarkı listesinde yasaklanmış ne çok şarkı vardı bir zamanlar. Şimdi yasaklarını kaldırıyor ama aynı hazzı da etkiyi de yaratmıyor bazı şeyler.
Dostlarından birisini en azından kısa ve orta vadede kaybetti. (Belki de başka iki tanesiyle dostluk bağını temelli kaybetti.) Yanlış anlaşılmaya kurban gitti. O dostuyla bir yüz yüze gelse hep şunu demek istiyordu: "Bana bir şeyleri söylüyorsun içimdeki sıkışmışlıktan kurtulmak için ama senin de içindeki öfkeyi kusmanın bir yolunu bulman lazım. Yoksa bu öfke seni yer bitirir, tüketir, içinde iyiye ve güzele dair ne varsa sömürür. "
Bunu demeye fırsat bulamadan o öfkenin yakıcı alevlerine maruz kaldı Misilleme Kurşunkalem. Kendince çok lafı yuttu, geleceğe dair onarılabilsin diye bir şeyler ve kitabın arasına yazılan not da başına eklenen cümleler de yerli yerinde.
Misilleme'ye yurt dışından kart atan arkadaşı oldu. Bir de yanında sütlü çikolata da getirmiş ki sık sık söyledi, öyle güzelini hiç yememiş. Aynı yurt dışında vatansızlıktan değil de iklimsel nedenlerle üşüyen ama denizcileşmeyi Kemalistlerin ülkesinde, Türkiye'de bırakan başka bir arkadaşı belki o çikolatadan getirir. Olmadı Tallinn ve Terbiye Kuruluna gerekli dilekçeyi yazar, şikayette bulunuruz.
Misilleme'nin de halka halka sevi çemberleri var. Sıralı birinci halka:
Ortak arkadaşımız Ayçe ablası var. Bu ara biraz ihmal ettiği. Selma annesi var her fırsatta sığındığı, Fulya'sı var onun kalemine en çok inananların başında gelen. Bir de Kevser, kendisine her gün sapladığı bıçakları çıkarırsa çok daha rahat nefes alacak olan. Kapalı ve de Göbükspor diye de iki arkadaşı var ama Göbükspor'dan yazılarını hafiften saklıyor gibi. Belki de bir zamanlar bazı şeyleri çok inanarak yazdı, olmadı, hevesi karardı.
Heveste kararti var, bu gelen gidecek midur?
Midur demişken, Rize doğumlu pek çok insanla tanıştı bu ara, bunun bir anlamı var mı diye sorguluyor. Aslında ben, yani Ulus Atay, başka şeyler yazılmasın diye kağıdı kalemi meşgul ediyorum.
ÇB'ye gelince, o bu ara çok dertli, çünkü yine bir seçim dönemi ve yine birçok insan aklını terk eyledi, tek hücreli gibi siyasi tercih yapmaya çalışıyor. Emperyalizmden esirgedikleri tepkiyi emperyalizmin tehlikelerini gösteren kişilere boca ediyorlar ve ÇB de üzerine düşeni fazlasıyla alıyor. Laflara maruz kalmak o kadar üzmüyor da "Bu kadar kolay oyuna gelen, kandırıldığının bile farkında olmayan ve bu aşamada da başkalarını kandırılmakla suçlayan kişiler daha ne kadar kandırılacak?" kaygısı onu daha fazla yıpratıyor. Bugün bir abisi meseleyi çok iyi özetlemiş, işte bu! demişti o da:
"Aselsan satılıyor mu?
Nasıl satarsınız nasıl?
Millet çıldırıyor, görmüyor musunuz?
İktidar-muhalefet, aynı merkezin kontrolünde...
Çaresiz bırakılan ve giderek gerçeklik algısını yitirmiş, analiz yetisi kaybolmuş, sadece etki-tepki prensibiyle hareket eden bir halk!
GÜNEŞE BIRAKILMIŞ YAĞ GİBİ YAVAŞ YAVAŞ ERİYORUZ!
DURUN ARTIK!"
Sözde vatanına sahip çıkan kişiler farkında olmadan CHP'nin tepesine indirilen işgalcilere etten duvar örmeseler, bu yaptıklarıyla aslında eleştirdikleri siyasi iktidara can suyu verdiklerini fark etseler, desteklerini çekseler bile yıkılacak kumdan ve camdan kaleler. Tuzla buz olacak. Önce sahte muhalefet, sahte muhalefet dayanağını kaybettiğinde iktidar. Siyasetle ilgilenmesi yasak olan, pek ilgisi de olmayan asker ben bile bunları görebiliyorum.
ÇB, kitabıma odaklanacağım ve gündemle ilgilenmeyeceğim dediğinden beri erken seçim kararı alındı, Orta Doğu'da Üçüncü Dünya Savaşı'nın temelleri atılıyor. Bu dönemde yaşamasa, "keşke o dönemi gün gün takip edebilseydim" demeyeceğinden emin olsa dönecek sırtını da, biz kime sırtımızı dönebildik bugüne kadar, yapmamız gerekenler vicdanımızca sıralandığında?
Misilleme Kurşunkalem eliyle 27 Mayıs yaptığı yerden çok çok uzakta. Eliyle 27 Mayıs yaparken etiketlenenle ve Misilleme'den çok çok uzakta olanla etkilenmedim etiketlendim diyen muhtemelen yan yana, umarım cehennemin dibine iki ayrı direk olmuşlardır yine yan yana. Çünkü bazen canavarlar kazanır. Bundan bir tık sonrası seri katil soğukkanlılığı ki bak o çok yakında. ÇB 27 Mayıs'ı anıyor, tamamen her şeyiyle olmasa da kazanımlarının farkında, diğer iki askeri müdahale ile 27 Mayıs'ın eş tutulmasına dayanamıyor, 27 Mayıs'ın gericilere yarattığı rahatsızlığı gördüğünden ısrarla 27 Mayıs'ın altını çiziyor, dostlarını arayıp bayramlarını kutluyor.
Bazı gecelerde Misilleme, elleri bağlanmışken sosyal demokrasiye maruz kalmış Kemalizm gibi huzursuz oluyor. Diyor bir çözün elimi, saldırıyorsa yine saldırsın ama şartlar eşit olsun yeter ki.
Türk ne zaman eşit şartlarda savaştı, o hakka sahip olabildi ki diyor ÇB, akla savaşta saldırılmayacak nakliye gemileriyle savaşa asker taşıyan İngilizler geliyor. Ve buna rağmen bu topraklarda önderi Mustafa Kemal Paşa oldukça kısa süreli tepe, mevzi kaybetse de savaş kaybetmedi diye de ekliyor acımtırak bir tebessümle.
Sempatiklik mi güzellik mi diye soruyor Misilleme ve kendisi yanıtlıyor, "Sempatiklik. Çünkü o içinde kendine has ve belki de telli bir güzellik barındırıyor."
Lan!
Bunlar benim yazıma mı sızıyor? Dediğim anda bir komutanıyla görüşüyor Ulus, yani ben. Meğer sızıntı bizmişiz kendi ordumuzda, baksana beş kişiden dördü onlardan çıktı ki daha içeride varlar deyince daha da acılaşıyor tebessüm, üstüne bir kat da kaçak durgunluk çıkıyor. Oysa şimdilerde birileri ya cehaletten ya ihanetten soru çalarak silah arkadaşına yapılan ihanete susarak üniforma giyene bile Harbiyeli diyor. Oysa CHP'nin seçim bildirgesinde -ki buna biz modern Sevr de diyebiliriz- tek kelime FETÖ geçmiyor. Ne kadar da Atatürkçü bir yönetim değil mi?
27 Mayıs'ta çok fazla şey yazmak istiyordu hem Misilleme hem ÇB, ama ikisine de farklı konularda ket vuran bir şeyler olacaktı ve bir yazar ve yazarlar, yumuşak karınlarını açığa verip yazmamalı. Yıkanmak, arınmak için her seferde fırsat, yıkandığından daha fazla arınmalı insan ve aynı hataları tekrar tekrar yapmamalı.
Okuyucu sana söylüyorum; Misilleme ve ÇB, mavi tikler sizde yanmalı.
Enseyi de karartmayın, endişe etmeyin. Onlar gayet iyiler. Mesele, olduklarından daha farklı anlam yaratacak şeyleri kağıtla buluşturmamaya özen göstermemeleri. Çünkü evrenin sana verdiği bir silah, yetenek, asla kötüye kullanılmamalı, kontrolsüzce de savrulmamalı. Türk demek töre demek, adalet demek. Güç, adalete kafa tutmamalı. Belki gerçekten doğru zaman vardır ve mevla gerçekten göreceğiz ne eyler ve ne eylerse güzel eyler.
(Aslında kötüye kullandıkları da yok ama yine de eşeği sağlam kazığa bağlamalı.)
Yoksa veya aksi halde ha 150, ha 160, ha 175, ne fark eder?
Yaşayıp göreceğiz. Ya da yaşamayıp.
Ben yine gidiyorum, çünkü Göbükspor yemeği hazırladı ve sofraya gitmediğim her saniye için eminim bana sövüyor.
ULUS ATAY
27 MAYIS 2018 2322
KKTC CEBECİ KIŞLASI
Beni pek fazla kişi bilmez, bilenlerin de çoğu unutmuş olabilir. Peki ben yazıyorsam anormal bir durum var mıdır, vardır.
Misilleme Kurşunkalem size pek yansıtmıyor, paylaşmıyor ama bu ara fazla yazıyor. Yazdığı kadar da içinde yaşıyor. İçinde yaşadığını yazıyor ama anlık hissetmelerle uzun süreli hissetmemeler arasında kaldığından belki de çok fazla yazmaması gereken dönemde yazıyor. Ya da belki de tam tersi en çok yazması gereken dönemde yazıyor. Kendisi, -benim görüşüm- nitelikli savruluyor. Emin değilim. Fakat umarım hedefleri kartondan değildir. Öyleyse cephanesini boşa harcıyor. Nasıl da fena, kimselere de belli etmeden savruluyor. Uzun ve virgüllü cümleler kurarken bir gün nokta koydu cümleye. Sonra onun için her an her şey eskisi gibi olabilecek izlenimi verdi ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Gol olmayacağına inanırken şut çekmeye devam ediyor, kendince, kendine göre.Yani kendisine sorduğumuzda aldığımı cevap bu şekilde. Kader var mı yok mu onu sorguluyor. Yine işaret, cesaret avında, bir mucize olsa kendince, bir inansa, kaderin varlığından emin olsa içi rahata kavuşacak. (Hem sınavı kolay değil hem de istediği sorudan başlayamamayı kendisine baskı ve kısıtlama olarak algılıyor). Yani çok yazıyor ama az yaşıyor. Korkum, ya az yaşarken çok sanıp da bu yüzden çok yazıyorsa? Yanılıyorsa? Şarkı listesinde yasaklanmış ne çok şarkı vardı bir zamanlar. Şimdi yasaklarını kaldırıyor ama aynı hazzı da etkiyi de yaratmıyor bazı şeyler.
Dostlarından birisini en azından kısa ve orta vadede kaybetti. (Belki de başka iki tanesiyle dostluk bağını temelli kaybetti.) Yanlış anlaşılmaya kurban gitti. O dostuyla bir yüz yüze gelse hep şunu demek istiyordu: "Bana bir şeyleri söylüyorsun içimdeki sıkışmışlıktan kurtulmak için ama senin de içindeki öfkeyi kusmanın bir yolunu bulman lazım. Yoksa bu öfke seni yer bitirir, tüketir, içinde iyiye ve güzele dair ne varsa sömürür. "
Bunu demeye fırsat bulamadan o öfkenin yakıcı alevlerine maruz kaldı Misilleme Kurşunkalem. Kendince çok lafı yuttu, geleceğe dair onarılabilsin diye bir şeyler ve kitabın arasına yazılan not da başına eklenen cümleler de yerli yerinde.
Misilleme'ye yurt dışından kart atan arkadaşı oldu. Bir de yanında sütlü çikolata da getirmiş ki sık sık söyledi, öyle güzelini hiç yememiş. Aynı yurt dışında vatansızlıktan değil de iklimsel nedenlerle üşüyen ama denizcileşmeyi Kemalistlerin ülkesinde, Türkiye'de bırakan başka bir arkadaşı belki o çikolatadan getirir. Olmadı Tallinn ve Terbiye Kuruluna gerekli dilekçeyi yazar, şikayette bulunuruz.
Misilleme'nin de halka halka sevi çemberleri var. Sıralı birinci halka:
Ortak arkadaşımız Ayçe ablası var. Bu ara biraz ihmal ettiği. Selma annesi var her fırsatta sığındığı, Fulya'sı var onun kalemine en çok inananların başında gelen. Bir de Kevser, kendisine her gün sapladığı bıçakları çıkarırsa çok daha rahat nefes alacak olan. Kapalı ve de Göbükspor diye de iki arkadaşı var ama Göbükspor'dan yazılarını hafiften saklıyor gibi. Belki de bir zamanlar bazı şeyleri çok inanarak yazdı, olmadı, hevesi karardı.
Heveste kararti var, bu gelen gidecek midur?
Midur demişken, Rize doğumlu pek çok insanla tanıştı bu ara, bunun bir anlamı var mı diye sorguluyor. Aslında ben, yani Ulus Atay, başka şeyler yazılmasın diye kağıdı kalemi meşgul ediyorum.
ÇB'ye gelince, o bu ara çok dertli, çünkü yine bir seçim dönemi ve yine birçok insan aklını terk eyledi, tek hücreli gibi siyasi tercih yapmaya çalışıyor. Emperyalizmden esirgedikleri tepkiyi emperyalizmin tehlikelerini gösteren kişilere boca ediyorlar ve ÇB de üzerine düşeni fazlasıyla alıyor. Laflara maruz kalmak o kadar üzmüyor da "Bu kadar kolay oyuna gelen, kandırıldığının bile farkında olmayan ve bu aşamada da başkalarını kandırılmakla suçlayan kişiler daha ne kadar kandırılacak?" kaygısı onu daha fazla yıpratıyor. Bugün bir abisi meseleyi çok iyi özetlemiş, işte bu! demişti o da:
"Aselsan satılıyor mu?
Nasıl satarsınız nasıl?
Millet çıldırıyor, görmüyor musunuz?
İktidar-muhalefet, aynı merkezin kontrolünde...
Çaresiz bırakılan ve giderek gerçeklik algısını yitirmiş, analiz yetisi kaybolmuş, sadece etki-tepki prensibiyle hareket eden bir halk!
GÜNEŞE BIRAKILMIŞ YAĞ GİBİ YAVAŞ YAVAŞ ERİYORUZ!
DURUN ARTIK!"
Sözde vatanına sahip çıkan kişiler farkında olmadan CHP'nin tepesine indirilen işgalcilere etten duvar örmeseler, bu yaptıklarıyla aslında eleştirdikleri siyasi iktidara can suyu verdiklerini fark etseler, desteklerini çekseler bile yıkılacak kumdan ve camdan kaleler. Tuzla buz olacak. Önce sahte muhalefet, sahte muhalefet dayanağını kaybettiğinde iktidar. Siyasetle ilgilenmesi yasak olan, pek ilgisi de olmayan asker ben bile bunları görebiliyorum.
ÇB, kitabıma odaklanacağım ve gündemle ilgilenmeyeceğim dediğinden beri erken seçim kararı alındı, Orta Doğu'da Üçüncü Dünya Savaşı'nın temelleri atılıyor. Bu dönemde yaşamasa, "keşke o dönemi gün gün takip edebilseydim" demeyeceğinden emin olsa dönecek sırtını da, biz kime sırtımızı dönebildik bugüne kadar, yapmamız gerekenler vicdanımızca sıralandığında?
Misilleme Kurşunkalem eliyle 27 Mayıs yaptığı yerden çok çok uzakta. Eliyle 27 Mayıs yaparken etiketlenenle ve Misilleme'den çok çok uzakta olanla etkilenmedim etiketlendim diyen muhtemelen yan yana, umarım cehennemin dibine iki ayrı direk olmuşlardır yine yan yana. Çünkü bazen canavarlar kazanır. Bundan bir tık sonrası seri katil soğukkanlılığı ki bak o çok yakında. ÇB 27 Mayıs'ı anıyor, tamamen her şeyiyle olmasa da kazanımlarının farkında, diğer iki askeri müdahale ile 27 Mayıs'ın eş tutulmasına dayanamıyor, 27 Mayıs'ın gericilere yarattığı rahatsızlığı gördüğünden ısrarla 27 Mayıs'ın altını çiziyor, dostlarını arayıp bayramlarını kutluyor.
Bazı gecelerde Misilleme, elleri bağlanmışken sosyal demokrasiye maruz kalmış Kemalizm gibi huzursuz oluyor. Diyor bir çözün elimi, saldırıyorsa yine saldırsın ama şartlar eşit olsun yeter ki.
Türk ne zaman eşit şartlarda savaştı, o hakka sahip olabildi ki diyor ÇB, akla savaşta saldırılmayacak nakliye gemileriyle savaşa asker taşıyan İngilizler geliyor. Ve buna rağmen bu topraklarda önderi Mustafa Kemal Paşa oldukça kısa süreli tepe, mevzi kaybetse de savaş kaybetmedi diye de ekliyor acımtırak bir tebessümle.
Sempatiklik mi güzellik mi diye soruyor Misilleme ve kendisi yanıtlıyor, "Sempatiklik. Çünkü o içinde kendine has ve belki de telli bir güzellik barındırıyor."
Lan!
Bunlar benim yazıma mı sızıyor? Dediğim anda bir komutanıyla görüşüyor Ulus, yani ben. Meğer sızıntı bizmişiz kendi ordumuzda, baksana beş kişiden dördü onlardan çıktı ki daha içeride varlar deyince daha da acılaşıyor tebessüm, üstüne bir kat da kaçak durgunluk çıkıyor. Oysa şimdilerde birileri ya cehaletten ya ihanetten soru çalarak silah arkadaşına yapılan ihanete susarak üniforma giyene bile Harbiyeli diyor. Oysa CHP'nin seçim bildirgesinde -ki buna biz modern Sevr de diyebiliriz- tek kelime FETÖ geçmiyor. Ne kadar da Atatürkçü bir yönetim değil mi?
27 Mayıs'ta çok fazla şey yazmak istiyordu hem Misilleme hem ÇB, ama ikisine de farklı konularda ket vuran bir şeyler olacaktı ve bir yazar ve yazarlar, yumuşak karınlarını açığa verip yazmamalı. Yıkanmak, arınmak için her seferde fırsat, yıkandığından daha fazla arınmalı insan ve aynı hataları tekrar tekrar yapmamalı.
Okuyucu sana söylüyorum; Misilleme ve ÇB, mavi tikler sizde yanmalı.
Enseyi de karartmayın, endişe etmeyin. Onlar gayet iyiler. Mesele, olduklarından daha farklı anlam yaratacak şeyleri kağıtla buluşturmamaya özen göstermemeleri. Çünkü evrenin sana verdiği bir silah, yetenek, asla kötüye kullanılmamalı, kontrolsüzce de savrulmamalı. Türk demek töre demek, adalet demek. Güç, adalete kafa tutmamalı. Belki gerçekten doğru zaman vardır ve mevla gerçekten göreceğiz ne eyler ve ne eylerse güzel eyler.
(Aslında kötüye kullandıkları da yok ama yine de eşeği sağlam kazığa bağlamalı.)
Yoksa veya aksi halde ha 150, ha 160, ha 175, ne fark eder?
Yaşayıp göreceğiz. Ya da yaşamayıp.
Ben yine gidiyorum, çünkü Göbükspor yemeği hazırladı ve sofraya gitmediğim her saniye için eminim bana sövüyor.
ULUS ATAY
27 MAYIS 2018 2322
KKTC CEBECİ KIŞLASI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder